Levent Uysal Yazio: Yoksa İnsan Varoluşu Tehlikede mi? Makineler İnsanın Fazlalık Olduğunu Düşünebilir mi?

Geleceğin en önemli özelliği söyleyeyim mi? Ne zaman gelmesi gerekiyorsa zaman gelecek! Zamanı hızlandırmaya gerek yok. Buna Levent Uysal hikâyesi diye latife ederler, Çin bambu ağacı hikayesi diye adlandırılır. Bunu aktaracağım, sonra geleceği anlatmaya geçeceğim. Çin Bambu Ağaçları, sebatkârlığın, umutla beklemenin ve gelişimin çarpıcı bir yansımasıdır. İşin sırrı, ağacın yetişme sürecindedir. Çin bambu ağacının önce tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler. Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru şudur: Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı yoksa beş yılda mı ulaşmıştır? Sizce?

Baştan şunu söylemek gerekirse; yapay zekâ ile ilgilenen bilim insanları bu konuyu kendi aralarında tartışıyorlar ancak bizden biraz farklı. Bir grup bilim insanı, insansı yapay zekânın zaten makina ile beyin seviyesinde birleşmiş şekilde yaşayan, organik-inorganik insan beyni ürünü olacağını ve bundan dolayı bir çatışmanın olmayacağını simbiyotik bir ortak yaşam olacağımızı düşünürken; diğer grup bilim insanı, yapay zekâ ile insanoğlunun tehlikede olduğunu, ancak bu tehlikenin yapay zekâdan kaynaklanmadığını; yapay zekâ için insanların savaşacaklarını ya da yapay zekânın insanlar ile hiç ilgilenmeyeceği için insanoğlunun yine her zamanki gibi kendisine tehlike yaratacağını düşünüyorlar. İki durumda da yapay zekânın filmler de gördüğümüz “insanı yok et” durumu pek de konuşulmuyor. İnsanoğlunun tıpkı teolojide yaptığı gibi bilim kurguda da kendisini bu kadar çok önemsemesi ve kendisini ilginin hedefi olduğunu sanması çok manidardır. Homosapiens yine kendi hadsizliğine yakışır şekilde düşünmektedir.

İnsanın varoluşu hep tehlikedeydi. Çoğu zamanda en büyük tehdidi yine kendisi olmuştur.

Hollywood’un Terminator, Matrix gibi filmleri kullanarak, robotları ve yapay zekâyı, bir tehditmiş gibi göstermesi, yine özete kaçacak olursak çok “insancıl” bir yansıtma savunmasıdır. Gotik Avrupa edebiyatının vampirleri, Antik Yunan’ın cyclopları, tek tanrılı dinlerin şeytan tasvirleri; hepsi aynı amaca hizmet eder. İnsanoğlunun, karşılaşıp, tanıştığı ve demin saydıklarımızın aksine “var olduğunu kesin bildiği”, korktuğu ve nefret ettiği bir varlığı, kendisine unutturmak için yazılmış öyküler-metaforlardır bunlar. O da: Kendisini!

Tabi ki varoluşumuz bir tehlikede. Bu, içinde yaşadığımız, çok boyutlu evrenin kaotik ilkeleri ile ilgili. Ya da termodinamiğin ikinci yasası olan “entropy” ile ilgilidir. Güneşimizdeki füzyon ve füzyon patlamalarının sayısındaki azalma ya da artma belirli bir eşik değerini geçtiği takdirde, dünyadaki tüm hayat tehlikede demektir. Ya da yanardağların yedi sekiz tanesi aynı anda patlasa, yeni bir buzul çağı ile karşı karşıya olabiliriz. Dahası bu kaotik evren yasalarına, entropi gibi bir bozulma yasasına hiç de ihtiyacımız yok. İnsan zaten kendisini tehlikeye atan bir hadsiz mahlûkat.

Eğer bu yazının başlığı, torunlarımızın ya da onların torunlarının hayatlarının tehlikede olmasının sebebinin: “Küresel ısınma, meteor çarpması ya da Trump’ın zekâsında birinin dünyanın en büyük ekonomisinden sorumlu bir ülkenin başkanı olması”, olsaydı. Eminiz bu yazıyı bu kadar çekici bulmayacaktınız. İnsan beyni kendisi için esas tehlikeli olan ile başa çıkmanın yollarını bulmaktansa kendisini kandırmanın ve haklı çıkarmanın çok daha kolay ve ucuz bir yöntem olduğunu çok uzun zaman önce bulmuş gibi sanki. Sonuçta daha az enerji harcamak hayatta kalmak için önemli.

