Yeni yıldan beklentisi yeni bir aşk olup bundan pek de ümidi olmayanlar. Önce şu duymaktan hoşlandığımız nedenlerle başlayalım.
Yeni yıldan beklentisi yeni bir aşk olup bundan pek de ümidi olmayanlar. Önce şu duymaktan hoşlandığımız nedenlerle başlayalım.
Sevgilim olacaksa yalnızlığımı paylaşmak için olmalı diyenler aslında alan daraltacak bir aşıktan çekiniyor olabilirler. Yine bu daha önceki ilişkilerinde çok kısıtlanan insanlarda sıklıkla rastlanır. Kendilerini yalnız hissettikleri anda ise hemen daha sonra pişman olacakları bir ilişkiye yelken açarlar.
Her ilişkinin elbet biteceğini düşünenler aşkı sevgiye dönüştüremeyen ateşli kişilerdir. Bir süre sonra hayal kırıklıklarından korunmak için kendilerini ilişkilerden uzak tutmaya çalışırlar. Aşkın geçici ve tüm ilişkilerin beklentiler üzerine kurulu masum olmayan yaşantılar olduğunu düşünmek onları yeni bir hayal kırıklığından korur.
Aşırı kıskanan, sürekli ilgi arayan ya da dün “çok seviyorum, deli gibi aşığım” diye düşünürken, bugün “çok sıkıldım zamana ihtiyacım var” diyen kişilerin bu iflah olmaz halleri ile çocukluk yaşantıları arasında bir bağ olup olmadığı sorusu psikologların her zaman iştahını kabartmıştır.
Cindy Hazan ve Philip Shaver, Bowlby’nin bağlanma teorisinden esinlenerek romantik ilişkileri bir bağlanma süreci olarak ele alır. Bu çalışmalardan esinlenerek 2 tür bağlanma türünün aşk içeren, uzun ve sağlıklı ilişkilerden alıkoyduğunu düşünebiliriz.
5a) Kaygılılar: Bu kişiler aşırı ilgi bekleyen, baskılayıcı, kıskanç kişilerdir. Sık aşık olur ve aynı hataları yaptıktan sonra gerçek aşkı bulamamaktan şikayet ederler. Duygularını abartılı yaşarlar, görüntülerine çok önem verirler. Bebekliklerinde anneleri değişken ve tutarsız davranışlarda bulunmuştur. İnsanların yaklaşık %25’i bu gruptadır.
5b) Kaçınganlar: Bu kişiler ilişkilerinde bağlanma korkusu, güvensizlik ve kaçınma yaşarlar. Romantik ilişkilerin süresi ve kalıcılığı konusunda hep şüpheleri vardır. Mutlu olmak için birine ihtiyaç duymadıklarına inanırlar. Duygularını gizlerler. Bebekliklerinde anneleri soğuk ve ilgisizdir. İnsanların yaklaşık %25’i bu gruptadır.
Çocuklar doğumdan itibaren, annesiyle kurduğu ilişkiyi rehber alarak bazı yaşamsal kararlar alırlar ve bu kararlar onları tüm hayatları boyunca etkiler. Bu kararlar arasında “birine ne kadar güvenebileceği”, “kendisinin sevilmeye ne kadar layık olduğu”, “isteklerini ne şekilde ifade etmesi gerektiği” gibi kararlar da bulunmaktadır. Karşısındakine asla güvenmeyip sürekli partner değiştiren, kendisini değersiz ve sevilemez görüp kimseye duygularını aktaramayan, her durumda ağlayarak kapris ve naz yaparak ilişkisinin enerjisini emen kişilerin çocukluk yaşantılarının analizi çözüm yolunda farkındalık yaratabilir.
Bu bulgular eşliğinde, psikologların pek sevdiği çocukluğa dönme işinin ilişki tatmini çalışılırken işe yarayacağı aşikardır. Sevgisiz büyüyen bir çocuğun ileride sevgiye layık olmadığını düşünmesi, ilgisiz büyüyen bir çocuğun ileride ilgi görünce bunun geçici olduğunu düşünmesi, annesi kendisine aşırı bağımlı bir çocuğun, ileride sevdiklerinden ayrı bir şey yapmaktan çekinmesi az rastlanır durumlar değildir.
Bebekliğinde ağladığı durumlarda annesi geç tepki veren ve bu sebeple ağlama süresi ve gerginliği artan bebeklerin, yetişkinlikte yaşadıkları romantik ilişkilerinde daha sinirli ve gergin olmaları bu bağlamda beklenebilir. Yine bebekliğinde annesine temas etme ve kucağına gelme talepleri sık sık reddedilen kişilerin, yetişkinlikte karşı cinse temas etmekten çekinen, kaçınan daha yüzeysel tutumlar sergileyebileceklerini bu teori kapsamında öngörebiliriz.
Kısacası 'neden aşık olamıyorum' sorusunun cevabı için yine kendimizi oyalayacak tatlı cevaplar da verebilecekken işin karanlık tarafıyla da yüzleşmek mümkün. Kimsenin aşık olma zorunluluğu yok, ama bahanelerden kurtulup birine aşık olup, sağlıklı ve huzurlu bir ilişki yaşamak gibisi de yok.
Tam aşık oluyorsun sonra insan insanlığını yapıyor olay çok farklı yerlere geliyor. Aşktan insan faktörünü çıkarırsan güzel olabilir belki ama onunda olanağı yok gibi duruyor.