Marcus Graf Yazio: Merhaba Yabancı!

Beyza Boynudelik'in Büyükdere35'teki güncel sergisinin adı 'Merhaba Yabancı!'

Sergi, etrafımızdaki sosyal ve doğal dünya ile yabancılaşmış ilişkilerimizi ortaya koyarken aynı zamanda modern insanın dışarıdaki yabancı rolünün de altını çiziyor.

Aynı zamanda 'Merhaba Yabancı!' kişinin doğa ile yeniden bağlantı kurmasını ve topluma yeniden katılma olasılığını ele alıyor. Bu durum da sergiye olağanüstü bir kalite kazandırıyor. Oldukça karanlık ve distopik bir dönemde, bu sergi tünelin sonundaki bir ışık gibi yani karanlıkta bir ışıltı gibi bize çevremizle yeniden birleşebilme umudu veriyor.

Resim, çizim, heykel, nesne ve videonun çoğulcu bir karışımını sunan Boynudelik, birçok tehditkar ve bilinmeyen unsuruyla dış dünyadan korkmasına rağmen, ona ulaşan yabancının alegorisini kullanarak mevcut yaşam durumumuzu eleştirel bir şekilde yansıtıyor ve dünyayla tekrar bir ilişki kurmaya çalışıyor.

Kahramanlarının tasvir edilen hayvanları kurtarmaya mı çalıştıkları yoksa insanların onlar tarafından kurtarılmaya mı çalıştıkları meçhul. Her halükarda, eldivenler, tulumlar ve kasklar gibi koruyucu donanımlar ya da gözetleme delikleri aracılığıyla dünyada birer kalkan olmalarına rağmen sunulan bu figürler bilinenler ile bilinmeyenler arasındaki eşikte gerçeği alışılmadık bir açıdan deneyimlemek üzere duruyorlar. 

Sergilenen çeşitli sanat eserlerinin arasından bu yazıda “Yeni Bir Tür Buldum” adlı eseri örnek olarak tartışmak istiyorum çünkü bu eser tüm sergiyi anlamanın adeta bir anahtarı gibi.

Kompozisyonunun tam ortasında, mavi iş güvenliği ceketi giyen ve kasklı bir insan figürü büyük bir tavşanı tutuyor.

Resmin alt tarafında yani pantolonun üst kısmının yanında açık yeşil ve çimen benzeri bir bitkinin parçaları görülüyor. Dolayısıyla, resmin bulunduğu yerin dışarıda bir açık hava alanında, sözde doğal bir ortamda veya bir bahçede olduğunu varsayabiliriz. Uzamsal bağlamın diğer göstergeleri, resmin arka planı, zaman ve yer ile ilgili herhangi bir ipucu olmaksızın açıkça beyaz olduğundan kurulamaz. Resmin arka planında siyah ve gri renkte on yedi küçük yuvarlak form bulunuyor ve bu da aslında figürün organik formlarının yanı sıra aynı zamanda açık kahverengi tavşana ve bitkiye güçlü bir kontrast oluşturuyor.

Geometrik unsurlara daha yakından baktığımızdaysa bunların soyut olmadıklarını hatta aksine günlük yaşamımıza somut referanslar olduklarını anlıyoruz.

Gerçekten de bu delikler tüm arka planı kaplıyor ve kompozisyona öndeki iki figürle beraber güzel bir denge sağlıyorlar. Beyaz zemin ise kara deliklerle tezat oluşturuyor ve parçadaki varlıklarının altını çiziyor. Aynı zamanda bu delikler resmin içeriksel boyutuna atıfta bulunuyor ve ona oldukça gerçeküstü bir karakteristik özellik kazandırıyor.

Eserdeki her şey seyirciye yönelik. Bu delikler bizi gözetliyorlar ve eserdeki mavi karakter doğrudan bir vücut pozisyonuyla karşımıza çıkıyor.

Tavşan bile bize bakıyormuş gibi hissettiriyor. Sakin ama yine de tekinsiz bir atmosfer kahramanın anonimliği sayesinde hüküm sürebiliyor. Figürün kimliği miğferin kalkanıyla korunduğu için yüzünü veya gözlerini görmüyoruz. Cinsiyet, yaş veya kültürel herhangi bir referansa ulaşamıyoruz. Böylece karakter, belirli bir bireyin portresi olmaktan çok insanlık için evrensel bir sembole dönüşüyor. Bu biçem, seyircinin kendisini merkezdeki figürle özdeşleştirmesini mümkün kılıyor. Hepimizin onunla kolayca ilişki kurabilmemizin nedeni budur.

