Yüzyıllardır üzerinde düşünülen, çeşitli kuramlar geliştirilen, yorumlar yapılan bu acı gerçekler Karl Marx ve Friedrich Engels’i de fazlasıyla etkiler ve Marksizm adında yeni bir akım oluştururlar. Hemen açıklayalım; Marksist sistem, kapitalizmi reddederek sınıf farkından doğan sosyal çatışmalara vurgu yapıp bu çatışmaların ortadan kalkması gerektiğini savunur. Yani mis gibi düzen diyebiliriz. Marksizm kısa zamanda toplumların farklı kesimlerince benimsenir hatta sanatın birçok dalına yansır. Buna göre sanatçı toplumsal sorunlara duyarlı, toplumun aynası olmalıdır. Çünkü tek gerçeklik insan gerçekliğidir. Bu kadar bilimsel açıklamadan sonra biraz da Marksizm’in bizdeki yansımalarına bakalım, ne dersiniz?
Tam da savaşlardan yeni çıkmış, toparlanmaya çalışan, siyasî, ekonomik ve toplumsal açıdan karmakarışık bir halde olan Anadolu’nun bağrından kopan cefakâr yazar ve şairlerimiz yukarıda bahsettiğim Marksizm akımını benimseyip toplum sorunlarını esas alan eserler yazmaya başlarlar. E dönem buna müsait, malzeme sorunu yok tabii.
İşçi sınıfın sorunları, yoksullukla ve türlü hastalıklarla mücadele eden halkın sıkıntıları, toprak sahiplerinin acımasızlığı, sanayileşme adına atılan yanlış adımların işçi sınıfına ödettiği bedeller gibi birçok toplumsal sorunu roman, öykü, şiir, deneme türünden eserlerle okuyucuya sunarlar. Reşat Enis Aygen, Sadri Ertem ve Sabahattin Ali ile başlayan bu akım diğer edebiyatçıların da dikkatini çeker, Marksizm kısa zaman içerisinde edebiyatımızda önemli bir rol oynar. Sonraları Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Şevket Süreyya Aydemir, Ahmed Arif, Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz, İsmet Özel, Aziz Nesin, Kemal Tahir, Necati Cumalı, Yaşar Kemal, Arif Damar gibi önemli isimler de Marksist düşünceye dayalı eserler vermeye başlarlar.
Nur içinde yatsın çok güzel bir insan.