….dikenli tellere takılmış insan parçaları, kumsallara vuran boğulmuş çocuklar, sokaklarda aç insanlar, belgelerini almak için yalvaran insan toplulukları…
Manşetlere yansımadan önce de, biz bu utanç verici görüntüleri Evros [Meriç] Nehri’nde veya adalarda görüyorduk – gerektiğinde köle işçi gerektiğinde ilk elde harcanacak erler olarak zorunlu Absürd Askerlik Hizmeti’mizi yaparken. Gördüklerimiz bizi afallattı, başka şey konuşamaz olduk. Ama gördüklerimizin “yeni normal” haline gelmesini istemiyoruz. Nasıl Yunan halkı aleyhine işleyen kemer sıkma programı ve politikalarını veya emperyalist müdahale ve kirli savaşları kabullenip bunlara alışmadıysak, mültecilerin çektiği azabı da kabul edip ona alışmayacağız. Milliyet, din, toplumsal cinsiyet ayrımlarının ötesinde bizim halkımız da, bizim dünyamız da, tüm işçi sınıfı da aynı azabı çekiyor!
“Artan göçmen dalgası” dedikleri şeyi, savaş ve sürgünden kaçan insanlar oluşturuyor. Doğal bir olay değil, sorumluları var. Sorumlusu kapitalist kriz. Krizi aşmak için haklarımızı çiğniyorlar, bizi açlığa, yoksulluğa, işsizliğe mahkum ediyorlar, göçe mecbur bırakıyorlar. Sorumlusu ABD, NATO, AB, Çin ve Rusya. Finansal çıkarlarını dayatmak için terör ve ölüme başvuruyorlar, yeni düşmanlıklar yaratıp eskileri harlıyorlar, köktendincilikten besleniyorlar. Türkiye, İsrail, Yunanistan ve Arap hükümetleri gibi güçler de bölgesel gerginliği tırmandırmaktan geri kalmıyor.
Çökmüş devletlerden, aşağı milletlerden bahseden de, insanlara çöp muamelesi yapıp süpürme operasyonları düzenleyenler de, devasa alanları sömürünün hakim olduğu insan çöplüklerine dönüştüren de onlar! Burjuvazinin ve onun hükümetlerinin baş düşmanı belli: İşçiler. İster hakları için mücadele etsinler, ister kapitalistlerin askeri operasyonları nedeniyle kovuldukları ülkelerinden kaçak yollardan göç etmeye çalışsınlar. Mülteciler gidecekleri yeri seçemiyorlar, göçmen kitleleri modern zamanların toplama kamplarına dolduruluyor. İşçilerse elbete nerede sömürüleceklerini seçme lüksüne sahip. Elbette kendilerine ihtiyaç kalmayınca ya da koşullarını düzeltmek istediklerinde onlar da kapının önüne koyuluyorlar…
Yunan devleti ve ordusu çözümün değil sorunun bir parçası. SYRIZA‐ANEL hükümeti, Teröre Karşı Savaş’a, emperyalist planlara dahil oluyor, “asimetrik hedeflere” odaklanıyor (göçmenler, sosyal hareketler), savaştan kaçan “iyi” mültecilerle ekonomi kaynaklı “kötü” göçmenler arasındaki sahte ayrıma oynuyor. Silahlı Kuvvetler, muvazzaf subay ve askerlerin yanı sıra biz zorunlu askerleri de “içerideki düşmana” karşı savaşa çağırıyor: geçenlerdeki Parmenion 2015 tatbikatında olduğu gibi! Bu ölüm – sömürü – baskı çemberinde, “düşman” Yunanistan ve Türkiye orduları beraberce Ege’de operasyon yürütüyor, ahenk içinde çalışıyor! Dahası, AB’nin çizdiği cephe Cebelitarık’tan başlayıp Ege’ye kadar uzanıyor ve hat boyunca Frontex [AB sınır polisi] belirleyici bir rol oynuyor.
Bir Yunanistan denizaltısı Libya karasularında operasyon yapan Avrupa donanmasına katılıyor. Biz, Evros’taki 16. Tümen ise Edirne yönünden gelen göçmenlere karşı teyakkuz halindeyiz. Güruh Bastırma Operasyonlarına katılmamız emrediliyor. Örneğin, Kos adasında Kalymnos’ta yaşanan dramatik olaylardan sonra vali askeriyeden aç, susuz ve çaresiz göçmenlere karşı silah kullanmasını istedi. Ege’de insanların boğulmasının temel nedeni olan cinai sınır duvarında biz nöbet tutuyoruz