Marcus Graf Yazio: Yeni Bir Tür Manzara Resmi

Hayat zor, sefil ve distopik olabilir. Özellikle bu günlerde, gezegenin durumu ve bu dünyadaki yerimiz hakkında depresif düşüncelerle doluyuz. Gerçekten de sosyal, ekonomik, politik ve ekolojik krizlerle sürekli sarsılıyoruz. İnsanlık tarihi, sayısız felaket olaylarının sürekliliği ile devam eder. Öyle görünüyor ki şimdi ve sonra, gezegenimiz bize zayıflığımızı hatırlatmak için gücünü ortaya koyuyor.

Kültürel ve teknolojik ilerlemeler ile birlikte, kendimizi insanlığın dünyaya egemen olacağına ikna ettik. Bununla birlikte, geçmiş ve şu anki mevcut COVİD 19 pandemisi, karmaşık doğa sisteminde yalnızca bir unsur olduğumuzu bize kanıtlar. Gezegenin ekosisteminde, elbette önemli bir faktörüz ancak yine de dünyanın, büyük olasılıkla daha da iyi bir halde, bizsiz de dönebileceğini unutmamalıyız. Aslında, insanoğlunun yokluğunda, gezegen gelişmeye ve türlerini geliştirmeye devam ediyor. Mesela Çernobil'i düşünün, doğa böyle bir nükleer felaketten sonra bile, insanın daha önce ondan götürdüğü şeyi hızla toparlıyor ve geri alıyor. Aslında doğanın bize ihtiyacı yok, ama biz büyük bir ölçüde ona bağlıyız.

Seydi Murat Koç'un Ferda Art Platformda izleyicilere sunulacak olan ‘’Ertesi Gün’’ adlı sergisinde, doğanın hâkim konumunu yeniden kazandığı insansız bir dünya çeşitli tuvallerde sergileniyor.

Oldukça distopik bir şekilde sanatçı, hayvanların ve bitkilerin yaşam aşamasını ele geçirdiği kentsel manzaraları bize sunuyor. Gezegendeki önceki kahramanlar hayat adlı trajik komedide ortadan kaybolduktan sonra, daha önceki yan roller önde gelen yıldızlar haline geldi. Bir zamanlar insanlar manzarayı kalabalıklaştırdı, şimdi ise hayvanlar ve kuşlar süslü metropollerimizin ıssız bulvarlarını dolduruyor. Binalar ve arabalar, köprüler ve endüstriyel fabrikalar; modern çağın tüm başarıları yeşil bitkiler ve renkli çiçeklerle kaplanırken sıra dışı hale geliyor. Aslında doğa ona ait olanı geri alıyor ve karşısında onu durdurabilecek kimse kalmıyor.

Resimler esrarengiz bir boşluk ve garip bir sessizlik hissi ile dolu. Aynı zamanda, güçlü bir barış ve güzellik havası hâkim. Bununla birlikte, eserleri gözlemlerken, şu anda çok popüler olan kıyamet filmleri ve insanlığın çöküşünden sonra olası bir yaşamla ilgili diziler izleyicinin aklına gelir. Aslında bakıldığında, bu kurgusal anlatılar bile antroposentriktir ve çoğunlukla insanların nasıl hayatta kaldıklarını ve düzeni nasıl yeniden kurduklarını anlatır. 

Seydi Murat Koç'un resimlerinde ise insanlığın sadece izleri görülebilir. İnsanlık yokken, varlığı kültürel kalıntıları ile kabul edilebilir. Buna rağmen, insanlığın ruhu boş sokaklarda dönen bir hayalet gibi uğuldar. İnilti, sonsuz gökdelenlerin derin kanyonlarında yankılanır. Akşam rüzgârı gibi, aslında bugün kadar güzel olmayan eski güzel günlerden hikayeler fısıldar… Koç, modernliğin parlak ruhunu, ölülerin bedenini örten beyaz bir kefen gibi gerçekliğin yüzeyini örten beyaz bir dumana dönüştürür. Bu nedenle, çalışmasının hemen hemen tüm bölümlerini kaplayan kalın beyaz boya, kompozisyonlarında baskın bir unsurdur.

Beyaz hiçlik tabakasının altında da hayat devam ediyor gibi görünür.

