Peki “öldüren depremler değil binalardır” söyleminin yaygınlaştığı deprem günlerinde hem yakınlarda yaşanmış İzmir (Ege) depreminde hem de daha önce birçok farklı yörede gerçekleşen depremleri yalnızca doğal yolla oluşan bir felaket gibi algılamak mümkün müdür? Eğer depremdeki kayıplarınızın yalnızca doğal bir afetin doğal sonuçları gibi değerlendiremeyeceksek, afet yönetiminin (kayıp riskini önleme-azaltma) en uygun biçimde yapılması için daha kaç deprem yaşamamız gerekecek?
Deprem tabii ki doğal bir felakettir. Ancak oluşturduğu can ve mal kaybı insanların yaptıkları ya da yapmadıkları ile doğrudan ilgilidir. Kullanılan betonun kalitesinden, binanın tasarım amaçlarının dışında kullanılıp kullanılmamasına hatta güçlendirme çalışmalarının amacına uygun biçimde gerçekleştirilmiş olup olmamasına kadar birçok değişken tamamen insanların yaptıkları ya da yapmadıkları ile ilgili değil midir?
İnsanların göçük altında kalmasından sonra hala kurtarılabilme şansı vardır. Peki göçük altında yaşama süresini belirleyen yaşam alanları (boşlukları) da en azından bir miktar kullanılan malzeme ile ilgili değil midir?
Ben ilk deprem deneyimimi Hacettepe Tıp Fakültesi’nden taze mezun bir pratisyen hekim iken görev yaptığım Erzincan’ın Kemah ilçesinin Kerer köyünde yaşadım. O yıllarda görev yaptığım köyde su ve elektrik olmadığından hava ve yol koşulları izin verdiğinde hafta sonları Kemah’a gider banyo yapma imkânı bulur, temiz su içer siyah-beyaz da olsa tv seyretmenin ve gaz lambası koşulları dışında okuma yapmanın nimetlerinden yararlanırdım. Belki gerçek, belki de rivayet olduğundan hala emin olamadığım “Erzincan” isminin “Ezdincan”dan geldiğini de o yıllarda öğrenmiştim. Yine aynı yıllarda Kemah ilçesine veya Erzincan’a gidebildiğim hafta sonlarında 2 ya da 3. Katta sohbet ederken oluşan hafif bir sarsıntının ne olduğunu anlamaya çalışırken arkadaşlarımın kendilerini çoktan dışarı atmış olduklarını görerek hayretler içinde kalırdım.
Aradan yıllar geçti ve ben psikiyatri alanında yeni bir doçent iken 13 Mart 1992’de Erzincan’da 6.8 şiddetinde bir deprem oldu. Resmi rakamlara göre 653 gayrı resmi rakamlara göre 3000 kişinin ölümü ile sonuçlanan bu depremde Erzincan’a giderek depremzedelerin ruhsal yaralarını kısmen de olsa azaltmaya gayret ettim. O yıllarda henüz be AKUT, ne de AFAD gibi kurum ya da dernekler yoktu. Ancak dünyanın değişik yörelerinden gelen ve gönüllü olarak insan acılarını azaltmak doğrultusunda görev yapan “Felaket Sonrası Müdahale Ekibi” olarak kendini tanımlayan, her biri farklı meslek gruplarından olan olağanüstü duyarlı bir grupla birlikte deprem bölgesinde çalıştık. Grup içinde arama ekiplerinden, mimarlardan hekimlere ve mühendislere kadar değişen bir yelpaze içinde özveri ve şefkatle çalışan bu insanlarla ortak bir hizmet verdik. Çalışmalarımıza zamanın valisi rahmetli sayın Recep Yazıcıoğlu’nun destekleri ile devam edip, hazırladığımız raporu zamanın yetkililerine maddeler halinde verdik. Raporda öncelikle depremlerin oluşturabileceği zararı en aza indirmek için alınabilecek tedbirler yanı sıra deprem sonrası yöre halkına yapılacak yardımların ve sosyal desteğin ulaşılabilir ve sistematik bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için gerekli tüm öneriler mevcuttu. Yani bugün uygulanması beklenen her şey daha o yıllarda (1992 de) önerilmişti. Çünkü Erzincan 1939 yılında 7.2 şiddetinde oluşan ve ağır kayıplarla (33.000 ölüm) sonuçlanan büyük bir deprem ve de ardından bir çok küçük deprem deneyiminden geçmiş bir ilimizdi. Somut öneriler arasında şehrin üzerine kurulduğu alanın özelliklerinden, felakete uğrayan bölgede yaşayan insanlara yapılacak yardımın en etkili biçimde ulaştırılmasına dair birçok madde vardı. Özellikle dikkati çekmek istediğimiz hususlardan birisi afet bölgelerine organize/sistematik yardımların ulaştırılmasının depremin oluşturduğu koşullar nedeniyle ortalama 72 saat aldığı ancak ölümlerin çoğunun ilk 24 saat içinde gerçekleşmesi idi. Kendisi depremzede olan yöre halkından ve sivil toplum örgütlerinden yardım beklemenin pek gerçekçi olmadığı ve bu konuda hızlıca hizmet verebilecek yöre dışından kurum ve kuruluşlara ihtiyaç olduğu bilgisi de verdiğimiz rapor içinde mevcuttu.
Zamanla AKUT ve ardından 2009’da AFAD kuruldu. Aynı zaman aralığında 17 Ağustos 1999’da gerçekleşen resmi rakamlara göre 17.500, gayrı resmi rakamlara göre yaklaşık 50.000 civarında insanın ölümü ile sonuçlanan Marmara (Gölcük) Depremi gerçekleşti. Bu deprem sonrasında da İzmit’in çeşitli yörelerinde ve özellikle ölü bedenlerin ve beden parçalarının getirilip depolandığı ve bazen ayrı ayrı bulunup getirilen beden parçalarının ait olduğu bedene yerleştirme işleminin yapıldığı İzmit Buz Pateni Pisti’nde gönüllü görevler üstlendim. Travmaların en ağırını yaşayan yüzlerce insana ve onlara yardım veren onlarca ruh sağlığı profesyonellerine hizmet vermeye gayret ettim. Hatta yöre halkına dağıtılması için “Deprem Sonrası Ortaya Çıkan Psikolojik Tepkileri Anlamak ve Kendi Kendine Yardım Etme Yöntemleri” üzerine bir kitap hazırlayarak 10.000 adet dağıtılmasını sağladık.