Basit ve bireysel bir eylem olarak görülmesine karşın üzeri kazındığında kapkaçın aslında batıdan doğuya gidildikçe örgütlü bir yapısının olduğu ortaya çıkıyor. Üçüncü sayfa haberlerinin ötesinde bir gerçekliğe ve birikime sahip olan bu teşebbüs suça girişin ‘ana kapısı’ niteliğinde. ‘Sermayenin gerek duyulmadığı tek iş’ diye tarif ediliyor ve yoksulluk-yoksunluk tetikliyor. Kendilerini ‘yol koşanlar’ olarak tanımlayan hırsızlar meseleye ‘ya kap ya öl’ noktasından bakıyorlar. Al Jazeera ’den Kadir Konuksever, hırsızların dünyasına girdi.
Hırsızlık bir seçim ve o seçimin odağında, ülkenin Doğu’sunda 30 yılı aşkın çatışma sürecinin ana etken olduğu yerinden edilmişlik, göç, yoksulluk ve varoşlar var. Yoksunluk ‘seçim’ yapmayı varoşlar da altyapıyı hazırlıyor. Bir anda 10-12 yaşlarındaki çocuklar kendilerini ‘kaptı’ olarak buluyor ve yeni ailesi içerisine girdiği ‘tayfa’ oluyor.
'Ya kapacaksın, ya acından öleceksin'
Varoşlar kapkaçın vatanı. Buralardan yetişen çocuklar suç dünyasına giriş yapıyorlar. [Abdülkadir Konuksever-AJT]
İstanbul’da kentsel dönüşüme henüz uğramamış bir sokağının ortasına atılan kahvehane taburesine çöküyoruz. Çevrede yıkılmaya yüz tutmuş boş binalar göze çarpıyor. Sokağın girişlerine birer ikişer kişi yerleşip tesadüfen geçmekte olan insanları emir kipleriyle başka yollara sevk ediyorlar. İtirazsız uyuyor berikiler. Alana hâkim oldukları belli. Pervasız ve buyurganlar.
Üzerlerinde eşofman türünde spor giysiler ayaklarında ise renkli ve marka koşu ayakkabılar var. Saçlar alabros, bakışlar fıldır fıldır. Tüm araştırmamız boyunca karşılaştığımız hırsızların neredeyse tamamı tek tip.
Kendisine Botan diyen Cizreli genç diğerlerine emirler yağdırıyor. Önce çay geliyor, ardından elden ele dolaşan sarma sigara. Hareketleri onun bir ‘kurnaz’ olduğunu gösteriyor. 5-6 kişilik 'tayfa' denen hırsızlık gruplarının liderine bu isim veriliyor. Tayfa üyelerinin her birine de ‘kaptı’ deniyor.
13 yaşındayken abisinin dağa çıkıp PKK’ya katılmasıyla kendisini önce Batman, sonra da Diyarbakır’da bulmuş Botan. Diyarbakır’ın varoşlarında.
'Mahallede top oynarken bizden yaşça büyük biri gelip herkese para verdi. Benim dışımda herkes tanıyordu. Yanıma gelip kim olduğumu ve nereden geldiğimi sordu. Anlatınca gelip bize takıl dedi. Ayakkabı boyacılığı, simitçilik ve tatlıcılık yapmıştım. Bana göre işler değildi. Memleketimde iyi bir hayatımız vardı. Ama Diyarbakır’a gelerek her şeyi sıfırlamıştık. Ben ailenin en küçüğüydüm bana çok ilişmezlerdi. Onlar çalışırlardı ben daha çok gezerdim. Karnımız çoğu zaman doymuyordu. Elektriğimiz, suyumuz kaçak, evimiz harabe gibiydi. Okula devam etmedim. Bu para dağıtan abinin yanına takıldım. Benim gibi çocuklar vardı yanında. Onları koşturuyor, inşaatlara tırmandırıyor birinci gelene lastik ayakkabılar alıyordu. Hepsini geçtim, hepsinden iyi tırmandım. O zaman dedi ki ‘sende iş var.’ O işin hırsızlık olduğunu anladığımda aklıma babam geldi, duysa öldürürdü beni. Abilerim geldi sonra hatırıma, annem ve Allah. Yani insan her şeyi düşünüyor. Cizre’de Kuran kursundaki hocam bile aklıma geldi. Demişti ki günahların en rezillerinden biri hırsızlıktır.'
Son cümlesi gülüşmelerle kesilince bakışlarıyla susturuyor anında.
“Uzatmayayım, hepsini hatırımdan silip ‘herkes giyiyor, herkes yiyor ben neden aç kalayım’ diyerek girdim işin içine.”
Botan hırsızlığa böyle başlamış. Belli bir zaman pratik yapmış. Ondan kıdemlileri iş üstündeyken izlemiş, ardından ‘kaptı’ olarak ilk işine çıkmış.
‘Kapkaç yaptım. Telefonlar o zaman çok değerli. Belediyenin arkasında bir kadın kulağında telefon yürüyordu. Kolay işti kaptım ve kaçtım. Kadın şoka girdi bağıramadı bile. Güvenli bir yere çekildiğimizde telefonu kaptığım zaman kadının yüzünün derisini yüzdüğümü anladım, tırnağımın arasında kalmıştı. Üzüldüm ama kısa sürede unuttum. Kendimi yeni işlere verdim. Zaten işler birbiri ardına geldi. Paramın bir bölümünü ayakkabı boyacılığından kazandığımı söyleyerek aileme veriyordum. Geri kalanını yiyip içiyordum.”
İçki ve uyuşturucuya başlaması çok sürmemiş Botan’ın, ailesinin işin farkına varması da.
'Babam mahalleden duymuş. Beni çok kötü dövdü, sonra evden çıkmamı yasakladı. Önce evden, sonra da Diyarbakır’dan kaçtım, İstanbul’a geldim. Elimizden tutan olmayınca ‘abiler’ tuttu. Onların tutuğu eller de ancak başkalarının malına parasına uzanıyor. Bu işler böyledir; ya kapacaksın ya acından öleceksin.'
Uyuyan kadının gözlerine bakmayacaksın
İşe ara veren kapkaççılar yeniden kolladıkları muhitlerde kapkaça çıkacaklar. [Abdülkadir Konuksever- AJT]
Botan, İstanbul’da önce başkalarına bağlı olarak çalışmış, ardından kendi tayfasını kurmuş. Tayfanın getirdiklerinden bir pay da ‘büyük abi’ye gidiyor. Tayfalar ‘kurnaz’a kurnazlar da ‘abi’ ye tâbi olurlar. Bazı abilerin 20’den fazla tayfaya hükmettiği belirtiliyor ancak kim olduklarına dair konuşmaları yasak.
Botan’ın tayfalarından Şeyhmus Diyarbakır’lı. Hikayesi neredeyse Botan ile birebir aynı. Kulp ilçesinin bir köyünden. Köyleri güvenlik gerekçesi ile askerler tarafından boşaltılınca o da pek çokları gibi kendisini İstanbul’da bulmuş.
Şeyhmus askıcılık ve tufacılık yapıyor. Ev ve işyerlerine giriyor, araç patlatıyor. 'Meslek sırları'nı anlatmaktan kaçınıyor. Ağzı laf yapmayan biri, daha çok yanındakilerin dürtüklemesiyle konuşuyor.
“Evine girdiğin kadının gözlerine, bakmayacaksın. Uyanıyorlar. B.k varmış gibi götürüp yattıkları yere istifliyor herkes parasını. Biz de belli bir saati bekleriz. Sonra girdiğimizde top atsan uyanmazlar. Sadece uyuyan kadının gözlerine bakmayacaksın. Tecrübe ettim uyanıyorlar.”
Serdar Ortaç’ın bilgisayarı
Yine gruptakilerin hatırlatmasıyla başka bir meseleye dalıyor Şeyhmus.
