Kuruluşunun 76'ncı Yılında Köy Enstitüleri

'Mezun olduğumuzda bize 'Orası hep diken, siz oraya gül olarak gidiyorsunuz, bizden aldığınız eğitimle dikenli tarlayı gül tarlasına çevireceksiniz' denmişti'

1923 yılında Cumhuriyet kurulduğu zaman, Türkiye'nin nüfusu yaklaşık 13 milyon kişiydi. Nüfusun yüzde 84'ü köylerde yaşamaktaydı. 40 bin köyün 38 bininde hiçbir okul bulunmuyordu. Nüfusun sadece yüzde 10'u okur yazardı. Çalıkuşu romanında bahsedilen köylere gidip orada eğitim verecek gönüllü öğretmen sayısı son derece azdı. Normal olarak insanlar şehir hayatını bırakıp taşraya gitmeyi, buranın zor koşullarında eğitim vermeyi tercih etmiyorlardı. Zaten gitseler de, okul namına eğitim verilebilecek bir altyapı da yoktu.

Gerçi 1924 yılında Anayasa'ya ilköğretimin 'her Türk vatandaşı için zorunlu ve devlet okullarında parasız' olduğuna yönelik bir kural konulmuştu ama 1935 yılında bile köylerde okullaşma oranı yüzde 25 dolayındaydı.

Halid Fikret Kanat, 'zorunluluktan değil, kendi isteğiyle köylere giderek eğitim verecek 'köye göre öğretmen' yetiştirme' fikri üzerine çalışmalar yapıyordu. Mustafa Kemal Atatürk de aynı fikirdeydi. Askerliğini çavuş ve onbaşı olarak yapmış, okuma yazma bilen kişilerin 7-8 aylık bir formasyon eğitimi almasını, mezun olanların 'eğitmen' sıfatıyla köylere görevlendirilmesini  teklif etti.

İlk öğrencilere coğrafya, tarih, hayat, yurt ve ziraat bilgilerini de kapsayan bir eğitim verildi. 1935 yılında İlköğretim Genel Müdürlüğü'ne getirilen İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla eğitmen kurs programı 1936 yılında yapıldı. Sonuçlar olumluydu. Tonguç hazırladığı raporda bu sonucun olumlu olmasını sağlayan faktörlere yer verdi. Köy dışarıya kapalıydı, dıştan gelen şahısları köylüler benimsemiyordu. Köyün çağdaş eğitim biçimlerine ve bilgiye açılması için köylülerin kendinden bilecekleri şahısların burada görev alması daha etkili oluyordu. Yeni bir tip okul, program ve yeni bir tip öğretmene ihtiyaç vardı. İşte o öğretmen tipi Köy Enstitülerinin ilhamı oldu.

Yasal statünün kazanılması

'Köy eğitiminin amacı güçlü vatandaş, yani toplumsal anlamda insan ve memleketin siyasi, ekonomik ve kültürel hayatı geliştirmesine katılacak yani doğanın bütün güç ve güçlükleriyle tutsak değil, egemen olabilecek bir güçte iş adamı yetiştirmek olmalıdır” İsmail Hakkı Tonguç

Hasan Ali Yücel'in Eğitim Bakanı olmasıyla Köy Enstitülerinin yasal bir çerçeveye sahip olması ve fiilen Türkiye'ye yayılması yönünde adımlar başladı. 1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Ensititüleri açıldı.  19 Haziran 1942 tarih ve 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu ile enstitü yönetimlerinin “köy eğitimi ile ilgili görev, yetki ve sorumlulukları düzenlendi.

Bu tarihten itibaren  Türkiye'de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere açılmıştı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi. 

1937 ve 46 arasında 20 Köy Enstitüsü açıldı, Hasan Ali Yücel bu durumu şöyle tanımlıyordu: 'Enstitü kelimesini biz frenklerin telaffuz ettiği tarzda aldık ve buna alıştık. Biz köy enstitüsünü sadece içerisinde nazarî tedrisat yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi amelî bir takım faaliyetler de bulunduğu için okul adı ile anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi muvafık gördük.'

