Hürriyet insanın düşündüğü ve dilediğini tam olarak yapabilmesidir. Bu tanım hürriyet kelimesinin en geniş anlamıdır. İnsanlar bu anlamda hürriyete hiçbir zaman sahip olmamışlardır.İnsan doğanın yaratığıdır. Doğanın kendisi bile tamamen hür değildir, evrenin kanunlarına tabiidir. Bu nedenle insan ilk önce doğa içinde doğanın kanunlarına, şartlarına, nedenlerine, etkenlerine bağlıdır. Mesela dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmamıştır. İnsan dünyaya geldikten sonra doğanın ve bir çok varlığın en zayıfı, en güçsüzüdür. İlkel insanların doğanın her şeyinden gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden, vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. İlk duygu ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğini mutlaka yapmaya kalkışmış olması düşünülemez.
İlkel insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine geçen Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde sayısız yasaklar yaratmıştır. Yasaklar ve hurafeler üzerine kurulan bir çok adetler ve gelenekler insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır. O kadar ki, kişisel düşünce hareket serbestisi gibi bir hak kavramı bilinmemiştir. Toplulukların başına geçebilen adamlar, topluluğu, Allah adına idare ederdi. Her türlü hak ve yetki onlarda idi. Kişinin hakkı, hürriyeti söz konusu değildi.
Buraya kadar olan düşüncelerimizi şöyle bir neticeye bağlayabiliriz. İnsan önce doğanın esiriydi, sonra buna gökten kuvvet ve yetki alan bir takım adamlara esir olmak eklendi. İnsan toplumları büyüdükçe ve devlet haline geldikçe kişiler üzerindeki baskı o kadar çoğaldı. Devletin başında bulunan adamın hakkı, sınırsız, kayıtsız, şartsız, mutlak bir kudret olarak kabul ediliyordu.
Kişinin hakkı, hükümdarın yararına olarak ilahi hak içindeydi. Bu hakka dayanarak hükümdar tebaasının hürriyetini istediği gibi kullanabilirdi, bu kişi hakkına saldırı sayılmazdı.
İnsanlar fikri gelişmede ilerledikçe kendi kökenlerini daha açık düşünmeye başladılar. Yavaş yavaş, onun büyüklüğünü daha iyi anlama ve takdir etme gücüne sahip oldular. Doğanın her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşıldıkça doğanın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve değerini anlamaya başladı. İşte insanlar bu kavrayış derecesine yükseldikten sonra 'doğanın insana verdiği bütün yetenekleri faaliyetlerde serbest olarak kullanmak ve gelişmek lazımdır, bu ihtiyaç doğaldır, doğanın verdiği haktır' dediler. Artık bundan sonra kişi ile hükümdar ve devlet arasında hak ve davası ve hak mücadelesi başlar.