Kurduğu Tarikatla İnsanların İnançlarını Sömürüp 900 Kişinin Topluca İntihar Etmesine Sebep Olan Cani: Jim Jones

Çaresizlikten beslenen kör bir inancın mahvettiği yüzlerce hayat...😔

İçinizden gelen sese kulak vermek iyidir elbette, lakin aklınızın yol göstericiliği olmadan yalnızca duygulara ve inançlara göre hareket etmek hiç beklemediğiniz anda sizi felakete sürükleyebilir...

'Ben her zaman inandığım şeylerin izinden giderim!' diyebilirsiniz, peki doğruluğuna inandığınız şeyler gerçekten de sizin iyiliğinize yarayacak olanlar mıdır? Aklınızın size durmanızı söylemesine rağmen sırf bu inanç içinize kök saldı diye onun peşinden mi gitmelisiniz?

250’si çocuk, 900’den fazla kişinin ölümüne sebep olan Jonestown Katliamı ve bu katliamın baş mimarı Jim Jones’un hikâyesini okuduktan sonra buna siz karar verin. 

13 Mayıs 1931 tarihinde Indiana'da dünyaya gelen Jones, doğduğu gün itibariyle anormal bir hayatın başrolü olmuştu. Öyle ki Jones'un annesi Lynetta Putnam'ın, yeni doğan oğlunun bir 'mesih' olduğuna inandığı söylenir.

Birinci Dünya Savaşı gazilerinden biri olan babası James Thurman ise Klu Klux Klan üyelerindendi. Sanrılar gören bir anne ve alkolik bir babanın çocuğu olan Jim Jones’un zehirli zihninin temelleri ta bu zamanlardan atılmıştı anlayacağınız…

Büyük Buhran zamanlarında yaşadıkları maddi sıkıntılar sebebiyle ailesi yıkık dökük bir barakaya taşınmak zorunda kalmıştı. Indiana, Lynn'de bulunan bu barakanın tesisatı bile yoktu.

Yokluk içinde yaşayan, ailesinin bile doğru düzgün ilgilenmediği Jones, içinde git gide büyüyen o boşluğu doldurmak için dine yönelmeye başlamıştı. Arkadaşları onun garip bir çocuk olduğunu düşündükleri için ondan uzak duruyordu. 

Jones yalnızlığını perdelemek için daha on yaşındayken komşularla beraber kiliseleri gezmeye gidiyor, vaktini İncil okuyarak geçiriyordu. Üstelik başkalarının dikkatini çekecek kadar ölümle kafayı bozmuştu. Sırf ölümü merak ettiği için çocukken bir kediyi bıçaklamış ve ölen hayvanlara sürekli cenaze törenleri düzenler olmuştu.

Anne ve babası ayrılınca o da ailesiyle olan bağlarını koparıp kendi yolunda ilerlemeye karar vermişti. Kilise eğitimine yönelip vaiz oldu, daha sonra hayatını Marcel Baldwin ile birleştirdi.

Politikaya oldukça meraklıydı, okumayı da çok seviyordu Jim Jones. Hitler, Stalin ve Mao gibi liderlerin hayatlarını incelemek onun için büyük bir keyifti. Tıpkı onlar gibi büyük kitleleri etkilemenin peşindeydi. 

Yaşı ilerledikçe hitabet yeteceği güçlenmiş ve insanları çok daha kolay yönlendirir olmuştu. Irkçılık karşıtı söylemleri de bunda önemli bir etkendi. Jones artık kendi cemaatini kurmanın zamanının geldiğini düşünmeye başlamıştı.

İlk aşama cemaati için para toplamaktı. Jones, kapı kapı dolaşıp evcil maymun satıyor ve kazandığı bu paralarla yeni tarikatının temellerini atıyordu.

Önce 'Kurtuluşun Kanatları' adını verdiği kiliseyi kurmuş, ardından da özendiği liderler gibi toplulukları etkileyerek 'Halkın Tapınağı' adlı tarikatı kurmuştu. Radyolarda vaazlar veriyor, sözde şifa yeteneğiyle insanları etkiliyordu. Tekerlekli sandalyedeki bir kadını yürütmüş, kanser hastalarının tümörlerini çıkarmıştı. 

Halbuki perde arkasında dönen işler çok başkaydı. Örneğin; tekerlekli sandalyeden kurtardığı kadın aslında Jim Jones'un sekreteriydi, çıkardığını söylediği o tümörler de tavuk ciğeri! Gerçi Jones insanların gözünü öylesine boyamıştı ki, kimse onun yalan söylemiş olabileceğine ihtimal dahi vermiyordu.

Kilisesinde halka kapalı toplantılar düzenleyen Jones, zamanla çevrede merak uyandırmaya başlamıştı. Bu merakı kendi lehine kullanan tarikat lideri siyasete soyundu; önce Komünist Parti'ye daha sonra da Demokratların safına yöneldi.