“Bir keresinde iyi mal kaldırdım. Malların arasında bir tane laptop vardı. Sonra öğrendik ki Serdar Ortaç’ınmış. Gazetelere çıkıyor, televizyonlara çıkıyor bilgisayarda bestelerim var geri getirin para vereyim diyor. Şimdi ben bunun olduğunu öğrendim ya o nasıl Ahmet abimize (Kaya) çatal kaşık fırlatmışsa lavuk, ben de fırlatıp attım Haliç’e, balıklar nasiplensin.”
Çevresindekiler ‘balık’ lafını duyunca hep birlikte kahkaha atmaya başlıyorlar, belli ki defalarca anlatılıp defalarca gülünmüş laptop meselesine.
Aşk için çalmalı aşk o zaman aşk
Konuşma fırsatı yakaladığım pek çok hırsızın (kendilerine 'yol koşan' diyorlar) mesleğe giriş hikâyeleri benzerlikler taşıyor. Güneydoğu çıkışlı olanların tamamı yoksul aile çocukları. Ancak Mesut orta sınıf bir aileden geliyor. Şişli’de iyi döşenmiş güzel bir evde görüşüyoruz Mesut’la. Şaşkınlığımızı fark edip biz sormadan kendisi anlatıyor.
“Hepimiz sefalet içinde yaşayacak değiliz ya!” Hırsızlık ile çizilen tablolarda böyle bir detay oldukça aykırı. Ancak bize aracılık eden kişinin anlattıklarına göre Mesut camianın kalburüstü elemanlarından. Yüzü gözü girdiği mücadelelerden kalma yara izleriyle dolu. Donuk ve sert bakışları var.
“Aşık oldum vermediler” diye başlıyor sözlerine. Sigarasını yakıp karşımıza oturduğunda anlatmaya teşne olduğunu belli ediyor. Israr etmemize de çeşitli güvenceleri sıralamamıza da gerek kalmıyor.
Kaptı Hırsız Tayfa Hırsızların oluşturduğu5-6 kişilik grup. Kurnaz Tayfa gruplarının başındaki kişi. Büyük Abi Kurnazların bağlı oldukları kişi. Baron En tepedeki kişi. Dümenci Gözcü. Arpa Hissettirmeden cebe girilerek yapılan hırsızlık. Kapkaç Malikin değerli eşyasını kapıp kaçmak. Gasp Malikin silah zoruyla malının alınması. Kancık-Çarık Çantaları kollayan kişi. Tufa Dükkan ve işyeri hırsızlığı. Askı Ev hırsızlığı. Gömmeci Çelik kapı açan. Kasacı Kilitli kasayı açan kişi. Otocu Oto hırsızı.
“Babam işçiydi. Niye yalan söyleyeyim bolluk içindeydik. Üstümüzde başımızda, soframızda vardı yani. 20’li yaşlardayım. Lise bitmiş. Belalı bir tipim. Okulda, mahallede sevmediğim bebeyi indiriyorum, kılı tüyü anında alıyorum. Çekinirlerdi benden. Ramazan diye bir yavşak vardı. Bir iki esnaftan para yemiş epeyce. Yanına da almış iki bebeyi sözüm ona Kurtlar Vadisi triplerine girmiş. Dedim ki arkadaşlarıma ‘ben bu ib…i indireceğim.’ Lakin bizim muhite gelmiyor. Bir iki takip attım. Fark etmiş. Kendi düştü. Uzaktan izliyor, ince ince kesiyor. Yanına vardım, ‘terzi misin birader ölçüp biçiyorsun’ dedim. ‘Kasabım hayvan bakıyorum” deyince kafayı gömdüm suratına. Yanındaki bebelerden birine bıçağı takınca diğeri kaçtı. Ayağımın altına alıp yerde yüzünü gözünü ezdim, kalkamadı bir daha. Sekiz ay yattım. Çıktığımda âlem benimdi.”
‘İcraatı’ ve hapis yatmasından sonra çevrede belli bir namı olmuş. Hatırlı kişilerin ve zenginlerin bir iki ‘pis’ işini yapmış. İyi para kazanmış. Sonra ‘daha büyük denizlerde yüzmek’ için İstanbul’a bir bilet almış.
Daldan dala konarak anlatıyor, ancak bütün yolları sevdiği kıza çıkıyor. Mahallede sevdiği kız için babasını ikna etmiş istemeye ama kızın babasını ikna edememişler. Kısaca işsiz ve serseri olduğu söylenmiş. Kederleniyor.
“Paran yoksa adamdan sayılmıyorsun. Kızı sevmişim niye vermiyorsun arkadaş? Aç açıkta bırakmam ki. Ama yok. Dedim ki kendi kendime bu âlemin kıralı olacağım. Çıktım İstanbul’a geldim. Ben şahsen öyle gidip milletin malını mülkünü çalmadım. Ama kurnazlar var yol koşan, ben de onları koşturdum. Bindim alman malı jipe gittim bir gün memlekete. Mahalleye girdim gözüm kızın penceresinde. Kız evlenmiş, babası da taşınmış mahalleden. Hava atamadım anlayacağınız.”
Evinin duvarlarında çerçevelenmiş Yılmaz Güney, Che Guevara ve Malcom X resimleri göze çarpıyor. Sohbetimizin sonuna yaklaştığımızı hissettiğimde resimleri soruyorum.
Anlattığı şeylerle duvarına astığı kişilerin birbiriyle uyuşup uyuşmadığına dair. Cevabı kısa ve sert oluyor; “Seviyoruz gözüm.”
Diyarbakır çıraklık, İstanbul ustalık merkezi
Hırsızlık işinde İstanbul piyasası uzmanlık alanı olarak değerlendiriliyor. Doğu’da belli bir eğitimden geçip çıraklıktan terfi eden 'kaptı'lar İstanbul başta olmak üzere İzmir, Antalya, İzmit gibi batı illerine gidiyorlar. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi doğdukları şehirde iş üzerindeyken tanıdık birilerine rastlayıp toplum içinde deşifre olma ihtimali yüksek. İkincisi şimdilerde bu değişse de hemşerinin malının çalınmasına camiada iyi gözle bakılmıyor. Üçüncü neden ise daha geniş imkânlar sunması ve kalabalıklar arasında kaybolmanın kolay olması. Varoşlarda başlayan yaşam büyük şehirlerin varoşlarında devam ediyor. Eğer işinde iyiyse ve cesaret göstergesi sayılabilecek icraatlara girişebiliyorsa 'kaptı'nın 'kurnazlık payesi' alması çok zor değil. Zira işsizlik oranlarının yüksek olduğu Diyarbakır başta olmak üzere Doğu illerinden bu anlamda sirkülasyon var.
4 bin 500 köy boşaltıldı
İnsan Hakları Derneği’nin verilerine göre doksanlı yıllarda Doğu ve Güneydoğu’da yaklaşık 4 bin 500 köy boşaltıldı. Yerinden yurdundan olan insanlar kırsal alanlarda yaşanan çatışmalardan kaçarak daha güvenli olan kentlere yerleştiler. Göç konusunda hatırı sayılır bir nüfus alan Diyarbakır 20 yıl öncesine göre iki kat daha fazla büyüdü.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, 2012’de istihdam oranının en düşük olduğu iller Diyarbakır (yüzde 28), Siirt (yüzde 29,1) ve Batman (yüzde 29,5) oldu. İşsizlik oranının en yüksek olduğu iller Batman, Mardin ve Siirt. Oranlar kaçınılmaz olarak yoksulluğu, yoksullukta suçu getiriyor. Peki niye hırsızlık?
Sermaye istemeyen tek iş
Suç dünyasında hırsızlık böyle tanımlanıyor: sermaye istemeyen tek iş. Sonuçta sokağa çıkıyorsun bulduğunda alıp kaçıyorsun. Bireysel girişimler ‘kodes’le sonuçlanıyor. Bu nedenle bir yerde başarılı bir hırsızlık olayı vukû bulmuşsa ekip işi olduğu su götürmez. Anlatılanlara göre hırsızlığın diğer bir özelliği de suça açılan kapı olması. Kolay giriliyor ve suç başka suçları çağırıyor. Kendileriyle görüştüğümüz o dünyanın pek çok üyesi hırsızlıkla başladıkları işi sonrasında uyuşturucu ve fuhuş alanlarına kaydırmışlar.
Roti Montana onlardan biri. Arkadaşları arasında bu isimle çağrılan Roti kameramıza konuşmayı kabul edenlerden. Çevresinde cesurluğu ve korku bilmezliği ile nam yapmış. Küçük yaşta Diyarbakır’dan ayrılarak ‘gurbet’e çıkan Roti oldukça da zeki biri. Zira pek çok suç biçiminin içinde bulunmasına rağmen hala bir sabıkası yok. Temiz yüzü nedeniyle dikkat çekmiyor. Pek çok kişi de üzerine suç konduramıyor. Ama o hırsızlıktan gelme bir uyuşturucu pazarlamacısı.
Bir öteki olarak Roti
Brian De Palma’nın 1980 yılında yaptığı Scarface (Yaralı Yüz) filminin efsanevi aktörü Al Pacino’nun hayat verdiği Tony Montana karakterinin aksine Roti Montana bir bebek surat (Baby Face). İsim babasına tezat teşkil etse de asi ve ele avuca sığmaz yapısı nedeniyle kendisine bu lakap yakıştırılmış. Yine de bir benzerlik var. Daha iyi bir hayat sürmek üzere Tony Montana Küba’dan Amerika’ya, Roti Montana ise Diyarbakır’dan İzmir’e gitmiş.
Daha 11 yaşındayken dört arkadaşı ile birlikte sırf macera olsun diye kaçtıkları İzmir’de suç örgütleriyle tanışmış.
“Amacımız iyi bir hayat yaşamaktı. Ama yapamadık. Elimizden geldiğince iyi olmaya çalıştık, zamanla arkadaşlarımız bozuldu ve bunun farkına vardık.
Bir otelde ve mobilyacıda çalıştıktan sonra gittikleri her yerde dışlandıklarını anlatıyor.
“Nereye gittiysek dışlandık. Konuşmamız, oturmamız, kalkmamız bu bölgeden gittiğimizi ele veriyordu. Birbirlerine davranışları farklı bize farklıydı. Diyarbakırlılara farklı davranıyorlardı. Çocukluklarından beri kin öfke beslemişler buralara karşı. Bizi aralarına almadılar.”
Ötekileşmesi onu yalnızlığa ve öfkeye itmiş.
“Arkadaşlarımla beraber yaptık. Önce yol koştuk.(Hırsızlık) Yol koşunca esrar kullanmaya başladık. Elimizde görenlerin istemeleriyle bu işin piyasasının daha iyi olduğuna karar verdik. Uyuşturucuyu (esrar) Diyarbakır’dan alıp gidiyorduk. Kendi kendimize yapıyorduk. Başımızda biri yoktu, zaten başımızda biri olmasını istemiyorduk. Burada üretiliyor uyuşturucu, satılan yerler şahıslar var. İçen arkadaşlarımız vardı. Onların aracılığıyla ulaşıyorduk. Buradan alıp götürüyorduk. Orda o malı eritebilen, satabilen insanlar vardı. Ben sarıp içince kendileri gelip buluyorlardı zaten. Bir dünya insanla tanıştım. Bir hayır da görmedim. Hepsi geldi gitti.”
Operasyonlar çözüm değil
İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre yurt genelinde hırsızlık suçu;2008’de 256 bin 562,2009’da 304 bin 570,2010’da 344 bin 87,2011’de 351 bin 8382012’de 405 bin 405’e yükseldi.
Yani, günde bin 110 hırsızlık vakası yaşanıyor.
Son dönemde Doğu illerinde uyuşturucuya yönelik büyük operasyonlar yapılıyor ve tonlarca uyuşturucu ele geçirilip imha ediliyor. Roti’ye göre bu operasyonlar çözüm değil.
“Uyuşturucuya operasyonlar yapıldığında insanlar gömüyor. Öyle olunca daha değerli oluyor. Madde değişiyor evrim geçirip daha değerli bir maddeye dönüşüyor. Bundan dolayı herkes gömdü. Olaylar varken polis giremiyordu. Adamlar ekiyordu gömüyordu. Parti parti yakalandı. Uyuşturucuyu bitirmek istiyorlarsa yakalamakla değil gidip o şahısların ektiği o toprağa el koymaları lazım.”
Askere gitmek üzere geldiği memleketi Diyarbakır’da görüştüğümüz Roti, yeniden “sahalar”a döndüğünde mesleğine bıraktığı yerden devam edecek.
Cesur’un cesareti
Hırsızların dünyasında en kıymet verilen olgu cesaret. Cesaretten yoksun, gözünü karartamamış kişiler camiada bu işe uygun görülmez. Cilvesi çok olan bir meslek ve fiziki yapının yanı sıra yeri geldiğinde kavga dövüş işine girip sağlam çıkmayı gerektiriyor. İş üzerindeyken ‘keriz’ uyanırsa (malı veya parası çalınan kimse) devreye kaba kuvvet ve silah giriyor. Hasım ister malik olsun ister güvenlik görevlisi olsun sonuç değişmiyor. Kirişi kırmak için bu yollara başvuruluyor.
Girdiği bir evde, ev sahibinin erken dönmesi nedeniyle balkondan kaçmayı deneyen ancak bunu başaramayarak suçüstü yakalanan Cesur yeri geldiğinde silah kullanmaktan çekinmeyeceğini söylüyor.
“Üzerimiz boş değil zaten. Bir işe çıktığımızda eğer o iş askıysa (ev ve işyeri soygunu) öncesinden keşif yapıyoruz. Girişini çıkışını ve olağanüstü bir durumda kaçış yolunu belirliyoruz. Ondan sonra giriyoruz. Eğer ev sahibiyle yüz yüze kalırsam ve kaçmamın tek yolu onu vurmaksa çekinmem. Yoksa ben enselenirim. Bir kez enselendim zaten ve üç açık iki de kapalı olmak üzere beş dosyam var. Ceza yersem 7-8 yıl yatacağım. Kimse gidip yatmak istemez.”
Mallar tanıdık esnaflara
Hırsızlık işinin inceliklerini başta Diyarbakır olmak üzere bölgede öğrenip Batı illerine gittiklerini anlatıyor Cesur. Mevsimlik işçiler gibi özellikle yaz aylarında Batı illerine giden hırsızlar biriktirdikleri parayı yemek üzere memleketlerine dönüyorlar. Peki ev ve işyerlerinde çalınanlar nasıl elden çıkarılıyor? Çalıntı mallarının da bir piyasası var:
“Bir eve girdiğimizde önce canlı para ve değerli maden bakıyoruz. Özellikle yatak odalarına giriyoruz. Bunun dışında LCD ekran, bilgisayar gibi malları da kolluyoruz. Bu malları aldığımızda ya kiraladığımız bir dükkâna ya da tanıdıkların yanına emanet veriyoruz. Sonuçta bu işi yaptığınızda belli bir çevre oluşuyor. İhtiyacı olanlara gidip malın cinsini anlatıyoruz isterse veriyoruz. Bu işten geçinen esnaflar var. Onlara ucuz fiyata bırakıyoruz onlar da ya kendileri eritiyorlar ya da spotçulara, ikinci el eşya satan yerlere falan veriyorlar.”
Utanıyorum
Hırsızlar yaptıkları işin yüz kızartıcı olduğunu biliyorlar mı? Utanıyorlar mı? Cesur bu işlere hiç girmemiş olmayı istediğini söylüyor.
