-Aslında yaşadığın her şey, kişisel gelişim sürecinin bir bileşkesi.
Ben çocukluğu spiritüel deneyimlerle geçmiş biriyim. Enteresan temaslarım oldu.
Bu sayede de şu anda canım ciğerim dostum olan Farah Yurdözü ile yollarımız kesişti.
İnsanların bugün yeni yeni duyduğu birçok şey, aslında senelerdir Farah’ın, benim ve bizim gibi birkaç kişinin araştırma alanıydı.
Şimdi insanlar yavaş yavaş uyanıyor ve o zamanlar deli saçması gibi görülen şeylerin aslında gerçek olduğunu fark ediyorlar.
Bir dönem yaşadığım bir deneyim sonucunda bir kitap yazmaya başladım.
Ama bu yazım süreci irademle değil, sanki bana dikte edilerek ilerliyordu.
Oturup “hadi şimdi yazayım” desem yazamıyordum ama geldiği anda cümleler kendiliğinden dökülüyordu.
İçinde yazdıklarımın birçoğu, bilimin ancak şu an doğrulayabildiği şeylerdi.
Peki ben 18 yaşında bunları nasıl biliyordum?
Bu sorunun cevabını okuyucuya bırakıyorum. Evrensel bilgi her zaman orada; mesele ona ne kadar açık olduğun...
Bu sorunun cevabını okuyucuya bırakıyorum. Evrensel bilgi her zaman orada; mesele ona ne kadar açık olduğun...
O dönemlerde başladığım kitap tam 10 yıl sürdü.
Sonrasında yolum bir şekilde Destek Yayınları ve sevgili Yelda Cumalıoğlu ile kesişti.
Kitabımı yayımlatmak için gittiğimde, nefes ve DMT konusunda da uzmanlığım olduğu için, bir anda kendimi bu konuları anlatırken buldum.
Yelda da o güçlü sezgileriyle, “Önce lütfen Nefesi yaz, insanlar senin yazar yönünü tanımalı” dedi.
İyi ki de öyle yapmış.
Çünkü 2021 yılında yayımlanan Nefes, Ses, Hareket ve Kutsal Dönüşüm kitabım çok satanlar listesine girdi.
Hala seminerler veriyorum, imza günlerinde okurlarımla buluşuyorum.
Kitabımı Storytel’de kendi sesimle seslendirdim ve dijital platformlarda da büyük ilgi görüyor.
Bu da benim için ayrı bir mutluluk.
+Müzikal alanda da önemli bir yolculuk yapmışsın. İlk albümünün ardından kendi firmanı kurman ve müzikle yoluna devam etmen gerçekten etkileyici. Aynı zamanda müzikalde 3 sezon boyunca yer aldığını söyledin. Tüm bu süreçleri nasıl yaşadın?
-Evet, ilk albümümle ilgili çok canım yandı ve bu yüzden kendi firmamı kurmaya karar verdim.
2009'dan bu yana, çıkardığım tüm eserlerimi kendi firmam Purpleandmore Production etiketiyle yayınlıyorum.
Tabii ki dev müzik prodüksiyonları kadar güçlü değilim ama şarkılarımı kitlelere ulaştırma konusunda maddi açıdan bazı zorluklarım oluyor.
Arkamda kimse yok, ne yapıyorsam kendi imkanlarımla yapıyorum.
Amacım sadece şarkılarımı daha büyük noktalara taşımak değil, aynı zamanda benim gibi zorluk yaşayan gerçek müzisyenlere de yol açmak ve onlara yatırım yapabilmek.
İnsanlar, imkanları sınırlı olduğunda ve gücün yettikçe tanıtım yapabildiğinde, başarısız olduğunu düşünüyorlar ama aslında durum böyle değil.
Başarı olmak ve popüler olmak aynı şeyler değil.
Müzik sektöründe başarının ölçütleri çoğu zaman net değil, ve popüler kültürün şekillendirdiği algılarla başarı değerlendirmesi yapılıyor.
Birçok single çıkardım ve önceki çalışmalarımdan birinde Türkiye’nin ilk film klibini çektim.
O klip büyük beğeni topladı ve farklı bir çalışma oldu.
Ferzan Özpetek ve Çağan Irmak filmlerini çok severim, o klipte onların sinemasından ilham aldım.
O dönemde rahatsızlık geçirmiştim ve kortizon kullanıyordum.
Yüzüm ve vücudum inanılmaz şişmişti ama sektördeki görsel dayatmalardan o kadar bıkmıştım ki, fiziksel durumumu umursamadan, komplekslerimden arınarak o klibi çektim.