Ayrıca bu deliklerin arkasında birinin olup olmadığını bilmediğimiz için delikler bir bilinmezlik içinde kalıyor.

Yine de eser bizlere sanki siyah ve boş gözlerle biri tarafından izleniyormuş hissiyatı uyandırmaktadır. Yani sadece uzamsal yer, belirsizlikle değil aynı zamanda figür ve deliklerle de de desteklenmektedir.

Bu bağlamda eser, ekranlar ve medya aracılığıyla dünyayı izleyen, anonim ve yabancılaşmış biri olma halimize işaret etmektedir. Dahası, resmin önünde, nerede olduğumuza ve kime ya da neye baktığımıza dair bize bir ipucu verebilecek herhangi bir bireyselliği açığa çıkarmak için hareketsiz durur ve dikkatle bakarız. Tıpkı sanal dünyada veya sosyal medyada olduğu gibi algılananın ötesindeki gerçekliğin karanlıkta kaldığı bir paradoks ortaya çıkmış oluruz. Anonim ve simülasyon temelli bir kimliğe sahip olsak da çevremizdeki herkes de bizim gibidir. Bu, gerçeklik herhangi bir gerçeği anlamanın imkansızlığıyla sonuçlanır. Tabii 'gerçek' veyahut 'gerçeklik' ne anlama geliyorsa!

Aynı zamanda sürekli izlendiğimizi de unutmayalım.

Mutlak şeffaflığın ve tam gözetimin olduğu bir dünyada özne olmaktan nesne olmaya değiştik. Yeni bir e-topluluk, e-popülizm, e-ticaret ve e-pazar biçiminin hedefi haline geldik. Camdan yapıldık ve ihtiyaçları ve istekleri tam anlamıyla herkes tarafından görülebilen şeffaf insanlar olduk.

Gözetleme ve yabancılaşma kavramı, Boynudelik'in tek parça halinde ve delikleri kullandığı birçok nesne tabanlı çalışmanın da konusudur.

Burada özellikle video çalışması fevkalade bir eserdir. Devasa bir deliğinin içine bir video ekranı yerleştirip bunun üzerine gergin bir şekilde hareket eden bir göz, bizi görmek için delikten bakmaya çalışmaktadır. Yine de görüş bulanıktır ve ne biz ne de deliğinin arkasındaki gözün sahibi mantıklı bir çıkarım yapamaz. 

Video heykel ise algılanacak hiçbir şeyin kalmadığını görmeye çalışmanın olağandışılığının altını çizmektedir. Tuhaf dünyamızda bazen yalnızca karanlığın var olduğunu düşünürüz. Böylece görülecek hiçbir şey kalmaz. Böylece deliğinin yerleştirildiği kapı sonsuza kadar kapalı kalır yani içerisi ile dışarısı ile özel ve kamuoyu arasında gerçek bir etkileşimi mümkün kılar. Kimliği belirsiz bir gözün, medyanın yetersizliğine hapsolduğu klostrofobik bir durum ortaya çıkar. Bu da aslında medeniyetimizin distopik karakterini ortaya çıkaran oldukça korkutucu bir çalışmadır.

Beyza Boynudelik'in "Yeni Bir Tür Buldum" eserine geri dönecek olursak...

Eser aynı zamanda izlemek ve izlenmek, aktif bir gözlemci olmak ile pasif bir gözlem nesnesi olmak, sapık olmak ve diğer sapıklar için arzu nesnesi olmak arasındaki bağlantıyı da tartışılıyor. Bu bağlamda, eser aslında birinci (doğal) gerçekliğimizle ikinci (sanal) gerçekliğimiz arasında bir ilişki kuruyor. Bu eser gerçekten de Huxley'nin beğeni ve takipçi sayısının garip ve yıkıcı bir sosyal güvenilirlik sistemine değer kattığı yer olarak addettiği 'Cesur Yeni Dünya'sında yaşadığımızı da ortaya koyuyor.

