Modern Çağa Şükretmenizi Sağlayacak 10 Tarihsel Gerçek

10. Pompeii kocaman bir çöplüktü

Çılgın yaz gecelerinde Bodrum'da sokaklara atılan çöplere bakıp 'cıkcıkcık' yapıyor, biri önünüzde yere tükürse milli tarihimiz ve eğitim sistemi hakkında acıklı düşüncelere kapılıyorsanız Pompeii sizin için bir cehennemdi.

Zengin Romalıların tatillerini geçirdiği, parayı bulanların felekten günler çaldığı, antik dünyanın Riviera'sı, Miami'si, Alaçatı'sında herhangi bir çöp toplama sistemi bulunmuyordu. Romalılar çöplerini doğrudan sokaklara atıyordu. Kimse de toplamadığı için çöpler birikiyordu. Hatta arkeolojik kazılarda ortaya çıkan sayısız örnek gösteriyor ki evler de birer çöp eve dönüşmüştü ve pislik akarsulardan taşar gibi şehirde akıyordu.

Çöpün böyle birikmesi nedeniyle yaz aylarında şehir kokudan geçilmiyor, çılgın partiler ağır bir kokunun altında ifa ediliyordu. Adamların sabah akşam sarhoş gezmesine şaşmamak gerek. Gün olur da bir arkadaşınız size aniden -evet aniden- 'Bugün Yozgat'ta mı yoksa geçmişte Pompeii'de mi yaşamak istersin' diye sorarsa, gönül rahatlığıyla Yozgat diyebilirsiniz. Sonra da o arkadaşlığı artık bitirin. Böyle sorular soran insandan hayır gelmez.

9. Tenye istilası altında inleyen Vikingler

Tenye, solucan, her türden bağırsak paraziti, kıl kurdu ve envai çeşit canlı yaşam formu Vikinglerin bağırsaklarında ve vücutlarında dolaşıyordu. Hayvanlarla sürekli ve çok yakın bir şekilde içiçe yaşamak nedeniyle Vikingler çocuk yaşlarda parazit kapıyordu. Ortada ciddi, yarı ciddi hatta alay etmenize neden olabilecek bir sağlık kurumu bile olmadığı için, bu parazitler büyüyor, tenyeler gelişiyor, solucanlar kaslı Viking vücutlarını yuva yapıyor, sıcak bir atmosferde hayatını sürüyordu. Vikingliler de habire mide ağrısı ile geziyor, tuvalet yaparken zorlanıyor, gelişim bozukluğuna maruz kalıyordu. Odin Sosyal Güvenlik Sistemi programının iyi bir sağlık sigortası olmadığını anlamaları çok uzun sürdü. Zaten anladıklarında da iş işten geçmişti, ortada Viking kalmamıştı. Şimdi o sırım gibi İsveçlilere, buldozer gibi Norveçlilere bakıp geçmişteki Vikingleri öyle zannediyorsanız yanılıyorsunuz, ishalden altlarını ıslata ıslata dolaşıyordu bir çoğu.

8. Londra'da kokudan insanlar boğuluyordu

Hani bir zamanlar Haliç kokuyordu ya, o koku orta çağ Londra'sının yanında duştan yeni çıkmış Adriana Lima'nın cennet kokusu kalır (yakından bildiğim için söylüyorum, gerçekten çok güzel kokuyor) , miski amberdir, yeni yağmur yağmış gül bahçesidir, yeni aldığınız sıfır arabanın naylon poşetlerini açmadan önceki halidir. 

Eski Londra'da kanalizasyon benzeri bir şey yoktu. Kanalizasyon olmadığı için evlerde de tuvalet yoktu. İnsanlar tuvaletlerini ya doğrudan sokağa yapıyorlardı ya da tencerelere, kovalara yapıp dışarı atıyorlardı. İnsan dışkısı dolu sokaklardan hayvanlar yürüyor, kasaplar da olayı iyice grotesk hale getirmek için Thames Nehri kenarında bu hayvanları kesiyor, sonra da kanı nehre akıtıyordu. Durum o kadar iğrençti ki, Londra'ya gelmeden kilometreler önce Londra kokusunu alıp, ciğerlerinize çekebilir, sonra da kusmaya başlayabilirdiniz. 

Tevekkeli değil adamların dünyanın dört bir yanına yayılması, İngilizler Londra'dan kaçmak için Avustralya'ya kadar ulaştı.

