Kaynak
Hem Kanada hem de Amerika Birleşik Devletleri, bir zamanlar İngiliz kolonileri olan bölgelere hâlâ sahiptir. Bugün ABD Birleşik Krallık tarafından yönetilmemektedir ve Kanada egemen bir ulustur ancak devlet başkanı olarak Kanada Kraliçesi (Kraliçe Elizabeth - şimdi Kral Charles?) ile anayasal bir monarşidir.
Kanada toprakları yalnızca aynı zamanda devlet başkanı olan Kraliçe II. Elizabeth'e aittir. Toplam arazinin sadece %9,7'si özel mülkiyete aitken, geri kalanı Crown Land'dir. Arazi, Kanada hükümetinin çeşitli kurumları veya departmanları tarafından Kraliyet adına yönetilmektedir. Kanada Kanununda, herhangi bir Kanadalının Kanada'da fiziksel araziye sahip olması için herhangi bir hüküm yoktur. Kanadalılar sadece bir mülkte menfaat sahibi olabilirler.
Kraliçe'nin sahip olduğu toprakların %50'si eyalet hükümetleri tarafından, geri kalanı ise federal hükümet tarafından yönetilmektedir. Federal ve eyalet hükümetleri tarafından yönetilen Kraliyet Arazisi, mülkiyet hakkıyla tahsis edilmeyen arazi olarak tanımlanabilir. Kanada'daki arazi çoğunlukla milli parklar, ormanlar, özel evler ve tarım olarak kullanılmaktadır.
Kanada'daki genç İlk Milletler'i (First Nations) istismar eden ve öldüren yatılı okulları onaylayan ve telkin eden kişi Kraliçe Elizabeth'ten başkası değildi. Kraliçe, anglikan kilisesinin lideriydi. Örgütün yüksek rütbeli üyelerini atama yetkisi dahil. Anglikan kilisesi, Kanada genelinde düzinelerce yatılı okul işletiyordu.
Kraliçe olarak saltanatı, bağımsızlık kazanan en eski Afrika kolonisinden daha yaşlı. Saltanatı Gana'dan daha eski ve Gold Coast (Altın Kıyı) bağımsızlığını kazandığında, 4 yıldır kraliçeydi. Nkrumah, Gold Coast'u Gana Cumhuriyeti'ne çevirmeye çalışırken onu durdurmaya çalıştı. Kıtada bağımsızlığa izin verdiğini iddia ederek bu tarihi kimsenin çarpıtmasına izin vermeyin. Aslında babası öldüğünde, kendisi bağımsızlık hareketlerini caydırmaya çalışan bir koloni turundaydı. Durdurma girişimlerine rağmen bağımsızlık kazanıldı. Son gerçek sömürgecilerin hâlâ hayatta ve cezalandırılmadan hüküm sürmesi sizi şaşırtıyorsa, Afrika ülkelerinin çoğunun büyükanne ve büyükbabalarımızdan daha genç olduğunu hatırlayın.
Kaynak
İngiliz hükümeti köle sahiplerine milyonlarca sterlin para ödedi.
Kölelere tazminat ödenmesi gerektiği düşünülürken; zengin İngiliz köle sahiplerine 46.000 adet tazminat ödendi.
Zengin Victoria Britanyalılar beşte birinin servetlerinin tamamını veya en büyük kısmını köle ekonomisinden elde etti.
1833'te Britanya'nın sömürgelerinde köle sahipliği kaldırıldığında, köle sahibi olan yaklaşık 3.000 aileye 'mülklerini' kaybetmelerini tazmin etmek için 20 milyon sterlin ödedi. Bu rakam, hazinenin yıllık harcama bütçesinin yüzde 40'ını temsil ediyordu. Bugünün şartlarında, ücret değerleri olarak hesaplandığında, yaklaşık 16.5 milyar sterline eşittir.
Karayipler ve Afrika'daki köle sahibi ailelere toplam 10 milyon sterlin, diğer yarısı ise İngiltere'de yaşayan devamsız sahiplere gitti. Örneğin tek başına en büyük ödeme, Marylebone, Londra merkezi ve İskoçya'da evleri olan bir milletvekili olan James Blair'e gitti. İngiliz Guyana'da kendisine miras kalan plantasyonda sahip olduğu 1.598 köle için bugün 65 milyon sterline eşdeğer olan 83.530 sterlin verildi.
Ancak bu 19. yüzyıl başbakanı William Gladstone'un babası John Gladstone'a ödenen miktarın yanında cüce kaldı. Dokuz tarlada sahip olduğu 2.508 köle için 106.769 sterlin (modern eşdeğer 83 milyon sterlin) aldı. Örneğin; eski kabine bakanı Douglas Hogg'u içeren, Hogg hanedanlığı köle sahipliğinden bir servet kazanan bir tüccar olan Charles McGarel'in torunlarıdır. 1835 ve 1837 arasında, sahip olduğu 2.489 köle için bugünün şartlarıyla yaklaşık 101 milyon pound 129.464 pound aldı.
Endüstriyel ölçekte kölelik, Batı Hint Adaları şeker ticaretinin ve Kuzey Amerika'daki pamuk mahsulünün dayandığı sömürü olduğundan, İngiliz imparatorluğunun zenginliğinin önemli bir kaynağıydı. Ondan para kazananlar sadece köle sahipleri değil, aynı zamanda Afrikalıları köleliğe götürenlerin yatırımcılarıydı. Yüzyıldan 1810'a kadar, İngiliz gemileri yaklaşık üç milyonu zorunlu çalışma ömrüne taşıdı.