Küresel ısınma, çiçek pandemisi, nükleer patlamalar, kıtlık-açlık, savaşlar, engizisyon, soykırım, insan kurban etme…. Hepsi insan ürünüdür ve türümüzün devamı için ciddi tehlike arz eder. Bunlardan kesinlikle bahsetmeyen fütüristlerin “makinalar bize hükmedecek” demesi çok komik bir durumdur. Sonuçta son 500 yıldır zaten tüm insanlığı birkaç aile hükmetmektedir ve ikinci dünya savaşında kimlerin toplama kampına gönderileceğinden tutun da, bunun süresine de hangi tarafa kimin silah satacağına karar veren onlardır.

Yani biz yapay zekâ ve robotları inşa edeceğiz. Bide utanmadan onları zaten kendimize benzeterek inşa edeceğiz. Ki bunun altında, tanrı figürlerini inşa ederken ki kendimiz ile ilgili komplekslerin aynısını kullanacağız. Buna teolojide antropomorfolojik tanrısal özellikler denir. Hatta Musevilerde, tanrıdan bahsederken kullanılan isim, bu konumlandırmaya göre değişir. Ve kendimizin ne kadar da kötü olduğunun o kadar da farkındayız ki, sonradan yaratığımız bu makinelerin bize hükmedeceğinden korkuyoruz. Tabi ki de korkacağız. Çünkü biz olsak öyle yapardık.

Bakalım bu iş ile ilgilenen kişiler geleceğin nasıl olacağını öngörüyorlar, acaba robotlar ve yapay zekâ, bize, tıpkı biz olsak yapacağımız gibi soykırım, vahşet, kölelik mi getirecek? Yoksa birlikte birbirimizle kaynaşıp bütünleşecek miyiz? Yoksa teknolojik gelişmelerin insan için olan tehlikesi “insansı suçlara” benzetilerek değil de bambaşka yapay zekâya özgü özelliklerden mi kaynaklanacak. Hükümetlerin ve devletlerin bu proje için birbirlerini havaya uçurmaları gibi.

Bir kere baştan şunu kabul etmek lazım. İnsanlığın önünde iki seçenek var şu an: Birinde; şu anki teknolojik, bilişimsel, yazılımsal tüm gelişmeler bir anda duruyor. Kesinlikle geldiğimiz noktadan memnunuz ve bu teknolojilerin daha fazla ilerlemesi için bilimsel hiçbir kaynak ayırmıyoruz. Bu seçenek hiç gerçekçi değil. Hatta bunun gerçekleşmesi için zaten konu başlığımız olan “türümüzü tehlikeye sokacak bir felaketin” başımıza gelmiş olması lazım. İkinci seçenek ise teknolojik gelişmelerin katlanarak devam etmesi. Bunun olması daha olası.

İşte; eğer yapay zekâ ve robotikte ilerlemeye devam edersek enin de sonunda bir gün bizden daha zeki ve bize ihtiyaç duymayan bir silikon zekâ üreteceğiz. Bunun 2045 de olacağını düşünen Ray Kurzweil ve singularity teorisyenleri de mevcut, David Eagleman, Michio Kaku gibi bunun 2100 yılından sonra gerçekleşeceğini ve asla bazı konularda insan beynini aşamayacağını düşünenlerde mevcut.

Ancak ikisinde de yapay zekâ ve makinalar artık bize ihtiyaç duymuyorlar ve bugün ki iş sahasının %95’den fazlasını kendi başlarına hallediyorlar. Kendi kendilerine var olabildikleri durumda, onları hemen “kötü” diye adlandırmamak lazım. Sonuçta sadece onların amaçları ile bizimkiler karşı karşıya geldiği zaman arada bir çatışma olacaktır. Hatırlarsanız Matrix filminde, insanlar güneş ışığını kaynak olarak kullanan makinaların bunu yapmasını engellemek için atmosferi karartmışlardı.

Ve ancak o zaman makinalar insan beynini bir batarya olarak kullanmak için, insanları kapsüllerin içinde sanal âlemde yaşatıp beyin enerjilerini kullanmak üzere tutsak ediyorlardı. Yani, enerji kaynağı bakımından bir çatışma ortamı olunca makinalar insanlara yönlenmişti. Ondan önceki savaşların sebebi insanoğlunun makinalara soykırım yapmaya çalışmasıydı bu bilimkurgu filminde. Ki Matrix 3 filminde makinaların insanlara, insanların ise makinalara ihtiyacı olduğu vurgusu ile bir ateşkes ve barış havası verilmiştir.

Instagram

Twitter

Web

Popüler İçerikler

Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı