Olaylar 1920’li yıllarda Meksika’da başlar. Kahramanımız genç bir kız, Casiopea Tun... Babası öldükten sonra annesiyle birlikte büyükbabanın evine yerleşir ve burada hayat Casiopea için oldukça zor ve yorucu geçmeye başlar. Başta büyükbabası ve kuzeni Martin olmak üzere annesi hariç herkes onu hizmetçi yerine koyar ve kötü davranır. Ama kızımız yıldızlara bakıp hayal kurmayı, gizli gizli kitap okumayı ve bir gün bu evden kurtulacağına dair inancını asla yitirmez. Bu konuda en büyük motivasyonu büyükbabasının ona bırakacağını düşündüğü mirastır. Evde kimsenin olmadığı bir gün büyükbabanın odasına girer ve hep dikkatini çeken demir sandığı açar.
Amacı sandıktaki parayı alıp evi terk etmektir ama hiç beklemediği bir şeyle karşılaşır: Sandık kemiklerle doludur. Kemiklerin sahibi, kardeşi Vucub-Kame tarafından ihanete uğrayıp başı kesilen, saklaması için büyükbabaya teslim edilen Şibalba’nın Ölüm Lordu Hun-Kamé’ye aittir. Casiopea’nın parmağına batan kemik parçasıyla yeniden hayat bulan Hun-Kame, elinden alınan gücü ve tahtını tekrar kazanabilmek için kardeşinin farklı yerlere sakladığı parmağı, kulağı, gözü ve yeşim kolyesini bulmak zorundadır. Zaten evden kaçmak için fırsat kollayan Casiopea’nın da bu yolculukta kendisine eşlik etmesi gerektiğini söyler ve zorlu, tehlikeli engellerle dolu bir yolculuğa çıkarlar. Kahraman kızımız, Şibalba Lordlarının taht mücadelesinin ortasında, zorlu bir macerada kendini bulur. Ölüm ve yaşam, iyilik ve kötülük, affetme ve intikam ikilemlerinin arasında seçtiği yol kaderini belirler.
Kitabın sonuna eklenen “Sözlükçe” bölümü, içerikteki mitolojik tanrıların, mekanların, yaratıkların, ritüel ve sembollerin Maya mitolojisindeki anlamını ve önemini açıklamaktadır. Kitapta ilahî ve ebedî bir savaşın iki tarafı olan Hun-Kame ve Vucub-Kame, Maya mitolojisi kaynaklarına göre yer altı dünyası olarak adlandırılan Şibalba’nın efendileri olarak biliniyor. Yine sıkça karşılaştığımız “Orta Diyar”, insanların yaşadığı dünya şeklinde tanımlanıyor. Ayrıca yazar, bu kurguyu oluştururken Mayalar için kutsal sayılan, dünyanın ve tanrıların oluşumu, yaratılışla ilgili mit ve efsanelerle dolu olan Popol Vuh’tan etkilendiğini belirtiyor.
“Dile getirdikleriniz güçlenir ama hiç dile getirilmeyenler de insanın yüreğinde derin yaralar açar, o yüreği paramparça eder de dudakların arasından tek hece olsun kaçmaz.”
Instagram
Kitap, konu olarak ilgi alanıma girmiyor. Dolayısıyla alıp okuyacağım bir eser değil fakat çeviri üzerine yapılan eleştiri dikkatimi çektiği için tecrübe ettiğim farklı bir durumu aktarmak istedim. Gece Kitaplığı'ndan Ömer Faruk Tokat'ın çevirisi ile çıkan James George Frazer'in Ölümsüzlük İnancı ve Ölülere İbadet eseri. Hani klişe bir tepki vardır ya "Translate'de mi çevirdiniz?" diye. Keşke öyle olsa! Cümlelerin tamamı bozuk ve ne demek istendiği anlaşılmıyor. Daha açık bir ifade ile kitabı okuyamıyorsunuz. Kitapta "erkek ırkı" diye bir tabir var ve İngilizce'de "mankind" kelimesinin "erkek ırkı" diye çevrilmesi dışında bir ihtimal gelmiyor aklıma, ki bunu Translate bile yapmıyor. Bahsettiğim eserin piyasadan toplatılıp tekrar basılması dışında bir alternatifi yok.