Olay bu kadar basit ve bir o kadar değerli iken biz isim, konsept vb hususları tartışarak o kadar vakit kaybettik ki! Bugün odamı toplarken bir yerlerden Leyla’nın annesinin telefonu çıktı karşıma. İçim ‘cız’ etti, korkarak aradım ve yine korka korka ‘Peki ya Leyla’yı sorsam?’ dedim. Titreyen bir ses ‘Ben de kandil diye Leyla’nın ruhuna irmik kavuruyordum şimdi’ cevabını verdi. Ve o anda kafamdan geçen, günlerdir peşinde koşturduklarım oldu. Fatoş Abla’ya mutlaka bir çayını içme sözü verip, ölüme dair birkaç beylik laf edip, aslında söylediklerimle kendimi bile teskin edemeyip 17 aylık yeğenime koşup sarıldım.
Ve bu kez çok kısa süren bir toplantının ardından ‘Daha fazla beklemek yok’ dedik. Daha fazla gözyaşı ve pişmanlık kalmamalı geride. Çünkü Leyla’nın bizden beklediği yalnızca bir bisikletti, camdan her gün annesine gösterdiği, evine kısacık gidebildiği zamanlarda da olsa sürmek istediği.. 6.5 aylıkken tanısı konan hastalığı oldukça kötü huylu bir tümördü, nefes borusuna yakın olması sebebiyle de oldukça kritikti. Kendisini koca koca ameliyatların beklediğinden habersiz ve öyle masumdu ki Leyla.
Ve şimdi o yok. Arkada teslimiyetli bir anne, kim bilir küçük dünyalarında neler hisseden abileri ve bir de fazlasıyla mahcup biz üç koca abla var işte. Gittiğin yerde ennnn güzel bisiklet senin olsun tamam mı minik melek?