Köleliğe karşı kampanya, 18. yüzyılın sonlarında ticaretin yayılmasına karşı bir tepki olarak başladı. Bu, ilk olarak, 1808'de yasalaşan köle ticaretinin kaldırılmasına ve daha sonra, yaklaşık 26 yıl sonra, köleleri özgürleştirecek olan Parlamento Yasası'na yol açtı. Bu yasa, köle sahipleri için şaşırtıcı düzeyde tazminatlar öngördü, ancak eski kölelere tazminat olarak bir kuruş vermedi.
Dahası, yalnızca altı yaşın altındaki çocukların hemen özgür olacağını söyledi; geri kalanlar, bedava yemek ve barınma karşılığında, 1840'a kadar 'sahipleri' için 40 buçuk saat boşuna çalışmak zorunda kalacak 'çıraklar' olarak görülüyordu. Bazı büyük rahatsızlıklar, son teslim tarihinin öne alınması anlamına geliyordu ve böylece, 1838'de Batı Hint Adaları'nda 700.000, Güney Afrika'da 40.000 ve Mauritius'ta 20.000 köle nihayet kurtarıldı.
Köleliğe son veren köleleştirilmiş Afrikalıların direnişiydi ve sanayileşmedeki ilerlemelerle makineler daha verimli hale gelmişti.
İngilizler köleliği 'sonlandırmadı', sözleşmeli köleliğe geçtiler, ör. Hindistan'dan Güney Afrika'ya 150.000 sözleşmeli işçi gönderiyor.
Sömürgeciliğin II. Elizabeth'in servetini biriktirmede oynadığı rolü belirtmeye çalışmaya devam edersem, Birleşik Krallık'ın köle sahiplerine 20 milyon sterlin (bugün 23 milyar sterlin eşdeğeri) tazminat verdiğinde, bunun 2015'te ödendiğini hatırlayın.
Kendisini her türlü baskıyla aynı hizaya getiren, bir yüzyılı aşkın köle ticaretinde hiçbir zaman kendi paylarını hesaba katmayan ya da yağmaladıkları kolonilerden ganimetlerle servetine servet ekleyen bu hükümdarların kurtarılabilecek, romantize edilebilecek, fetiş haline getirilebilecek hiçbir yanı yok.
Ölümlerinden sonra yine şatafatla sunulan, tüm bu kolektif üzüntü ve yas bile insanların ve toplumların nasıl tamamen sınıfsallık bilincinden yoksunlaştırılmış olduğunu gösteriyor.
İngiliz halkının bu aileyi yalnızca ulusal bir turistik cazibe yüzünden sübvanse ettiğinden bahsetmiyorum bile.
Monarşi'nin çağlar boyuncaki sıkıcı değişimsizliğinde, Prens Charles'ın yetmişlerde eğlendiği gevşek, aristo oyun alanını ustaca canlandırırsam: polo partileri, çiçekli kanepeler, ve azımsanmayacak kadar bir miktar diğer insanların eşleriyle sevişmek.
En iğrenç ve ahlaksız olanı, Kraliçe'nin çocukken en sevdiği olduğu söylenen ikinci oğlu Prens Andrew ise 2019 ve bu yılın başlarında, York Dükü, finansör ve sübyancı Jeffrey Epstein ile uzun süredir ilişkisi nedeniyle, kraliyet sorumluluklarından ve askeri unvanlarından sıyrıldı.
Şubat ayında Kraliçe Elizabeth'in oğluna, Andrew'u reşit olmayan bir şekilde kaçırıldığında cinsel tacizde bulunmakla suçlayan Virginia Giuffre ile bir davayı çözmek için fon verdiği bildirildi. Prens Andrew'un Dunning-Kruger etkisi olarak bilinen, 'insanların gerçekte olduklarından daha akıllı ve daha yetenekli olduklarına inanmaya başladıkları bilişsel önyargı' olarak bilinen psikolojik bir fenomenin belirtilerini gösterdiğini öne sürülüyor. Ve bu sadece açığa çıkmış pisliklerden bir tanesi.
Kraliyet ailesini istediğiniz kadar romantikleştirebilirsiniz ancak gerçekte bir Ortadoğu haremindeki yaratıklardan farkları yok. Herkesin nefret ettiği o şatafatlı ve gösterişçi lüksün tutsakları. Bunu kaybetmemek için ve daha fazlası için pek çoklarını ne biçimde olursa olsun ortadan kaldırmaya devam ede gelen bir yönetim sisteminin yoğurduğu lider diye önümüze konulan, yok edici insanlar. Yine bunca ayrıcalık ve imkanın içinde, başarılı yaşamlar sürdürmek için gerekli birikime, donanıma veya uzmanlığa kesinlikle sahip değiller.
ŞİMDİ TEKRAR SORUYORUM. İNSAN, BARIŞÇIL BİR BİÇİMDE NASIL VAR OLABİLİR? NASIL BİR SİSTEM OLUŞTURMALIYIZ?
BUGÜNE KADAR ONEDİO DA OKUDUĞUM EN GÜZEL YAZI.ELİNİZE EMEĞİNİZE SAĞLIK.
güzel bir yazıydı yazanın eline sağlık.... demokrasi en güzel rejim
İngiltere hâlâ krallıkla yönetildiği görmeyecek kadar kör olamazsınız. monarsiyle 15-20 ülkeyi idare ederken parlementer sistemle sadece kendilerini idare ederler onun için monarşi den asla vazgeçmezler.