Çünkü ana teması insan ve onun yaşam ve sağlık sorumluluğu. Bir de üzerine pandemi koşullarını eklerseniz yük artıyor. İşin gereği olarak zaten sağlık çalışanlarının enfeksiyon riski diğer insanların riskine göre daha yüksek, üzerine bir de Covid-19’u eklerseniz, risk çok büyüyor. Durum böyle iken, üzerine hastanın ve bir de kendimizin hayat sorumluluğu eklenince stres kaynağı elbette yükseliyor. Tabii ki bir de sosyolojik stresin argümanlarını biz sağlık çalışanları olarak üzerimizde en az diğer bireyler kadar yoğun hissediyoruz. Bu da bizim açımızdan durum analizi.
Biz sağlık çalışanları insanı çok sevmeyi gerektiren bir kariyerin mensuplarıyız ve işimizin büyük kısmı hastayı anlamak. İşimizin bu büyük kısmını yapmak için çok çabaladığımız bir gerçek ve bunu yaparken, bunun yanında pek çok durumu da yönetmek ile mükellefiz. Hasta yakınlarını yönetmek de işimizin bir parçası. Sağlığın metalaştırılması, yoğun hasta trafiği, bürokratik işlemler, yoğun talepler arasında koşuşturmaları düşünürseniz, bir teşekkürü hak ettiğimizi düşünmek bir taraf olarak hakkımız diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.
Ancak şu anda oluşan şiddetli ortam sağlık üretmeye yönelik kurumlarda da meslektaşlarımı hedef almış durumda. Kamusal alanda kanıksanmış bu şiddet böyle giderse her ortama sirayet edecek. Bütün ortak kullanımlı okul, adliye, ibadethane gibi ortamlara ve en sonunda öz mekânımız olan evlerimize kadar yaygınlaşacak. O yüzden hızlıca çözümlerini konuşmamız gerektiği gibi, çözüm önerilerinin ve önlemlerinin ciddi bir şekilde takibi yapılmalı ve uygulanmalıdır.
Şu an içi yanan, birlikte çalıştıkları öldürülen, şiddete maruz kalan bir sağlık çalışanı olarak bu yazıyı yazmış olabilirim. Ancak şunu da söylemek isterim:
Teşbihte hata yoktur,
Şiddette de sağlık yoktur,
Ve asla şiddet meşrulaştırılamaz.