Apple’ın Bill Gates’in desteğiyle ayakta kalabildiği dönemde, birçok hayran bu iş birliğine tepki göstermişti. Jobs ise bu tabloyu bir yenilgi olarak kabul edip özür dilemek yerine, odağı bilinçli biçimde geleceğe ve minnettarlığa çevirdi:
“Apple’ın kazanması için Microsoft’un kaybetmesi gerektiği fikrinden vazgeçmeliyiz… Bize yardım ettikleri için Bill’e ve ekibine teşekkür etmeliyiz.”
Benzer bir yaklaşımı, iPhone 4’te yaşanan büyük sinyal sorunu yani Antennagate krizinde de sergiledi. Dünya Apple’dan açık bir özür beklerken, Jobs şirketi suçlu konumundan çıkarıp koşulların mağduru gibi konumlandırdı. 2010’daki bir Apple etkinliğinde yaşanan Wi-Fi arızasında da klasik bir özür dilemek yerine, çözüm için seyircilerin iş birliğini nazikçe rica etti:
“Eğer demoları görmek istiyorsanız, lütfen dizüstü bilgisayarlarınızı kapatın. Bunu takdir ederim.”
Bu yaklaşım, Jobs’ın güçlü duygusal zekasını ortaya koyuyordu. Kendini dezavantajlı bir konuma düşürmeden, taraftarlarının bağlılığını onurlandırıyor ve talebini bir emir yerine incelikli bir rica haline getiriyordu. Harvard Üniversitesi’nden Alison Wood’un “gereksiz özür” kavramında belirttiği gibi, kişinin kontrolü dışında gelişen sorunlar için özür dilemesi güveni zedeleyebilir ve onu “daha az yetkin” gösterebilir. Jobs’ın çoğu zaman “kötü adam” olarak anılmasına rağmen ulaştığı etki ve sadakatin arkasında, işte bu dil ve konumlandırma stratejileri yatıyordu. Bu örnekler, liderliğin tek bir yoldan değil, farklı iletişim biçimleriyle de inşa edilebileceğini açıkça gösteriyor.
Steve Jobs kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen kendini beğenmiş bencil bir göttü. Taş üstüne taş koymamış, başkalarının fikir ve emeklerinin üzerine konmuştur. Ne düşündüğü kimin umurunda.