Mütevazi bir bütçe

Köy Enstitülerinin kurulmaya başlandığı zaman 2. Dünya Savaşı yaşanıyordu. Türkiye'nin elindeki kaynaklar son derece kısıtlıydı. Savaş bütçesi nedeniyle bir çok alanda kesintiye gidilmişti. 1936 - 47 yılları arasında Köy Enstitüleri için ayrılan toplam kaynak 51 milyon liradan ibaretti. Aynı dönemde 'kazan mevcudu' adı verilen, bu okullardaki personel ve öğrencilerin enstitülerde yemek yiyecek insan sayısı 501 bin, bu yemeklerin toplam bedeli de 45 milyon liraydı. Örneğin Akçadağ Köy Enstitüsü'ne 1940 - 46 yılları arasında 1 milyon 600 bin 828 TL kaynak ayrılmıştı, oysa bu Enstitü'nün sadece binalarının piyasa maliyeti 2 milyon 803 bin liraydı. Aradaki fark bütün köy enstitülerinde 'üretici eğitim' adı verilen bir metotla giderildi. Öğrenciler, öğretmenler okulları kendileri yapıyor, bu manada emek maliyeti sıfırlanıyor, hatta kiremitler yapım malzemeleri de öğrenciler tarafından üretiliyor, bu şekilde maliyetler tamamen düşürülüyordu. 1000 ve 6000 dekar arasında değişen çorak ya da bataklık arazilerde kurulan Enstitüler, buralarda kısa zamanda kendi ürünlerini üretmeye başladılar. 1937 - 1946 arasında 20 enstitüde 723 bina yapıldı, belli merkezlere 100 km yol açıldı, öğrenci ve eğiticiler tarafından 8 - 10 km uzaklıklardan sular getirilerek dekarlarca bağ ve bahçe kuruldu. Örneğin 1945 yılında Çifteler Köy Enstitüsü'nde yılda 40 bin kilo buğday, 13 bin kilo arpa, 2 bin kilo yulaf, 508 kilo mercimek, 2 bin kilo taze bakla, 10 bin kilo patates, 20 bin kilo ıspanak ve toplam 23 çeşit ürün üretiliyordu.

Yüksek verimlilik

Hemen hemen bütün köy enstitülerinde durum aynıydı. Örneğin Akçadağ Köy Enstitüsü'nde 7 yıl boyunca 100 binden fazla ağaç dikilmiş, koruluklar oluşturulmuş, 200 dekarlık alana 150 bin kadar meyva çekirdeği ekilerek bunlar fidanlaşınca ıslah edilerek diğer köy enstitülerine dağıtılmış, bölge içindeki köylere 90 bin fidan verilmiş, 1946 yılında 'önceden dikili ağacı olmayan, çoraklığı ile nam salan' arazide yetiştirilen 4000 ağaçtan 3 bin 500 kilo kayısı toplanmış, döner sermaye işletmesinin 14 bin liraya aldığı kamyonlarla Darenda - Malatya arasında buğday nakliyatından 13 bin 600 lira para kazanılmıştır. 

Yani ekonomik açıdan Köy Enstitüleri işliyordu. Kuruldukları bölge ekonomilerini canlandırıyor, daha önce kullanılmayan arazilerin verimli bir şekilde üretime katılmasını sağlıyor, aynı zamanda pratik eğitimle öğrenciler bu konularda gereken kapsamlı bilgileri edinerek, öğretmen olarak mezun oluyordu. Mezun olan öğrencilerin de farklı yerlerde benzer girişimler başlatması ve bütün Türkiye'de köy enstitülerinin, köy yaşamını değiştirmesi, köyde yaşayan insanların da temel bir eğitim alması planlanıyordu. Gelişmeler böyle olmadı.