Gerçekten de daha yakından bakıldığında, resimler, beyaz boya tabakasının altında, çok sayıda rengin birden fazla katmanının bulunduğunu ortaya koyar. Bazıları kentsel ortamı sergilemek ve hayvanları, bitkileri ve çiçekleri üstteki beyaz impastonun kısıtlamalarından kurtarmak için tuvalin yüzeyinde ortaya çıkar.

Seydi Murat Koç, kavramsal konuları resmin biçimsel ve estetik düşünceleriyle birleştirmenin de ilgi çekici bir yolunu bulur. Beyaz ve renkler arasındaki kontrast, tek renkli impasto ve açıklayıcı ince çizim, soyutlama ile figürasyon ve yüzey ile altta yatan zemin arasındaki ara bağlantı, dünyadaki tüm canlıların dahil olduğu varoluşsal mücadeleye işaret eder. Yaşam çemberi, inşaat ve yapım-sökümlerin el ele gittiği bir akım olarak varolur. Yaratılış ve yıkım, gösterme ve gizleme, bilme ve bilmeme arasındaki bu ilişki de Koç'un mevcut serisinde büyük ölçüde belirir. Serginin kavramsal çerçevesinin yanı sıra resimlerin somut olarak yürütülmesinde de ifadesini bulur.

Sergilenen resimler sadece varoluş ve yok olma arasındaki kavramsal diyalektik ile değil, aynı zamanda çizim ve resim arasındaki güçlü bir sentezle de karakterize edilir.

Gizleme ve açığa çıkarma ile oluşturma ve silme arasında geçiş yapan bireysel boyama yöntemiyle sanatçı, ilk önce arka planın belirli alanlarına birkaç renk katmanı uygular. Daha sonra, tüm elemanları oldukça kalın bir beyaz boya tabakası ile boyar ve böylece altındaki tüm elemanları kaplanır. Resmin renkleri, tıpkı dünyanın rengi gibi, ilk önce tek renkli beyaz bir pus altında kaybolur. Beyaz, elbette renk değildir, çünkü diğer renkler gibi belirli bir dalga boyuna sahip değildir. Buna karşılık, beyaz ışık görünür ışığın tüm dalga boylarını içerir, bu da onu çok renkli bir ışık haline getirir. Tüm renklerden oluşmuş olmasına rağmen renk değildir. Burada da beyazın kavramsal olarak karakteri bile yaşamın paradoksuna işaret eder.

Karmaşık ve zaman alıcı bir süreçte Seydi Murat Koç, yüzeyin kalın tabakasını çizerek ve oyarak altta yatan renkleri serbest bırakır. Boşlukları boyunca, küçük renk parçaları ve parçacıklar üst tabakadan akar. Renkli çizgiler, tuvalin sınırlarının ötesine ulaşmak için beyaz yüzeyin üstesinden gelebilirmiş gibi görünür. Sonunda sanatçı, bu resimsel yöntemle statik ve oldukça cansız tek renkli beyaz bulutu renkli figürlerin bir alanına dönüştürür.

Gerçekçilik, sürrealizm ve kolaj gibi benzeri kompozisyon yöntemleri arasında büyük bir sentezde bulunan Seydi Murat Koç, soyut renk katmanlarını açıklayıcı figürlere dönüştürür.

Son derece detaylı hayvanlar, bitkiler ve çiçeklerin yanı sıra mimari yapılar ve endüstriyel yapılar da ön plana çıkar. Gerçekten de eserler bir resim ve bir çizim olmak arasındaki sınırdadır.

Renkli çiçekler doğanın güzelliğine atıfta bulunurken, terk edilmiş binalar renksiz ve ölü olarak görünür. Çelik veya betondan yapılmış anıtsal mezar taşları gibi, herhangi bir işlev veya anlam bırakmadan dimdik dururlar. Aslında burada modern çağın mezarlığını görünür. Bu anlamda, gezegenin yeniden uyanması da doğanın iyileşeceğini gösterir. Dolayısıyla da Seydi Murat Koç'un yeni eserlerinde umut var; en azından doğal çevremiz için.

Ayrıca bu sergiyle birlikte hem sosyal hem de doğal çevremizle uyum içinde daha iyi, daha sağlıklı ve daha mutlu bir yaşam sürmek için gezegenle yeniden bağlantı kurmanın da bir yolunu bulacağımızı da umuyorum.

Popüler İçerikler

Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt