Melih Görgün Yazio: Aslında Veda Edişim Gidişimden Çok Sonraydı

Henüz sonbaharı ilan eden ilk yağmur yağmamıştı ve akşamüstlerinin limon gibi serin rüzgarları başlamamıştı. Öyle mesele falan da değildi onun için “to be or not to be…”. Biraz da büyük usta Orhan Veli’nin anlattığı gibi…

Kariyerini düşündü. Daha doğrusu olmayan kariyerini. Aklında neler vardı, zaman geçti, ne kaldı geriye? Ne kadar zamanı vardı? Olmayan kariyeri derken… Yanlış anlaşılmasın… Genç yaşta onlarca ödül almış, dört yabancı dil bilen ve “kişisel gelişim zımbırtıları”-ki bu tanım kendisine aitti- en çok satan yazarlardan biri olan kişiden söz ediyoruz...

Peki neydi olmayan kariyeri? Olmayan, olamayan neydi?

Çocuk kitapları yazmak istiyordu. Çocuklar için ışık olmak, umut köprüleri kurmak istiyordu. Eğitim sisteminin adaletsiz düzenini kendi çapında düzeltmeyi hayal ediyordu. Elinden geldiği, gücünün yettiği ölçüde mutlu çocuklarla dolsun istiyordu özlediği aydınlık yarınlar. Henüz bunları istediği ölçüde başaramamıştı…

Aynı havayı solumak istemediği, aynı gökyüzünü paylaşmaktan hicap duyduğu da çok insan vardı. Kırıldığı anlar, üzüldüğü zamanlar çok olmuştu. Yaşı genç sayılırdı. Ama en azından bu gece, ruhu biraz yaş almış gibiydi. “Aslında biraz da ruhudur insanın yaşını anlatan” diye düşündü sonra…

Ölüm gibi bir şey geldi aklına. Ölüm gibi dediği, toprağın alttında olmak falan değil... Unutulmayı düşündü galiba. Yani bir de acaba insan ne zaman gerçekten ölürdü. Nefesi durduğunda mı, yoksa nefes alırken kalbi artık eskisi gibi atmadığında mı? Yoksa toprağın altına girip, bir zaman sonra türlü böceklere yemek olduğunda mı…

Yok yok… Bunların hiçbiri aklının iplerini birbirine dolayan ve unutmaya çalıştığı yüzleşmenin tam tarifi değildi… Galiba yanıtları az çok tahmin ediyor hatta biliyor gibiydi. İtirafı zor, itirazı güç ve düşünmesi de çok ağırdı… 

Çok üzgündü… Acaba düşündüğü şeyin zamanı geldiğinde bir şekilde haberi olacak mıydı. Ya da farkında olacak mıydı bir şeylerin… Aklından bir türlü çıkartamadığı şuydu:

İnsan acaba, dünyada adı son kez anıldıktan sonra mı ölüyordu. Yani adını en son kim hatırlayacaktı? Belki de yıllar, yüzyıllar sonra… Ama o an geldiğinde, sonrasında ne olacaktı. Sonsuz veda bu muydu? Son veda böyle miydi? İnsan kaç defa veda edebilir, son veda olmasın diye neler feda edebilir, nelerden vazgeçebilirdi? 

Gidişi onu elbette çok üzecekti. Ama en büyük tesellisi şu sözleri oldu: “Gidişim aslında veda edişimden çok sonraydı… Yani eminim böyle olacaktı…”. Bu düşünce ilginç biçimde bir umut şimşeği çaktırdı içinde… Biraz gülümsedi. Buruk bir gülümsemeydi bu, biraz da gözlerini dolduran biçimden… Ve günlüğüne şöyle yazdı uyumadan hemen önce: “Şimdilik hoşçakalın. Belki de birkaç yüzyıl sonra görüşmek ya da veda etmek üzere…”.

Instagram

Twitter

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
RTÜK Başkanı'ndan Gündüz Kuşağı Programlarına Son İkaz: "Toptan Yok Ederiz!"