Proje başarılı oluyor

1937 - 1938 döneminde 2 enstitütede 5 kadın öğretmen, 21 erkek öğretmen, 286 öğrenci ile başlayan proje 1946 yılında 20 enstitüde 119 kadın, 403 erkek öğretmen, 15 bin 529 öğrenci ile eğitim  vermeye başladı. Bu dönemde proje hedefe ulaşmış da gözüküyordu. 1939 yılında toplam köy öğretmeni sayısı 6847 iken bu sayı 1950 yılında 18 bin 426'ya çıkmıştı. Bu 18 bin öğretmenin 13 bin 182'si Köy Enstitüsü mezunuydu.

Öğrenciler hayatın her alanında yetiştirilmekteydi. Türkçe, fizik, matematik, tarih ve yurttaşlık bilgisi dersleri yanında, ziraat dersleri ve pratik çalışmalar yapılıyor, aynı zamanda sanat alanında da öğrencilere beceri kazandırılıyordu. Örneğin Aşık Veysel Köy Enstitülerini gezerek öğrencilere saz çalmasını öğretiyor, okullarda keman konserleri veriliyor, Mozart'ın rondoları özellikle öğretiliyor, Anton Çehov'un eserlerinin temsili yapılıyor, Moliere, Sofokles, Gogol ve Shakespeare'in tiyatro eserleri canlandırılıyordu. Örneğin 1945 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde 3 piyano, 55 keman, 259 mandolin bulunmaktaydı. Köy Enstitüleri kültürel anlamda da bir atılım manasına geliyordu.

Köy Enstitüleri kapatılıyor

Köy Enstitülerinin bu başarısına rağmen enstitülere yönelik muhalefet hiç son bulmadı. Bu eleştiriler bir kaç başlık altında toplanıyordu.

  • Kız ve erkek öğrencilerinin bir arada okuması ahlaksızlıktır.

  • Köylülerin parasız çalıştırılması onların istismarıdır.

  • Bu enstitüler 'keyfi' bir modeldir ve ancak yarım aydın yetiştirir.

  • Köy enstitülerinde verilen eğitim ve yapılan çalışmalar ahlak anlayışımıza aykırıdır.

Bu eleştiriler sanılandan daha fazla zemin buldu. 1950 yılında Demokrat Parti iktidarının kurulmasından sonra Adnan Menderes 'Köy Enstitülerinin her şeyden biraz anlayan ancak hiçbir şeyden tam anlamayan' nesiller yetiştirdiğini ifade ediyor, burada verilen eğitimle çocukların köye mahkum hale getirildiğini, köylülerin kentle bağının koptuğunu ve kente giderek farklı işlerde çalışma olanaklarının önünü kestiği ifade ediliyordu. Bu görüşlere göre buradan mezun olanlar yeniden köye dönüyor, Türkiye'nin beşeri gelişmesi engelleniyordu.

Bu görüşlerin haklı - haksız olması bir yana proje zaten 1946 yılından itibaren atıl vaziyete düşürülmüş, Köy Enstitüleri de 'Köy Öğretmen Okulları'na dönüştürülmüştür. 1950'li yıllara gelindiğinde Köy Enstitüleri yeterli desteği alamamış, özellikle muhafazakar kesimlerin eleştirileri ile köy ağaları ve enstitü yöneticileri arasında yaşanan ihtilaflar Enstitülerin kapatılmasını kolaylaştırmıştır. 27 Ocak 1954 senesinde Köy Enstitülerinin kapatılması kararı alınmış, bu kararın doğruluğu da bugüne kadar tartışılmıştır. Dünyada eşi benzeri olmayan bir eğitim modeli olan Enstitülerin kapatılmasının etkileri uzun uzun tartışılabilir, ancak projenin eğitim açısından başarılı olduğu bugün hala ülke gündemine vurduğu etkiyle tartışılmaz bir gerçek.

Popüler İçerikler

Rasim Ozan Kütahyalı’dan Atatürk Sözleri: “Şeytan Taşlamakla Anıtkabir'de Yapılanlar Benzer Eylemler”
Acun Ilıcalı Futbol Yatırımlarına Devam Ediyor: Yeni Takımı Slovenya'dan
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti