Yağmur başlayınca içimde yükselen sebepsiz ferahlık, bir kitabın adını okur okumaz göğsümde açılan eski kapı ve bir dostumun sesindeki titremeyi duyar duymaz gırtlağımda beliren düğüm. Bunlar, ben ile dünya arasındaki dikiş yerleridir. Dikiş yerlerine bakmak insanı zayıf kılmaz bence tam tersine, el yordamıyla, bağın nereden geçtiğini öğreniriz. Bir ağacı yalnızca tür bilgisiyle değil, ona sırtımızı verdiğimizde hissettiğimiz ağırlıkla da tanırız. Bilgi, katılımla yumuşar, katılım, bilgiyle ayık kalır.
Mistik katılımı anlamanın bir yolu da dili dinlemekten geçiyor. “Kalbim kırıldı” dediğinde kimse kalbinin cam olmadığını bilir ama herkes kırığın sesini işitir. “İçime işledi” deriz; bir sözün, bir bakışın, bir melodinin. Bu ifadeler çocuksuluktan ziyade insanın dünyayla kurduğu gözenekli sınırın dildeki izi. Bedenimizin sosyal ve duygusal bir zarla sarılı olduğunu kabul etmek, bizi kurmacanın pençesine değil, hakikatin daha incelikli bir yorumuna götürür. Temaslardaki yabani aklı görmeye başlarız.
Belki bugün “rasyonel” olmakla “katılabilmek” birbirine düşman olmak zorunda değil. Biz, çizgileri gerektiğinde kalınlaştırmayı da gerektiğinde inceltmeyi de öğrenen canlılarız. Bilimin ölçüsü, hukukun sınırı, mahremiyetin etiği hepsi çizgiyi çizen el. Ritüelin sıcaklığı, şiirin nefesi, müziğin kucaklayışı da çizgiyi incelten el. İki el birden gerek. Katılım, tek başına bırakıldığında bizi sürüye karıştırabilir. Çizgi tek başına bırakıldığında bizi taş eder. Aradaki elastikiyet insani olan.
Lévy-Bruhl’ün sınıflandırmalarını bugün aşmış olabiliriz fakat onun açtığı soruyu hâlâ taşıyoruz. Bir şeyle nasıl “bir” oluruz ve hangi koşullarda olmamalıyız? Cevap, soyut bir ilke olmaktan çok, dikkat terbiyesi. Duyduğuna dikkat et, bedenin ince titreşimlerine, kelimenin sende bıraktığı iz’e, bakışın seni nasıl taşıdığına. Nerede kabarıp nerede çekildiğine. Katılımı küçümsemeden, ona kapılmadan onu işitip ona yön vermek mümkün.
Gece yine çökerken rüzgâr aynı kokuyu getirirse, kendimi orada yitirir miyim? Belki biraz. Belki de “yitirmek” yanlış kelime. Kendimi, bağın içinde biraz daha bulurum. Dünyayı, bir taş gibi değil, içimde büyüyen bir bahçe gibi duyarım. O bahçede, ben ile öteki arasındaki perde incelir. Elimi uzatınca, yaprağın serinliğinde, dilin suskunluğunda, kalbin atışında, hepimizin ortak ritmini duyarım. İşte o ritim, mistik katılımın yasası. Ayrı ayrı çalan enstrümanların, bir an için aynı şarkıya akması. Ve belki yaşam, o şarkıyı ara sıra hatırlamaktan ibaret.
Züleyha Ekici
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio