Milli Egemenlikten Demokrasiye Atatürk'ün Az Bilinen 19 Sözü

1. Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır.

Bizim hükümetimizin şeklini ve esasını anlamayanlar veya anlamak istemeyenler vardır. Bu tereddüdü gidermek için Anayasanın ruhunu iyi incelemek lazımdır. Gerçekte Anayasanın özellikle bazı maddelerinin bilinmesi gereklidir. Mesela birinci maddeyi beraber inceleyelim. Madde 2 fıkrayı kapsıyor. Efendiler! Bilirsiniz ki irade denilen bir şey vardır. Bir insanın iradesi olduğu gibi insanlardan oluşan herhangi bir sosyal toplumun da iradesi vardır. İrade vicdanın eğilimi, arzusu demektir. Yani bu manevi bir şeydir. İrade-i külliyeyi zat-ı Bani'ye bırakarak şerri bir lisanla ifade etmek isterseniz, buna irade-i cüz'iye deyiniz! Bu manevi iradenin meydana çıkması ve görünmesi için bir araç gereklidir ve vardır ona egemenlik derler. Egemenliğini herhangi birine bırakan bir insan kendi iradesinin kullanılacağından emin olamaz. Bunun için insanlar, milletler kendi iradelerini kendi vicdanlarının eğilimini yapmak ve uygulamak isterlerse egemenliklerini mutlaka ellerinde tutmak mecburiyetindedirler. Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletin bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır. Milletler egemenliklerini geçici olarak da olsa verecekleri meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile istibdat edebilirler. Ve bu istibdat şahsi istibdattan daha öldürücü olabilir. (1923)

2. Devlet bir hukuki kavramdır

Egemenlik meselesinin meydana koyduğu ikinci esas mesele, devlette, devlet içinde egemenlik meselesidir. Bu doğrudan doğruya Anayasa hukukunu ilgilendirir. Kamu hukuku ve devletler hukukunun sınırlarını belirlediği egemenlik kime aittir? Şunu söylemek gerekir ki devlet bir hukuki kavramdır. Gerçekte idare edenler egemenlik kullanırlar. O halde devlette idare edenler kimler olmalıdır? Siyasi kuvvetin meşru olabilmesi için devletin soyut egemenliği fiilen kime verilmelidir? İşte bu sorulara cevap veren demokrasi yönetimidir. (1929)

3. Demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. 20'inci yüzyıl bir çok despot hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür!

'Demokrasi yönetiminin esası, bugün çağdaş Anayasanın genelde en belirgin özelliği olarak görünmektedir. Hükümdarlık ve oligarşi, artık zamanı geçmiş geçici şekillerden başka bir nitelikte kabul edilemezler. Gerçi henüz başlarında hükümdarlar bulunan devletler vardır. Fakat bunların hemen hepsi demokrasi yönetimini kabul etmektedir. Artık egemenliğin sahibi olduğunu iddia cesaretinde bulunabilecek hükümdar enderdir. Bir milletin pratikte demokrasi yönetimini seçtiğini ilan etmesi, o milletin çoğunluğunun sosyal gücünün bir sonucudur. Millet yeterli derecede kuvvetli olunca, kuvvet ve kudreti eline alır. Bu olay bazen ihtilal ile ve bazen de hükümdarlarla barışçı bir anlaşma ile husul bulur. Artık bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. 20'inci yüzyıl bir çok despot hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür. 

Demokrasi prensibi egemenliği kullanan araç ne olursa olsun esas olarak milletin egemenliğine sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Bu noktayı birkaç kelime ile açıklayalım. Demokrasi esas itibariyle siyasi bir görünümdedir. Demokrasi bir sosyal yardım veya ekonomik teşkilat sistemi değildir. Demokrasi maddi refah meselesi değildir. Böyle bir teori vatandaşların siyasi hürriyet ihtiyaçlarını uyutmayı amaçlar.

Bizim bildiğimiz demokrasi siyasidir. Onun hedefi milletin idare edenler üzerindeki kontrolu sayesinde siyasi hürriyeti sağlamaktadır.

Demokrasinin birinci özelliği ile ortak esas itibariyle ikinci bir özelliği daha vardır. O da şudur. Demokrasi fikirseldir, bir kafa meselesidir. Hükümet prensibi de adalet sevgisini ve ahlak fikrini gerektirir. Demokrasi memleket aşkıdır.

Demokrasi esasında bireyseldir. Bu nitelik vatandaşın egemenliğe insan sıfatıyla katılmasıdır. Demokrasinin temel niteliklerinden birisi de eşitliğe çok değer vermesidir. Şüphesiz bütün bireyler aynı siyasi haklara sahip olmalıdırlar. (1924)

4. Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir.