Bununla birlikte eser yalnızca görünürlük durumumuzu ve sanal sosyal etkileşimimizi eleştirel bir şekilde tartışmakla kalmıyor ve aynı zamanda doğa ile bağlantımızı da sorguluyor. Yukarıda anlatılan medeniyet ve insanlık durumunun dışında sosyal ve doğal çevremizle yabancılaşmış bir ilişki geliştirdiğimiz dünyayla uzak bir iletişim yarattık. Resmin kahramanı da bu durumu oldukça iyi bir şekilde yansıtıyor.

Figür, monokrom varlığı ve güçlü ışık - gölge kontrastlarının olmamasıyla aslında oldukça açıklayıcı.

Etkileyici fırça darbeleri ve kalın ile ince boya katmanları arasındaki geçiş, karaktere dinamik ve statik olma arasında bir estetik kazandırıyor. Kesikli ana hatlar ve belirli renklendirmelerin pürüzlü bitişiyle şekil titriyor gibi gözükmekte. Hareketsiz durmasına rağmen sanki her saniye çerçeveden dışarı çıkabiliyormuş gibi bir izlenim uyandırıyor. Sokak fotoğrafçılığından ve foto - muhabirliği ise esere yoğun bir atmosfer oluşturuyor ve bir canlılık veriyor. Eserde bazı ana hatlar verilmiş ve tam olarak formüle edilmiş olsa da bazıları da kırık ve bitmemiş olarak bırakılmış. El işçiliğinin karmaşıklığı ile kasıtlı kusur arasındaki bu estetik aslında şekle benzersiz bir görünüm kazandırmış. Koruyucu kıyafet ise ne figürün kontrolünü kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmasından ne de dünya ile temasından dolayı oluşabilecek tehlikelerden.

Buna rağmen figür, çevresiyle yeniden ilişki kurma riskini alıyor ve tavşanı tutarak bu anlamlı eylemi sembolize ediyor.

Bir itfaiyeci gibi tamamen korunan kahraman, tavşanı olabildiğince yakınında tutuyor. Sanki hayvanı tekrar kaybetme korkusundan dolayı ona sarılıyor. Aynı zamanda mavi kıyafetiyle de figür bir yabancı, farklı, tehlikeli ve toksik bir oluşum gibi gözüküyor. Tabii bu oldukça ironik bir durum! Böylesine zararsız ve tatlı bir hayvanı tutarken kim böyle bir kıyafet giyer ki? Bu tezatlık doğa ile mevcut ilişkimizin tuhaflığını mükemmel bir şekilde ortaya koyuyor. Doğadan korkuyoruz, ondan korkuyoruz ve bağlantılı olmaktan da kaçınıyoruz.

Yine de eser sadece yeni bir bütünlüğün sembolü olarak kucaklaşmasından dolayı değil aynı zamanda figürlerin tavşana çıplak elleriyle dokunmasından dolayı umut verici.

Nitekim insan vücudu ve çevresi arasındaki bariyer ortadan kalktı ve insanın çevresini doğrudan yani ilk elden hissetmesini ve deneyimlemesini sağladı. Çıplak eller, doğa ile yeniden birleşme yolunda küçük bir adımı simgelemekte ve aslında buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

'Merhaba yabancı!' sıra dışı eserleriyle güçlü bir sergiydi.

Beyza Boynudelik, henüz keşfedilmemiş olan Yeni Normal'in gerekliliğini ortaya koyuyor. Bu bağlamda, sanat eserleri, alternatif düşünme ve hareket etme biçimleri bulmak için dünyayı yeni açılardan algılamanın yeni yollarını bulmamıza yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Boynudelik’in sergisi, mevcut krizin üstesinden gelmek için bir öneri olarak ele alınabilir ve aslında hepimiz için büyük bir anlam teşkil etmesinin nedeni de budur.

Instagram

Facebook

Twitter

LinkedIn

Bu içerikler de ilginizi çekebilir:

Marcus Graf Yazio: Ruhun Kabuğu
Marcus Graf Yazio: Bir Sanat Eseri Ne Kadar Eder?
Marcus Graf Yazio: Yeni Bir Birlikteliği Gerçekleştirmek İçin Normu Yeniden Tanımlamak

Popüler İçerikler

18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
Daron Acemoğlu'nun Atatürk Hakkındaki Yorumlarına Gelen Tepkiler
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti