İyi bir senaryodan kötü bir film çıkabilse de kötü bir senaryodan iyi bir film çıkamayacağı klişesini artık ezbere biliyoruz. Ancak iyi-kötü film ayrımına dair bildiğimiz bir şey daha var ki o da oyunculuğun önemi. Oscar, BAFTA gibi ödüller bir yana izlerken bizi büyüleyen, adeta filmin evreninde hissettiren performanslar izledik. Her biri de dün izlemişiz gibi aklımızda kaldı. İşte karşınızda unutamadığımız oyunculuk performansları...
Milenyumun en iyi filmlerinden biri olarak gösterilen There Will Be Blood'daki Daniel Plainview performansıyla Daniel Day Lewis bu listenin olmazsa olmazı. Dinden kapitalizme kadar 160 dakika boyunca eleştirilerini sakınmadan yapan filmle birlikte usta aktör, Oscar'a uzanmıştı.
Çeşitli sahnelerin gerçek savaş görüntüleriyle desteklendiği 1978 yapımı Vietnam filmi The Deer Hunter'ı koskoca De Niro'nun dahi önüne geçen Christopher Walken'ın gövde gösterisiyle hatırlıyoruz. Özellikle de rus ruleti sahnesiyle akıllarda uzun süre yer edinen filmdeki performansıyla Walken, Oscar'a uzanmıştı.
Psikolojik gerilim türünün en kült örneklerinden Angst'taki Erwin Leder performansı dün gibi aklımızda. Bergman veya Kubrick filmlerindekine benzer rahatsızlık hissi yaratan filmde Leder, iki gününü izlediğimiz katilin psikolojisini inanılmaz bir başarıyla sunmuştu.
Son zamanların en acı dolu filmlerinden Mancheter by the Sea, usta işi bir oyunculuğu da beraberinde getirdi. Hayatını kaybeden abisinin 16 yaşındaki oğluna bakmak zorunda kalan Lee'nin boğazında düğümlenen tarifsiz acıyı süslemeden, olması gerektiği şekilde sunan Casey Affleck bu rolüyle Oscar'a aday gösterildi.
Milenyumun en iyi oyunculuk performanslarından birini bizlere sunan Cast Away'de Tom Hanks kariyerinin zirvesine çıkıyor. Hanks'in vücudundaki değişimler için çekimlerinin bir yılı aşkın süre askıya alındığı iddia edilen film, iki farklı hayatta kalma hikayesini konu ediniyor.
Otoritelerce tarihin en iyi oyunculuk performanslarından biri olarak görünen Raymond Babbitt, Dustin Hoffman'ın otizm ya da asperger sendromu hastalarından ayırt edilemeyecek derecedeki inanılmaz oyunculuğuyla bizi büyülemişti. Çekimlerden önce altı ay boyunca otistik bireylerle yaşayan Hoffman, bu filmle birlikte En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını kazandı.
Seyrederken düşündürten ve düşündürttüğü kadar da kalpte buruk bir tat bırakan İçimdeki Deniz, hiç kuşkusuz ki inanılmaz Ramon Sempedro performansıyla çıtayı en üste çekmişti. Vücudunu kullanmadan bizlere dokunabilen performansıyla büyüleyen Bardem, filmin içindeki tarifsiz her bir acıyı birebir yansıtmasıyla listede olmayı fazlasıyla hak ediyor.
Kabul, usta yönetmen Quentin Tarantino'nun modern başyapıtı Inglourious Basterds senaryosundan kurgusuna inanılmaz bir seyirlik ancak şüphesiz ki Hans Landa olmasa ciddi bir yanı eksik kalırdı. Tarantino'nun yazdığı en eğlenceli karakter olarak betimlediği Hans Landa rolünü inanılmaz bir şekilde hayata geçiren Christoph Waltz bu sayede ilk Oscar'ına uzanırken filmde Almanca, İngilizce ve İtalyanca konuşarak İngilizce'den farklı bir dille bu ödülü kazanan altı aktörden biri oldu.
Nörolojik hasta rollerini canlandırmak ciddi çaba istiyor. Bu çabanın en hakkını veren rollerin başında ise Leonard Lowe karakteriyle Robert De Niro geliyor. Bir diğer usta oyuncu Robin Williams'ın idealist doktor, De Niro'nin ise tedavisi mümkün olmayan nörolojik hastalığa yakalanan bir adamı canlandırdığı filmin çoğunluğu rehabilitasyon merkezinde geçerken De Niro adeta devleşiyor.
Stephen Hawking'in hayatını konu alan 2014 yapımı The Theory of Everything, senaryosundan kurgusuna birçok noktada eleştiriyle karşılaşsa da herkesin ortak noktası Eddie Redmayne'ın sıra dışı performansıydı. Peşi sıra The Danish Girl ile de inanılmaz bir oyunculuk sergileyen Redmayne, bu filmle birlikte Oscar'a uzandı.
57. Oscar Ödülleri'nde 8 dalda Oscar kazanarak damgasını vuran Amadeus, tüm kusursuzluklarının yanında yıllar geçse de Murray'in usta işi performansıyla hatırlanıyor. Aynı adlı tiyatro oyunundan uyarlanan, ünlü besteciler Mozart ile Salieri'nin hayatına odaklanan filmdeki Salieri rolüyle Murray akıllarda yer edindi.
Cannes'da Altın Palmiye için yarışıp En İyi Erkek Oyuncu ödülüyle dönen ve altı dalda Oscar adaylığı kazanan kara komedi Nebraska, son yılların en iyi oyunculuk performanslarından birini sunuyor. Yer yer içine kattığı ince esprileri ve kasvetli havasıyla ailevi değerleri sorgulatan Nebraska'daki inanılmaz oyunculuğuyla Dern, Oscar'a da aday olmuştu.
Cannes'da Danimarka efsanesi Mikkelsen'e En İyi Erkek Oyuncu ödülünü getiren Jagten, kuşkusuz ki son zamanların en çarpıcı yabancı filmlerinden biri. Küçük bir kız tarafından haksız yere cinsel istismarla suçlanan bir adamın masumiyetini kanıtlama hikayesi olan filmde Mads Mikkelsen adeta kariyer zirvesine çıkıyor. Önyargıların yaşantılarımızı nasıl altüst edebileceğini gösteren film hem senaryo hem de Mikkelsen'in performansıyla özel bir yere sahip.
David Lynch'e Oscar adaylığı getiren efsane film Blue Velvet, komşusunun arka bahçesinde kesik bir kulak bulan kolej öğrencisi Jeffrey Bamount'un hikayesini konu ediniyor. Usta yönetmenin en anlaşılır filmlerinin başında gelen Blue Velvet'ın tüm ihtişamının yanında Frank Booth rolüyle harikalar yaratan Dennis Hopper'a ayrı parantez açmak gerekiyor. İnanılmaz bir performans.
İlginç bir tarihi figür olan Winston Churchill'in siyasi hayatına odaklanan 30 milyon dolar bütçeli The Darkest Hour'da rol için 200 saat makyaj yapan Gary Oldman, son zamanların en iyi performanslarından birini sunuyor. Tanınmaz hale geldiği makyajıyla kekeme ve alkolik bir kralı inanılmaz bir gerçeklikle sahneye taşıyan Oldman, bu sıra dışı performansıyla birlikte Oscar'a uzanmıştı.
Tarihin en iyi yardımcı performanslarından birine şahit olduğumuz Unforgiven'da Gene Hackman, şaşırtıcı derecede zor olan bir kötülüğü enfes şekilde ekrana taşıyor. Özellikle de hapishanede yazarla konuştuğu sahnede adeta devleşen Hackman, bu filmle aldığı Oscar'ı sonuna kadar hak ediyor.
Britanyalı diplomat T. E. Lawrence'in hayatını anlatan ve bir dönem Türkiye'de gösterimi yasaklanan Lawrence of Arabia kuşkusuz ki tarihin en iyi oyunculuk performanslarından birine sahip. Yaklaşık dört saat boyunca seyirciyi koltuğuna çiviletecek kadar büyük bir oyunculuk sergileyen Peter O'Toole'a şapka çıkarmaktan ve bu nadide performanstan dolayı teşekkür etmekten başka yapacak bir şey yok.
The Godfather'da fırtınalar estirip yardımcı rol Oscar'ına uzanan Robert Duvall'in başrol olarak Oscar'a uzanmasını sağlayan Tender Mercies, haliyle çok özel oyunculuk performanslarından birine sahip. Dul bir kadın ve çocuğu arasındaki ilişkiye odaklanan film Duvall'ın sade ama çarpıcı performansıyla büyük bir seviye atlıyor.
Truman Capote adındaki bir muhabirin yaşamını anlatan Capote, ilginç ses tonundan gözlerdeki ayrıntılara kadar Philip Seymour Hoffman'ın sahnede devleştiği bir film. Usta oyuncuya Oscar ve BAFTA ödülü getiren bu unutulmaz performans özellikle de Capote'in ağladığı sahnede adeta oyunculuk dersi veriyor.
Ritim ve blues ustası Ray Charles'ın yaşamının otuz yılına odaklanan Ray, güçlü senaryosunun yanı sıra tabiri caizse Ray Charles'ı mezarından kaldırıp getiren bir Jamie Foxx performansıyla taçlanıyor. Sürpriz olmayan bir şekilde Foxx'u Oscar'la taçlandıran bu performans, vücudu taşıyışından ellerine kullanışına kadar adeta yaşayan bir Ray Charles sunuyor.