Başlarında hala Allah'ın vekili, gölgesi sıfatını taşımakta olan hükümdarlar bulundurmakla beraber, egemenliğini kazanmış milletler olduğundan bahsetmiştik. Gerçekte bu milletlerin mensup oldukları bazı devletler milletin seçtiği millet vekillerinin oluşturdukları meclislere sahiptir. Hükümdar devleti temsil eder. Hükümet kuran vatandaş, teorik olarak hükümdar tarafından seçilir. Fakat gerçekte hükümet başkanı milletin güvendiği kuvvetli siyasi parti liderleridir. Bunların kurdukları hükümetler, millet ve memleketi idare ederler ve meclise karşı sorumludurlar. Bu açıkladığımız hükümetler temsilidirler. Gerçekte demokrasi prensibi yürürlüktedir. 

Fakat bunlar tam manasıyla demokrat hükümetler değildir. Demokrasinin tam anlamıyla ideali, milletin tümünün aynı zamanda idare eden durumda bulunabilmesini, hiç olmazsa devletin son iradesini yalnız milletin ifade etmesini ve göstermesini ister. Bundan dolayı demokrasi prensibinin en modern ve mantıki uygulanmasını sağlayan hükümet şekli Cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz millet tarafından seçilmiş meclistedir. Millet adına her türlü kanunları o yapar. Hükümete güven oyu verir veya düşürür. Millet vekillerinden memnun olmazsa belirli zamanlar sonunda başkalarını seçerler.

5. İnsan önce doğanın esiriydi, sonra buna gökten kuvvet ve yetki alan bir takım adamlara esir olmak eklendi.

Hürriyet insanın düşündüğü ve dilediğini tam olarak yapabilmesidir. Bu tanım hürriyet kelimesinin en geniş anlamıdır. İnsanlar bu anlamda hürriyete hiçbir zaman sahip olmamışlardır.İnsan doğanın yaratığıdır. Doğanın kendisi bile tamamen hür değildir, evrenin kanunlarına tabiidir. Bu nedenle insan ilk önce doğa içinde doğanın kanunlarına, şartlarına, nedenlerine, etkenlerine bağlıdır. Mesela dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmamıştır. İnsan dünyaya geldikten sonra doğanın ve bir çok varlığın en zayıfı, en güçsüzüdür. İlkel insanların doğanın her şeyinden gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden, vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. İlk duygu ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğini mutlaka yapmaya kalkışmış olması düşünülemez.

İlkel insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine geçen Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde sayısız yasaklar yaratmıştır. Yasaklar ve hurafeler üzerine kurulan bir çok adetler ve gelenekler insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır. O kadar ki, kişisel düşünce hareket serbestisi gibi bir hak kavramı bilinmemiştir. Toplulukların başına geçebilen adamlar, topluluğu, Allah adına idare ederdi. Her türlü hak ve yetki onlarda idi. Kişinin hakkı, hürriyeti söz konusu değildi. 

Buraya kadar olan düşüncelerimizi şöyle bir neticeye bağlayabiliriz. İnsan önce doğanın esiriydi, sonra buna gökten kuvvet ve yetki alan bir takım adamlara esir olmak eklendi. İnsan toplumları büyüdükçe ve devlet haline geldikçe kişiler üzerindeki baskı o kadar çoğaldı. Devletin başında bulunan adamın hakkı, sınırsız, kayıtsız, şartsız, mutlak bir kudret olarak kabul ediliyordu. 

Kişinin hakkı, hükümdarın yararına olarak ilahi hak içindeydi. Bu hakka dayanarak hükümdar tebaasının hürriyetini istediği gibi kullanabilirdi, bu kişi hakkına saldırı sayılmazdı.

İnsanlar fikri gelişmede ilerledikçe kendi kökenlerini daha açık düşünmeye başladılar. Yavaş yavaş, onun büyüklüğünü daha iyi anlama ve takdir etme gücüne sahip oldular. Doğanın her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşıldıkça doğanın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve değerini anlamaya başladı. İşte insanlar bu kavrayış derecesine yükseldikten sonra 'doğanın insana verdiği bütün yetenekleri faaliyetlerde serbest olarak kullanmak ve gelişmek lazımdır, bu ihtiyaç doğaldır, doğanın verdiği haktır' dediler. Artık bundan sonra kişi ile hükümdar ve devlet arasında hak ve davası ve hak mücadelesi başlar.