“Biri bana hırsız dediğinde dışlanmışlık hissediyorum. Çok utanıyorum. Zaten bu durumdan dolayı bazı şeylerle yüz yüze geliyorum. Çünkü git gide insanın psikolojisini bozuyor bu tür durumlar. Düşünsenize iki üç arkadaşın parmakla seni işaret edip hırsız diyor. Bu insanı çok rahatsız ediyor.”
Babamın ibriğini çalarak başladım
Görüştüğümüz en eski hırsız Hacı. Yaşı kırkın üzerinde. 1982 yılında takıldığı arkadaş çevresinin teşviğiyle babasının ibriğini çalarak mesleğe giriş yapıyor. Bir ‘kaptı’ olarak sonrasında İstanbul’da hayatına devam ediyor.
“İstanbul’da ‘dümen’le başladım işte. Yaşı büyük olan ağabeyler bizi koştudular. Sonra yanımıza çocuk alıp biz koşturduk. İstanbul büyük yerdir, metropoldür. Diyarbakır’da iş yaparsan tanıdıklara mutlaka rastlıyorsun. İstanbul büyük yer, korkmuyorsun ve yaşamak için bulman lazım.”
Katilim devlet
“85 sabıkam var. İlk mahkemeye çaktığımda 13 yaşındaydım. Çocuktum ve bazı şeylerin farkında değildim. Eğer beni affetselerdi, fişlemeselerdi belki hayatım çok farklı olurdu. Bir kez fişlendiğinizde size yapacak başka bir şey kalmıyor. Devlet tüm kapıları kapattı. Devlet açıkça ‘yap seni kodese atayım’ diyor. Çocuk yaşta sabıkalandırmasalar rehabilite yoluna gidilse bu kadar olmaz bu iş.”
Çocuktan hırsız yaratmak
Hacı meslekte çok eski olduğu için pek çok hırsız yetiştirmiş. Pek çok işte olduğu gibi bu işin de incelikleri var.
“Bu çocuklar genelde çevreden yetişiyorlar. Yoksul çevrede. Fakir çevre. Zengin yok. Fakir ne yapacak, açsın, aç adam mantıklı bilinçli düşünemez. Mesleğe girişleri kolay oluyor. Çocuk yetiştirilirken önce cesaret veriliyor. Deniliyor ki ‘bak benim yanımda olursan sana kimse dokunamaz. Devletin eline düştüğünde seni alırım. Gücümle paramla alırım.’ Önce güvence verilir. Ondan sonra annesine babasına güvenmediği kadar bana güvenir.”
Büyük partiler şehir dışına
Çalınan mallar eğer büyük bir partiyse başka bir kente gönderiliyor. Polis hırsızlığın yapıldığı kentte araştırma yaparken mal çoktan elden çıkmış oluyor. En değerli ürün sigara, anında paraya çevrilebiliyor.
“Bir eve girip patlattığın zaman belirli esnaflar var. Tanıyorsun bunları. Sigarayı herkes alır. Biraz düşüğüne verdiğin zaman gider. Televizyonu kime verebileceğini biliyorsun. Hırsızlık malının değeri yoktur. Bin liraysa televizyonun değeri yüz liraya veriyorsun. Bunları alanlar hırsızlık malı olduğunu biliyor. Çok ucuza aldıkları için bellidir. Büyük parti mal kaldırıldığı için şehir dışına verilir. Mesela mobilya kaldırıyor adam. Kendi semtine veremez. Urfa’da tanıdık var. Öncesinden ayarlanır. Antep, Urfa gibi bir yere transfer ediyorsunuz.”
