Çaresizlikten beslenen kör bir inancın mahvettiği yüzlerce hayat...😔
Çaresizlikten beslenen kör bir inancın mahvettiği yüzlerce hayat...😔
Bu içerik hazırlanırken All That Interesting, History, BBC News ve Akıl Fikir Müessesesi sitelerinden yararlanılmıştır.
'Ben her zaman inandığım şeylerin izinden giderim!' diyebilirsiniz, peki doğruluğuna inandığınız şeyler gerçekten de sizin iyiliğinize yarayacak olanlar mıdır? Aklınızın size durmanızı söylemesine rağmen sırf bu inanç içinize kök saldı diye onun peşinden mi gitmelisiniz?
250’si çocuk, 900’den fazla kişinin ölümüne sebep olan Jonestown Katliamı ve bu katliamın baş mimarı Jim Jones’un hikâyesini okuduktan sonra buna siz karar verin.
Birinci Dünya Savaşı gazilerinden biri olan babası James Thurman ise Klu Klux Klan üyelerindendi. Sanrılar gören bir anne ve alkolik bir babanın çocuğu olan Jim Jones’un zehirli zihninin temelleri ta bu zamanlardan atılmıştı anlayacağınız…
Yokluk içinde yaşayan, ailesinin bile doğru düzgün ilgilenmediği Jones, içinde git gide büyüyen o boşluğu doldurmak için dine yönelmeye başlamıştı. Arkadaşları onun garip bir çocuk olduğunu düşündükleri için ondan uzak duruyordu.
Jones yalnızlığını perdelemek için daha on yaşındayken komşularla beraber kiliseleri gezmeye gidiyor, vaktini İncil okuyarak geçiriyordu. Üstelik başkalarının dikkatini çekecek kadar ölümle kafayı bozmuştu. Sırf ölümü merak ettiği için çocukken bir kediyi bıçaklamış ve ölen hayvanlara sürekli cenaze törenleri düzenler olmuştu.
Politikaya oldukça meraklıydı, okumayı da çok seviyordu Jim Jones. Hitler, Stalin ve Mao gibi liderlerin hayatlarını incelemek onun için büyük bir keyifti. Tıpkı onlar gibi büyük kitleleri etkilemenin peşindeydi.
Yaşı ilerledikçe hitabet yeteceği güçlenmiş ve insanları çok daha kolay yönlendirir olmuştu. Irkçılık karşıtı söylemleri de bunda önemli bir etkendi. Jones artık kendi cemaatini kurmanın zamanının geldiğini düşünmeye başlamıştı.
Önce 'Kurtuluşun Kanatları' adını verdiği kiliseyi kurmuş, ardından da özendiği liderler gibi toplulukları etkileyerek 'Halkın Tapınağı' adlı tarikatı kurmuştu. Radyolarda vaazlar veriyor, sözde şifa yeteneğiyle insanları etkiliyordu. Tekerlekli sandalyedeki bir kadını yürütmüş, kanser hastalarının tümörlerini çıkarmıştı.
Halbuki perde arkasında dönen işler çok başkaydı. Örneğin; tekerlekli sandalyeden kurtardığı kadın aslında Jim Jones'un sekreteriydi, çıkardığını söylediği o tümörler de tavuk ciğeri! Gerçi Jones insanların gözünü öylesine boyamıştı ki, kimse onun yalan söylemiş olabileceğine ihtimal dahi vermiyordu.
Kimse onun bir düzenbaz olduğunu düşünmüyordu, hatta Amerika Birleşik Devletleri'nin en iyi din adamlarından biri olarak lanse ediliyordu. İnanır mısınız, kendisi ‘üstün başarılarından dolayı’ Martin Luther King Ödülü’ne bile layık görülmüştü.
Bu söylentileri araştıran ve New West adlı dergide bir makale yayımlayan Marshall Kilduff adlı muhabir yüzünden Jones kendini tehdit altında hissediyordu. O yüzden 1974 yılında müritlerini toplayıp Guayana’da satın aldığı ve Jonestown adını verdiği topraklara getirdi.
Bu ıssız arazi, dışarıdan bakıldığında bir cennet gibi görünüyordu. Tabii, cennetin içinde gizlice cehennem hüküm sürüyordu. Jones, gün içinde şehrin içindeki hoparlörlerden vaaz veriyor, silahlı muhafızlar kimsenin buradan çıkmasına izin vermiyordu.
Kimileri Jones’u savunurken kimileri de ondan büyük şüphe duyuyordu. 1978'de ABD kongre üyesi Leo J. Ryan, durumun söylendiği gibi olup olmadığını kontrol etmek üzere Jonestown’a doğru yola çıktı. Kasabaya ilk vardıklarında her şey çok normal görünüyordu, ancak daha sonra kasaba halkından birkaç kişi gizlice Ryan’a oradan gitmek istedikleri notunu iletti. Ryan, onları alıp uçakla Amerika’ya geri dönmeye çalışırken Jones’un adamları tarafından silahlı saldırıya uğradı ve hayatını kaybetti.
İşte, o andan itibaren felaketler birbirini takip etmeye başladı. Jones, herkesi toplayarak kısa süre içinde Jonestown’un saldırıya uğrayacağını ve herkesin tek tek öldürüleceğini söyledi. Tek çare onlardan önce cennete ulaşmak ve devrimci bir hareketle toplu şekilde intihar etmekti. Bu 45 dakikalık ses kaydını merak edenler için linki şöyle bırakıyoruz.
Ardından geri kalanlar bardaklardaki zehri içip yaklaşık beş dakika içinde hayatlarını kaybetti. 900 kişilik ekipten yalnızca iki kişi şans eseri kurtulabilmişti. Bunlardan biri sağır olduğu için anonsu duymayıp kulübesinde uyuyan Grover Davis adlı müritti.
Jones'un otopsisi sonrasında vücudunda yüksek dozda uyuşturucu madde tespit edildi. Burada yaşanan olayların CIA yüzünden olduğu, Jonestown'a getirilen insanların CIA'in yürüttüğü bir deneyin parçası olduğu iddia edilse de bunu kanıtlayabilecek bir sonuca ulaşılamadı.
Ne yazık ki olan dini duyguları istismar edilmiş, daha güzel bir hayat yaşayacağına inanmış insanlara ve onların her şeyden habersiz ölüme sürüklenen zavallı çocuklarına oldu. Tanrı kompleksi yaşayan, ruh sağlığı yerinde olmayan ve kontrol manyağı bir adamın sözleri tam 900 kişinin hayatına mal oldu...
keşke adı lazım değil de çıkıp hadi beni sevenler topu şekilde ölüyoruz dese :DD
din güzel bir silah kullanmasını bilene !
Belgeselini izlemiştim.Insanlarda oyle bir bağlılık var ki adama,adam ne söylerse yapıyolar.Dini bi silah olarak kullanmanin bir örneğidir bu.