Öğretmenin anlatılan konuyu sevdiğini hissettirmesi, bu konuyu ilgi çekici kılması, konuyu anlatma stil ve seviyesini öğrenciye göre ayarlaması, öğrencinin istek ve sorularına cevap verebilecek donanımda olması, ödev ve sınavlarda hakkaniyetli puanlama yapması ve doğru geri bildirimleri verebilmesi, değişen sosyal koşullara ayak uydurarak, gelişmelerle birlikte anlatım yöntemlerini veya konularını değiştirebilecek esnekliğe sahip olması gerekir. Müfredatın detaylı bir şekilde planlanması, değişimlere ayak uydurabilmesi, efektif bir şekilde işlenebilmesi için doğru yöntemin bulunması, ders saatlerinin ve verilen araların en verimli halde olacak şekilde belirlenmesi de önemli unsurlardandır.
Burada yapılan en büyük hatalardan biri, öğretmenin her şeyi biliyor gibi davranmasıdır; bu durum öğrencideki güvensizliği artırabilir, öğrenciyle öğretmen arasında gereğinden fazla bir mesafe oluşturabilir, yanlış bilgilenmeye ve öğretmenin kendisini asla geliştirememesine sebebiyet verebilir.
Ne yazık ki, tüm bunları bir sisteme oturtup her bir sınıf ortamı için geçerli hale getirebilmek mümkün değil. Daha da önemlisi tüm bu değişkenler öğrenciden öğrenciye, toplumdan topluma farklılıklar gösterir ve pek çok önerme olsa da, öğrenmenin tüm dinamikleri henüz belirlenememiştir.
Bu dinamikler belirlenebilseydi eğer, ideal öğrenme yöntemi herkes için bulunabilir ve sistemlerde kolaylıkla uygulanması mümkün olabilirdi lakin şu ana dek öğrenmenin hangi yolla gerçekleştiği ve nasıl kalıcı hale geldiğiyle ilgili pek çok teori bulunmakla birlikte, net bir cevap ortaya atılmış değil. Bu yüzdendir ki, pek çok öğrenme yöntemi tarihsel süreçte toplumlar üstünde denenmiş, en ‘iyi’yi bulmak için farklı sistemler oluşturulmuş ve okullarda uygulanmıştır. Ülkemizde de örneğini göreceğimiz üzere hâlâ tüm öğrenme tiplerini kapsayan bir eğitim sistemi maalesef bulunamamıştır.
Instagram
Twitter
Web