Hırsızlık meselesi ile ilgili olan emniyet, hukuk ve sosyoloji çevreleri bu suç türünün asla bitmeyeceği ve ülkenin siyasi, sosyokültürel ve idari yapısında yaşanacak değişikliklere göre azalıp artabileceği görüşünde. Haber araştırması için görüştüğümüz yüze yakın kişinin pek azının hikâyelerine yer verebildik. Bir iki istisna dışında o camiada neredeyse herkesin işe ilk başladıkları nokta kapkaç ve kendilerini o noktaya getiren trajik yaşam öykülerine sahipler. Bu işe uzun yıllarını vermiş bir hırsızın ifadesiyle; ‘eğer bu ülkenin Güneydoğu’sunda yaşıyorsanız ve varlıklı bir ailenin ferdi değilseniz sokaktaki hayat önünüze iki yol çıkarıyor; ya dağa çıkacaksınız, ya da çalacaksınız.’ Realite bu olunca İstanbul, İzmir, Antalya ya da İzmit’te bu anlamda canı yanan birinin failinin ayak izleri Diyarbakır’da, Batman’da veya Mardin’de çıkıyor; pek çok hayat ‘ya kap ya öl’ noktasında nihayete eriyor…
Barış süreci olumlu etkiledi
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Asayiş Birimi uzmanlarına göre ‘barış’ süreci suç oranları açısından olumlu bir etkiye sahip. Daha önce bölgede sayı ve enerjilerini toplumsal olaylara harcayan güvenlik güçleri barış süreci ile birlikte hırsızlık, uyuşturucu ve fuhuş suçlarının üzerine daha çok gidiyor. Bölge illerinde toplumsal olaylara müdahale göreviyle bilinen çevik kuvvet polisleri bile bu günlerde devriye görevi yürütüyorlar. Polisin suç mahallerinde daha çok görünüyor olması da suçun azalmasına yol açıyor.
Sisli havalar oto farelerine göre
Yine polis kaynaklarına göre elektrik kesintileri hırsızlığı arttırıyor. Sokak lambalarının yanmaması, karanlık ve sessizlik hırsızları harekete geçiriyor. Örneğin havanın sisli ve soğuk olduğunda oto hırsızlıklarında artış yaşanıyor. Kentsel dönüşüm kapsamında yıkılan gecekondular hırsızlığın azalmasında önemli bir etken. Van depreminde kentin yeniden tasarlanması edilmesi ve polis araçlarının dahi girmekte zorlandıkları dar sokakların geniş caddelere dönüşmesiyle hırsızlık bitme noktasına gelmiş. Ancak polisin kendisi bile hırsızlığın polisiye önlemlerle çözülemeyeceğini söylüyor, zira sadece Diyarbakır’da emniyetteki hırsızlık sabıkalarının sayısı 12 bin 500.
Nedenleri kaldırmak gerekiyor
Daha önce kapkaç olaylarına hırsızlığın en basit hali ile ceza verilirken yapılan düzenlemeyle yeni TCK’nın 142. Maddesinin ikinci fıkrasıyla ağırlaştırılarak cezanın 6 ay ile 3 yıldan, 3 yılla 7 yıl arasına çıkarıldığını belirten Avukat Sinan Tanrıkulu bunun kapkaçı azaltmakla birlikte ortadan kaldıramadığını söylüyor. Tanrıkulu, cezaların ağır olmasının tek başına sorunu çözemeyeceğini savunuyor:
“Tarihin değişik dönemlerinde ölüm cezasına varan çok ağır yaptırımlara bağlanmasına rağmen bu suç tamamen ortadan kaldırılamamıştır. Örneğin, şer’i hükümlere göre hırsızlık yapanın eli kesilir buna rağmen şer’i hükümlere göre yönetilen ülkelerde dahi hırsızlık vakaları olmaktadır. Bundan dolayı da hırsızlık suçunun minimum düzeye indirilebilmesi, toplumsal yaşayışın tahammül edebileceği bir düzeye inmesinin yegâne yolu cezaların ağırlaştırılması yöntemi değildir. Cezanın caydırıcı nitelikte olmasından önce ekonomik ve sosyal politikalarla bireyi bu suça iten nedenleri ortadan kaldırma çalışmalarının yapılması daha etkili ve sonuç alıcı olacaktır.”
Kaynak: Al Jazeera