Bir yandan şu efsane dizeler dolanırken içimde, hani “sesinde söyleyemediğin sözcükler var” diye uzayıp deryalar boyu süzülen… Cemal Süreya’ya en yakışanlardan olan… Bir yandan da “insan insana söyleyemediği sözcüklerden ibarettir” kurgusunun dayanılmaz sakinliği, belki huzuru belki de dinginliği sarıyor yavaştan aklımı. Nazım Hikmet’i özetleyen bir kısa film gibi.
Bu galiba biraz sözcüklerin sınırlı kabiliyetleri biraz da elimizde olanlar ve kalbimizden geçenlerin uyumsuzluğu ya da eksik kalışı ile ilgili. O zaman bir şeyler yapmalıyım sanki. Belki sadece susup, en azından başkasına susup kendi kendime konuşma zamanlarından birindeyimdir. Ya da mevsimlerinden. Sahi, insan da sadece dört mevsimden mi ibarettir yoksa dört mevsim çok mu sade kalır yolculuğumuzu anlamaya, anlatmaya… Ya da soğuk ve yağmurlu bir akşamüstü, “merhaba” demişsen hayatıma, o mevsim belki de benim için kış değildir… Yoksa mevsimler de aslında göründükleri gibi değil midir?