7. Rönesans Avrupası frengiden kırılıyordu

1495 yılında yeni dünyadan Fransa'ya dönen bir grup asker yanlarında o zamana kadar bilinmeyen bir hastalık da getirdi. Daha önce görülmedik bir şeydi. İnsanların saçları düşüyor, etleri vücutlarından ayrılıyor, vücutlar parçalanıyordu. Frengi o dönem bugünün AİDS'inden bile daha kötü ve yaygın bir hastalıktı.

Sonuç olarak Avrupa'da cinsel hayat şeytanlaştırıldı. Hastalığın cinsel ilişki yoluyla geçtiğinin tespit edilmesi nedeniyle, insanlar birbirine yaklaşmaktan korkuyor, sokaklar hastalığın korkunç sonuçlarını gösteren örneklerle taşıyor, yazarlar, başlarına frengi belası gelmesinden nasıl korktuklarını anlatan düşüncelerle uğraşıyordu. Milyonlarca insan frengi mikrobu nedeniyle büyük acılar çekerek hayatını kaybetti. Evet, geçmişte gerçekten insanlar elele bile tutuşamazdı, edepten değil, frengi korkusundan. Neticede ne oldu? Bugün sevdiğinin elini tutup, bal dudaktan bir buse alabiliyorsan işte o da akıl, mantık, bilim sayesinde. Bütün bilim adamlarına, dünyadaki toplam romantizmi arttırdıkları için huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

6. Antik Yunan'da şarapların tadı rezaletti

Antik Yunan'da şarabın tadı nasıldı diye düşünüyorsanız kısa bir deney yapmak mümkün. Gidin marketten en kötü şarabı alın, Antik Yunan tarihinde içebileceğiniz en güzel şarabı içmiş oluyorsunuz.

Antik çağda şarabı uzun süre saklama imkanı yoktu. Yunanlılar çok denediler ama iyi bir yöntem geliştiremediler. Bu yüzden şaraplar ya çok yoğundu ya da bakteri dolu bir sirke tadındaydı. Daha beteri, Yunanlılar şarabı 'rahatça içebilmek' için deniz suyuyla da karıştırıyorlardı. Garibim Sokrates bir kere Kalecik Karası'nın tadına bakamadı, Platon bir gün olsun Şiraz içemedi, koca Leonidas hayatı boyunca Merlot'nun katresini görmeden öldü. Hepsinden daha şanslısınız.

5. İki yüz yıl önce "hijyen" diye bir şey yoktu.

Şimdi mesela sabah kalkıyor duşunuzu alıyorsunuz, ellerinizi günde kaç kere yıkıyorsunuz, dişler fırçalanıyor, temizlik şelale gibi akıyor. 18'inci yüzyılda bu iş böyle değildi. Yukarıdaki resimdeki insanlar tertemiz insan evlatları gibi duruyor değil mi? Gerçekte sümüklerini ellerine akıtıp sağa sola siliyor, evin içine tükürüyor, hatta yanınızda bir çanağın içine tuvaletlerini yapıyorlardı. Üstelik sadece 'sıradan insanlar' değil, bayağı soylular da böyle yaşıyordu. Kimsenin de bu durumdan kaçabilme şansı yoktu. Evlerde servis edilen yemeklerde, suyun içinde bile dışkı bulunabiliyordu. 18'inci yüzyılda herhangi bir şehirde yaşamak gerçekten pis, çirkin, kötü bir deneyimdi. Yaşama süresi de bu yüzden zaten çok düşüktü. Şükür çifte devrim ile hayatlarımız değişti, tertemiz, püripak bir yaşama kavuştuk. Bugün ortalama bir evdeki imkanlar 18'inci yüzyılın kral saraylarında yoktu.

4. Mezopotamya şehirleri fare istilası altındaydı

Antik çağda, Anadolu ve Mezopotamya'da kurulan şehirlerde de kanalizasyon yoktu. Şehircilik anlayışı da yoktu. Dolayısıyla sokaklar insan dışkılarıyla karışmış balçıktan, pislikten ve çöplerden ibaretti. Bu yüzden bütün Mezopotamya'daki şehirler domuzları sokaklara salıyordu. Hititler döneminde sarayda bile çöpleri ve dışkıyı yemesi için domuzlar kullanılıyor, ulu Hitit Krallarının önünde gezinirken işlerine bakıyorlardı. Ortalıkta çöp dağları olduğu için herhangi bir Babil şehrinin gerçek hakimleri kocaman sıçanlardı. Sinekler ve diğer böcekler günlük yaşamın parçasıydı. Bütün Mezopotamya sürekli bir veba korkusu altında inliyordu. Yani büyük büyük büyük büyük büyük büyük dedenizi rüyanızda filan görürseniz, onun gerçekten ellerini öpün, bu koşullara rağmen hayatta kalıp bir de çoluk çocuk yapması kahramanlık destanı sayılır.