İyi ki de yapmışım çünkü popüler kültürün dayatmaları insanları bir fanusa hapsediyor.
Herkes Barbie ve Ken olmak zorundaymış gibi bir algı yaratılıyor.
Zaten ilginç bir şekilde çocuklukta kızlara bebek, erkeklere ise silah ve araba oyuncakları veriliyor.
Yetişkinlikte ise, kızlar Barbie gibi olmaya ve arabası olan erkeği elde etmeye, erkekler ise Barbie gibi kızları tavlamaya çalışıyor.
Her ikisinin de elinde kendince bir koz var ve bu kozlar da sıklıkla şiddetle ilişkilendiriliyor.
Aslında çocuklarımıza oyuncaklarıyla hangi rolleri kodladığımızı, biz büyükler belirliyoruz ve bu çok ciddi bir konu.
Tabii bu konu daha derinleşebilir, ama seni buradan çıkarmazsam çok daha fazlasını konuşabilirim! :)
+Sosyal medyanın etkisiyle şişirilmiş pek çok isimle karşılaşıyoruz. Bugün varlar, yarın yok olabiliyorlar. Bu durumdan nasıl çıkılır sence?
-Nasıl çıkılır, aslında kesin bir yanıt veremem ama bildiğim tek şey, eğitimin seçimlerimizde çok belirleyici bir etkisi olduğudur.
Bir ülkenin dinlediği müziğe bakarak o ülkenin eğitim düzeyini anlamak mümkündür bence.
Sosyal medya, işlerini sunmak için harika bir platform olabilir. Özellikle sektörü domine eden isimlerin boyunduruğundan kurtulmaya yardımcı oldu ama aynı zamanda niteliksizliğin de yükseldiği bir mecra oldu.
Bu durumun nereye gideceğini kestirmek şu an için zor, fakat dijital etikle ilgili çalışmalar yapılmadığı sürece olumsuzlukların önünü almak pek mümkün olmayacak gibi görünüyor.
+Peki akademik kariyerine gelecek olursak, bu kadar yoğunluğun arasında akademisyenliği nasıl başardın?
-Aslında akademik kariyer konusunda bir idealim yoktu. Sanatla ilgili bazı kurumlarda ve güzel sanat atölyelerinde şan eğitmenliği yaptım ama akademik dünyaya adım atma fikri hiç aklımda yoktu. Bir ara okullarda, saat ücretli öğretim görevlisi olmak adına CV’ler göndermeye başladım. İyi bir CV’m vardı ama üniversitelerin Türk Dili bölümleri bile CV’m hakkında geri dönüş yapmaktan imtina etti.
Ne yazık ki akademik dünyada da komün hayat kültürü, herkesin yakınını almak için çaba sarf etmesi gibi bir durum var. Gerçekten iyi bir CV’ye sahipken ve yetkinliklerimi sunduğumda, Türkiye’de bunu fark eden ve dönüp bana olumlu geri dönüş yapan tek kişi, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Bölüm Başkanı Prof. Marcus Graf oldu.
Bu benim için çok sevindirici bir gelişmeydi ama bir yandan da ülkemiz adına üzücü bir durumdu.
Sonrasında, akademik birikimlerim ve saha tecrübelerimle sahne sanatları yönetimi dersleri vermeye başladım. Öğrencilerle aramda oluşan güzel bir uyum sayesinde, okulda verdiğim derslerin popülaritesi arttı.
Öğrenciler arasında yayılan fısıltılarla İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Sayın Rıfat Kamaşak benimle görüşmek istedi ve ardından İşletme Fakültesi’ndeki öğrencilere ses, nefes, diksiyon, beden dili ve iletişim teknikleri gibi konularda eğitim vermemi teklif etti.
Yeditepe Üniversitesi’nde toplamda 4 yıl boyunca çalıştım ve en sevilen akademisyenlerden biri oldum. Derslerim her zaman doluyordu, çünkü öğrenciler arasında popülerliğim arttı.
Bir gün, University of Reading, Yeditepe Üniversitesi ile ortak bir çalışma için gelmişti. Pandemi döneminde sanat temalı bir sempozyumda benim de konuşmamı istediler. Hazırladığım konuşma büyük ilgi gördü ve sunumlarımı çok rahat ve etkili bir şekilde yapabilmem de göz önüne alınarak, Leadership, Organisation and Behaviour bölümüne doktora öğrencisi olarak kabul edildim. Eylül ayında İngiltere’de doktorama başlayacağım.