Dönem itibariyle kısıtlı bir algının ürünü olarak ihtiyaca yönelik gelişmiş olan bir değeri ya da değerleri günümüzde sadece farkına varmadan hayatımızın gidişatını sekteye uğratan ritueller olarak manen bir zorunluluk hali olarak yaşıyoruzdur. Bu algı çok mu sert oldu? Hayır, alakası yok!Çünkü her şey düşünceyle başlar. Sizin birine karşı kuracağınız cümle, gerçekleştireceğiniz bir iş, oluş ya da hayatınızın akışında yapacağınız değişimler ve daha nicesi…Bunların hepsi ama hepsi bir düşüncenin ürünüdür. Ben de düşünüyorum işte. Düşündükçe de başkalaşıyor ve değişiyorum olması gerektiği yönde.Değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu burada yeniden vurgulamakta fayda olduğunu da düşünüyorum. Bakın hala düşünüyorum.
Ama yoğun bir kalabalığı düşündüğüm zaman, içim sıkılıyor, kalbim daralıyor ve o insanların yaşanmamışlıklarına oturduğum yerden kahroluyorum. Oturduğum yerden derken, kendimi elbette Amin Maalouf’un orta doğu insanını betimlediği kategoriye sokmuyorum.
Ne diyordu kendisi Ortadoğu insanları hakkında?
‘’Her şeye üzülen ama hiçbir şey yapmayan insanlar’’
Çok doğru bir tespit olmakla beraber, ben ve benim gibi düşünce insanları için bu durum geçerli değildir. Çünkü bu katı distopikyapı içerisinde hayalini kurduğumuz ütopya ancak devrimsel ve evrimsel olarak zamanla gerçekleşecek bir şeydir. Bunun da bilincindeyim. Bu ve benzer yazılar, birilerinin dimağlarına girecek, sonra bu yaygınlaşacak ve kültleşmiş ama amaca hizmet etmeyen yapının bozumu sonrasında da yeni dönemin yeni yaşayışı halini alacaktır şüphesiz. Şu an ise bu köklü değişim namına yapabildiklerimiz ancak bir zincirin halkasına bir katkı sağlayabilmek. Elbette ancak becerebildiğimiz ölçüde. Neden kahrolduğumla alakalı asıl konumuza dönecek olursak; erkek ya da kadın, fark etmez. Bir şekilde dünyaya geliyoruz.
İyi ya da kötü şartlarda büyüyor, ileri seviyede ya da belli bir limitte eğitim alıyoruz. Adına aşk denen, ilk başladığında ilginç bir kimya, bittiğinde ise ‘’O kim ya!’’dan ibaret duygu sersemlemesini yaşıyoruz. Evleniyoruz, sevişiyoruz, ürüyoruz, hasbel kadar biçilen ömür süresince hoş,nahoş şeyler yaşıyor ve sonra da ölüyoruz. Gerçekten dünyaya tüm bu gelişlerin amacı salt bu kısıtlı deneyimlerden ibaret bir yaşam olabilir mi? Yoksa herkesin hayata bir geliş amacı var mı? Şahsen hayata geliş amacımın sanata , dünyaya, uzaya dair merak duyduğum konular ve sanatsal ve yazınsal üretimler olduğunu düşünüyorum. Bunu elbette ben böyle düşünüyorum. Siz ne düşünürsünüz bilemem lakin hayat deneyimi dediğimiz şey bize doğduğumuz andan itibaren kodlanan her bir şeyin bütününden ibaret. Sistemin devamlılığı için benim bir amacım var. Yine aynı sisteme hizmet etmek adına senin de bir amacın var. Bir başkasının da keza öyle fakat insanlık olarak kendimizi öylesine üstün görüyor, öylesine ulaşılmaz olduğumuzu düşünüyoruz ki… Yaptığımız eylemlerin bütüne hizmet ettiği gerçeğine inanmak istemiyoruz. Peki bu kanı, kesin bir gerçek midir? Şüphesiz şu an ulaşılan algıya yönelik kesin gerçek diyebileceğimiz bir şey yoktur. Bilimsel bir konu dahi ancak bir sonraki tez kendini çürütene kadar gerçektir. Lakin benim bakış açıma ve teolojik, ezoterik her tür inanışa göre bu böyle. Bütüne hizmet etmenin ne demek olduğunu birazdan çarpıcı bir örnekle daha da derinlemesine açıklayacağım fakat kafamı çok kurcalayan şu hayatın güya tamamen bizden ibaret olduğu konusundaki patolojiye değinmeden geçemeyeceğim.
Bu konuyu evrensel anlamda da düşündüğümde hüküm süren kısıtlı bir algıyla, tümden gelime ulaşmak sürpriz olmuyor genelde. Bu ne demek? Evrende tek miyiz? Tabii ki tek değiliz lakin genelde insanlarda hüküm süren bencil ve kısıtlı bakış açısına göre tekiz. Peki, bireysel manada hayatta var olmuş en özel varlık mıyız?Kimsenin kendine tukaka demeyeceğini varsayarak, evet yine aynı bencil bakış açısı ile yaratılmış en özel varlığız. Diğerleri sadece bunun farkında değil!! Güya!! Aman ne güzel!