3. Avrupalılar ölülerin dişlerini kullanıyordu

1815 yılında Waterloo'da o tarihe kadar dünya üzerinde görülmüş en büyük savaşlardan biri yaşandı. Yaklaşık 50 bin kişi öldü. Napolyon'un Avrupa'yı fethetmesinin tamamen engellenmesi dışında devrimci bir sonuç daha yaşandı. Artık Avrupa'da 'takma diş' sektörü doğmuştu.

O tarihlerde dünyada sağlık sistemi diye bir şey olmadığı için diş çürüğü büyük bir sorundu. İnsanların çoğu dişsiz gezmek zorunda kalıyordu. Waterloo'da hayatını kaybedenlerin dişleri Avrupalılar tarafından takma diş olarak kullanılmaya başlandı. Artık ölülerin de dişlerine bakılıyor, sağlıklı dişler ayıklanıyor, ihtiyaç duyanlara takılıyordu.

Gürcüler bu işi daha radikal bir noktaya taşıyıp tam bir modaya dönüştürdüler. Yıllarca savaş meydanlarında ölen askerlerin dişleri prestijli bir ürüne dönüştü. 1830'lu yıllarda Cladius Ash porselen diş olayını bulunca bu rahatsız edici moda da son buldu. Gerçekten hoş iş değil çünkü, hayatını savaşta kaybetmiş bir insanın dişiyle ortalıkta dolaşmak..

2. Tuvalet kağıtları büyük bir sorundu

Sadece 100 yıl önce bile tuvalet kağıtları insanların önündeki büyük sorunlardan biriydi. İnsanlar tuvalet kağıdı olarak gazete yapraklarını veya katalogları kullanıyordu. Bu yüzden Çiftçi Almanak'ı ortasından delik olarak, evin dışındaki bir noktaya asılmasını sağlamak için çıkmıştı. Sorun insanların tuvalet kağıdı istememesi de değildi, 1930'lara kadar bütün kağıtlar neredeyse talaştan yapılıyordu. 

1935 yılında Northern Tissue firması bir atılım yaptı. Reklamlarda kağıdın 'talaşsız' olduğu ifade ediliyordu. Sonuç büyük bir başarı oldu. Tuvalet kağıtları artık gündelik kullanıma girmişti.

Ama bir an bu tarihten öncesini düşünün. Tuvalet yaptıktan sonra tuvalet kağıdı olmayan, talaşlı kağıdın lüks sayıldığı, hem pürüssüz hem de iyi kokakn bir popoya sahip olmanın imkansız olduğu zamanları.. İnsanlar işte böyle büyük acılar yaşadı.

1. Roma'da tuvalete gitmek Rus Ruleti oynamak gibiydi

Bir başkasının önünde hacet gidermek gerçekten utandırıcı bir deneyim, Roma'da ise günlük yaşamın parçası. Roma'da umumi helalar gerçekten umumiydi. İnsanlar yanyana oturuyor, birlikte tuvaletlerini yapıyor, o sırada sohbet ediyor, popolarını da daha önce başkalarının kullandığı süngerlere siliyorlardı.

Şimdi bu kadarı size fazla geliyorsa, gerisi daha ilginç. Roma'da tuvalete gitmek gerçekten cesaret işiydi ama 'utanç' yüzünden değil, bu tuvaletlerde canınız da tehlikedeydi. Tuvalete oturduktan sonra içeriden büyük boyutlarda bir sıçan fırlayıp mahrem yerlerinizi ısırabilir ya da birden hacet giderdiğiniz delikten alev çıkabilirdi. Tuvalet değil adeta rus ruleti. Arkeolojik kazılar tuvaletlerde şans tanrısına adanmış büyüler buldular. İnsanlar tuvalette başlarına bir şey gelmesinden o kadar korkuyordu ki, tanrılara yakarır olmuşlardı.

Ondan sonra 'hiçbir şey eskisi gibi değil, nerede o günler' demeyin. İnsanlığın yaşadığı en konforlu, en güzel zamanları yaşıyoruz.

Popüler İçerikler

"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
İstanbul’da Biberonuna Tiner Konulan 2 Yaşındaki Bebek Hayatını Kaybetti: Anne Tutuklandı, Baba Serbest!