6. İnsan haklarına saygı göstermeyen devlet varoluşunun nedenini ve anlamını kaybeder

Kişinin birinci hakkı, doğal yeteneklerini serbestçe geliştirebilmesidir. Bu gelişimi sağlamak içinse en iyi vasıta kişiye bir başkasının benzer hakkına zarar vermeksizin tehlike ve zarar kendine ait olmak üzere, kendi kendini istediği gibi sevk ve idare etmeye müsaade etmektir.

İşte bu serbest gelişmeyi sağlamak kişisel hakların oluşturduğu çeşitli hürriyetlerin ana gayesidir. İnsanların bu haklarına saygı göstermeyen siyasi toplum asli görevinde kusur etmiş olur ve devlet varoluşunun nedenini ve anlamını kaybeder. 

Çağdaş demokraside, kişisel hürriyetler özel bir değer ve önem kazanmıştır. Artık kişisel hürriyetlere devletin ve hiçbir kimsenin müdahalesi söz konusu değildir. Ancak bu kadar yüksek ve kıymetli olan kişisel hürriyetin medeni ve demokrat bir millette, neyi ifade ettiği hürriyet kelimesinin mutlak şekilde düşünülen manasıyla anlaşılmaz. Söz konusu hürriyet, sosyal ve medeni insan hürriyetidir. Bu sebeple kişisel hürriyeti düşünürken her kişinin ve nihayet bütün milletin ortak çıkarını gözetmek gerekir. Bir başkasının hak ve hürriyeti ve milletin ortak çıkarı kişisel hürriyeti sınırlar. 'Hürriyet başkasına zarar vermeyecek her türlü davranışta bulunmaktır' denildiği zaman vatandaş hürriyetinin yalnız bunun amaç olduğu, devletin bu amacı sağlamak üzere bir vasıta olarak kabul edildiği ifade edilmiş olur. Milletin genel çıkarını ve amacını koruyacak olan bu vasıtadır. (1930)

7. Medeniyetin geri olduğu cehalet devirlerinde, fikir ve vicdan özgürlüğü zorbalık ve baskı altındaydı. İnsanlık bundan çok zarar görmüştür.

Medeniyetin geri olduğu cehalet devirlerinde, fikir ve vicdan özgürlüğü zorbalık ve baskı altındaydı. İnsanlık bundan çok zarar görmüştür. Özellikle din koruyuculuğu kılığına bürünenlerin, gerçeği düşünebilenler ile söyleyebilenler hakkında uygun gördükleri zulüm ve işkenceler insanlık tarihinde daima kirli facialar olarak kalacaktır. (1930)

8. Fikirler zorla ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez

Bütün ilerlemeler insan düşüncesinin eseridir. Fikrin serbest hareketi ise ancak kişinin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü teşebbüse girebilmek serbestisine sahip olmasıyla mümkündür.

9. Özgürlükten doğan bunalımlar ne kadar büyük olurlarsa olsun, hiçbir zaman fazla baskının sağladığı sahte güvenlikten daha tehlikeli değildir.

Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yok olma vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir. (1906)

10. Bu memleket ve memleketin insanları daha çok zengin olmaya muhtaçtır ve hakkıdır.

Memleketimizde büyük sermaye sahibi, çok servet sahibi kaç kişi vardır ve bunların kaç parası vardır? Kapitalist olarak ortaya koyacağımız ve üzerlerine hücum edeceğimiz insanlar bunlar mıdır? Hayır efendiler. Bu memleket ve bu memleketin insanları daha çok zengin olmaya muhtaçtır ve bu hakkıdır. Bundan dolayı onların servetine göz dikmeyeceğiz ve belki orta sınıf tüccarları da onların seviyesine çıkaracağız ve hepbirlikte daha çok zengin olacağız. İsteriz ki efendiler memleketimizde bir çok milyoner ve milyarderler olsun. O zengin insanlar başlı başına bu memlekete bankalar, demiryolları, fabrikalar, şirketler ve sanayi müessesi kursunlar.  (1923)

11. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız

Ne olduğumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız. Bundan dolay her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içinde yeri yoktur, hakkı yoktur. O halde halkçılık toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir sistemdir. (1921)

12. Adalet seviyemizi bütün medeni toplumların adalet seviyesi derecesinde bulundurmaya mecburuz

Hükümet memlekette kanunu egemen kılmak ve adaleti iyi dağıtmakla yükümlüdür. Adli siyasetimizde izlenecek amaç, öncelikle halkı yormaksızın süratle, isabetle, emniyetle adaleti dağıtmaktır. İkinci olarak toplumumuzun bütün dünya ile teması normal ve zorunludur. Bunun için adalet seviyemizi bütün medeni toplumların adalet seviyesi derecesinde bulundurmak zorunluluğundayız. (1922)

13. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız

Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız. Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için hiçbir kayıt ve şart yoktur.

Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan bir takım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkum olurlar. (1922)

14. İnsan bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır

Bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakta meşguldürler. Bu itibarla insan mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır.  Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir.

Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, anlaşma ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan yoksundur. Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim. Milletleri yönetenler doğal olarak öncelikle kendi milletlerinin varlığı ve mutluluğunun gerçekleştiricisi olmak isterler. Fakat bütün milletler için de aynı şeyi istemek lazımdır.

Bütün dünya olayları bize bunu açıktan ispat eder. En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün etki etmeyeceğini bilemeyiz.

Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organı saymak gerekir. Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa 'bana ne' dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak gerekir. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtarır, bencillik kişisel olsun, milli olsun daima kötü olarak kabul edilmelidir. (1937)

Milletler yerleştikleri arazilerinin gerçek sahibi olmakla birlikte, insanlığın vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin servet kaynaklarından hem kendileri faydalanırlar ve hem de bütün insanlığı faydalandırmak ile yükümlüdürler. Bu kurala göre bunu yapmayan milletlerin yaşama hakkına ve bağımsızlığa layık olmamaları gerekir. (1920)

15. Biz Türkiye halkını insanlık dünyasından ayırarak kendi başımıza yaşayamayız

Biz Türkiye halkını insanlık dünyasından ayırarak kendi başımıza yaşayamayız. Bütün dünya ile bütün insanlıkla beraber yaşarız ve yürürüz! Hiç olmazsa onlarla bir hizada yürümeye mecburuz. Buna göre her hususta olduğu gibi özellikle yargıda da zamanın gereklerini daima göz önünde tutmak ve yeni yapacağımız şeyleri ona göre yapmak zorundayız. (1923)

16. Memleketler çeşitlidir fakat medeniyet birdir

Memleketler çeşitlidir fakat medeniyet birdir. Bir milletin ilerlemesi için de bu tek medeniyete ortak olması lazımdır. Osmanlı İmparatorluğunun düşüşü batıya karşı elde ettiği başarılardan çok boş bir gururla kendisini Avrupa milletlerine bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz. (1923)

Artık duramayız. Kesinlikle ileriye gideceğiz. Geriye ise hiç gidemeyiz. Çünkü ilerlemeye mecburuz. Millet açıkça bilmelidir. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yakar ve yok eder. 

İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde layık olduğumuz yeri alacağız. Onu koruyacağız ve ilan edeceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır. 

Medeniyetin coşkun seli karşısında direnmek boşunadır ve o gafil itaatsizlere karşı çok amansızdır. Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen medeniyetin kudret ve yüceliği karşısında çağdışı kalmış zihniyetlerle, ilkel, boş inançlarla yürümeye çalışan milletler yok olmaya veya hiç olmazsa esir olmaya ve aşağılanmaya mahkumdur. (1925)

17. Yalnız sizden olan bir şahsa sizden fazla önem vermek, her şeyi milletin bir ferdinin kişiliğinde toplamak elbetteki gerekli değildir.

Samsun Öğretmenleriyle Konuşmasından. (22 Eylül 1924)

'Dünyada her şey için medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki rehber ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. 

Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemelerini zamanında takip etmek şarttır. 1000, 2000, binlerce yıl önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak demek değildir. 

Bu vesile ile şahsıma karşı bir çok iltifatta bulunmak nezaketini gösterdiler. Bu iltifatlar samimi ve kalpten olduğu için şüphesiz çok memnunum, duyguluyum ve teşekkür borçluyum. Yalnız sizden olan bir şahsa sizden fazla önem vermek, her şeyi milletin bir ferdinin kişiliğinde toplamak, geçmişe, bugüne ve geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumsal açıklanmasını ve ortaya çıkarılmasını böyle yüksek bir toplumun mütevazi bir şahsiyetinden beklemek elbette ki layık değildir, elbette ki lazım değildir.

Memleket ve milletin hayat ve geleceğine olan sevgi ve hürmetimden dolayı huzurlarınızda bir gerçeği açıklamaya mecburum. Vatandaşlar, vatandaşınız olan herhangi bir şahsı istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi milli varlığınızı bütün sevgilerinize rağmen herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır.'

18. Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.

Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki amaçlara tamamen eremediğimizi fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.

19. Çok söz, uzun söz bir şey için söylenir: Gerçeği anlamayanları gerçeğe getirmek için...

Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cesaret eden adamlar olmalıyız.

Popüler İçerikler

A Millî Takım'ın UEFA Uluslar Ligi'ndeki Play-Off Turu Rakibi Belli Oldu: Macaristan
Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''
Meteoroloji 49 Kente Fırtına Uyarısı Verince Hava Forum 58 Kilo ve Altında Olanları Tiye Aldı