Kimse onun bir düzenbaz olduğunu düşünmüyordu, hatta Amerika Birleşik Devletleri'nin en iyi din adamlarından biri olarak lanse ediliyordu. İnanır mısınız, kendisi ‘üstün başarılarından dolayı’ Martin Luther King Ödülü’ne bile layık görülmüştü.

Ancak bir süre sonra ibre ufak ufak tersine dönmeye başladı... Hakkında müritlerini cinsel ilişkiye zorladığı, uyuşturucu madde kullandığı ve şiddete meyilli olduğu söylentileri dolaşır olmuştu.

Bu söylentileri araştıran ve New West adlı dergide bir makale yayımlayan Marshall Kilduff adlı muhabir yüzünden Jones kendini tehdit altında hissediyordu. O yüzden 1974 yılında müritlerini toplayıp Guayana’da satın aldığı ve Jonestown adını verdiği topraklara getirdi.

Bu ıssız arazi, dışarıdan bakıldığında bir cennet gibi görünüyordu. Tabii, cennetin içinde gizlice cehennem hüküm sürüyordu. Jones, gün içinde şehrin içindeki hoparlörlerden vaaz veriyor, silahlı muhafızlar kimsenin buradan çıkmasına izin vermiyordu.

Yaşam ölümle eş değer diyen Jones, insanlara sürekli intihar fikrini empoze ediyordu. Burada yaşananları haber alan eski müritler ve kasabadakilerin akrabaları, insan haklarının ihlal edildiğine dair hükumeti uyardılar.

Kimileri Jones’u savunurken kimileri de ondan büyük şüphe duyuyordu. 1978'de ABD kongre üyesi Leo J. Ryan, durumun söylendiği gibi olup olmadığını kontrol etmek üzere Jonestown’a doğru yola çıktı. Kasabaya ilk vardıklarında her şey çok normal görünüyordu, ancak daha sonra kasaba halkından birkaç kişi gizlice Ryan’a oradan gitmek istedikleri notunu iletti. Ryan, onları alıp uçakla Amerika’ya geri dönmeye çalışırken Jones’un adamları tarafından silahlı saldırıya uğradı ve hayatını kaybetti. 

İşte, o andan itibaren felaketler birbirini takip etmeye başladı. Jones, herkesi toplayarak kısa süre içinde Jonestown’un saldırıya uğrayacağını ve herkesin tek tek öldürüleceğini söyledi. Tek çare onlardan önce cennete ulaşmak ve devrimci bir hareketle toplu şekilde intihar etmekti. Bu 45 dakikalık ses kaydını merak edenler için linki şöyle bırakıyoruz.

İntihar kararının ardından Jones'un adamları herkese hazırlanan zehirli karışımları dağıtmaya başladı. Kool Aid ve siyanür karışımlı şırıngalar önce aileler tarafından çocuklarına enjekte edildi.

Ardından geri kalanlar bardaklardaki zehri içip yaklaşık beş dakika içinde hayatlarını kaybetti. 900 kişilik ekipten yalnızca iki kişi şans eseri kurtulabilmişti. Bunlardan biri sağır olduğu için anonsu duymayıp kulübesinde uyuyan Grover Davis adlı müritti.

Jones ise en son kafasına ateş edip kendini öldürmüştü. Ertesi gün kongre üyesi Ryan için gelen ekipler, bu manzara karşısında şoka girmişlerdi.

Jones'un otopsisi sonrasında vücudunda yüksek dozda uyuşturucu madde tespit edildi. Burada yaşanan olayların CIA yüzünden olduğu, Jonestown'a getirilen insanların CIA'in yürüttüğü bir deneyin parçası olduğu iddia edilse de bunu kanıtlayabilecek bir sonuca ulaşılamadı. 

Ne yazık ki olan dini duyguları istismar edilmiş, daha güzel bir hayat yaşayacağına inanmış insanlara ve onların her şeyden habersiz ölüme sürüklenen zavallı çocuklarına oldu. Tanrı kompleksi yaşayan, ruh sağlığı yerinde olmayan ve kontrol manyağı bir adamın sözleri tam 900 kişinin hayatına mal oldu...

Popüler İçerikler

"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Volkan Demirel, Elini Sıkmadığı Şenol Güneş'le Arasında Geçen Diyaloğu Anlattı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
YORUMLAR
06.09.2019

keşke adı lazım değil de çıkıp hadi beni sevenler topu şekilde ölüyoruz dese :DD

Pasif Kullanıcı
07.09.2019

o insanları öldürür kendini değil canı kıymetli bk:15 temmuz

06.09.2019

din güzel bir silah kullanmasını bilene !

07.09.2019

İşte içerikte aradığım yorum.. Anlayana 👍

Pasif Kullanıcı
06.09.2019

Belgeselini izlemiştim.Insanlarda oyle bir bağlılık var ki adama,adam ne söylerse yapıyolar.Dini bi silah olarak kullanmanin bir örneğidir bu.

TÜM YORUMLARI OKU (15)