Metrobüste birbirimizi görüp duymamıza rağmen görmüyor ve duymuyormuşuz gibi davrandığımızı belirten Neşe Altınel, “Tez çalışmamda metrobüsü bir kent mekânı ya da meydanı olarak düşündüm. Orada karşılaştığımız insanlar bizde bir merak duygusu uyandırıyor, fakat bir ‘şey’ bizi harekete geçmekten alıkoyuyor. Ben bunu yaşadığımız yabancılaşmaya bağlıyorum. Hızlı kent dinamikleri ve sürekli olarak devam eden bir koşuşturma hâli yaratıyor. Çok fazla insanın bir arada olması, kişiyi yaşadığı topluma karşı yabancılaştırıyor. Sürekli olarak akıp gideni kovalamaktan dolayı kimi şeyleri kaçırıyoruz, toplumsal olarak bir anlam yitimi yaşanıyor. Metrobüs, kent mekânında insanların belki de birbirlerine en yakın durdukları yer” dedi.
Daha önce hiç binmeyenlere söylüyorum durumu kafalarında canlandırmaları için. İlk metrobüse binişimde boş metrobüse en önde binip ayakta kaldım. O takım elbiseli şık beyfendiler, saatlerce makyaj yapmış al yanaklı şık prensesler bir anda canavara dönüşüyorlar. O yaşlı teyzeler, yaşlı amcalar vurarak iterek koşturuyorlar. Metrobüsün kapıları açıldığında herkes maskesini bir kenara atıyor...
hepimiz proletaryayız işte.ne bekliyordunuz?öyle mutlu sonla biten pembe hikaye değil bu.
metrobüsün neresi soğuk be saçmalamayın o kadar insanın sıcaklığı yetmiyomuş gibi klimayı açarlar içerisi 200 derece