Kubilay Aktaş Yazio: İnsan Anlam Varlığıdır

Dil sadece tat organı ve lisanın ifadesi değildir. Dil ayrıca gönlü de ifade eder. Bir şeyi anlarken o şeyin varoluş amacına yönelik doğasını bilmek tek başına yeterli değil. O şeyin diğer bir nesne ile kurulan bağında oluşan dönüşüm tecellilerini yani yansımalarını ve o şeyin insan duygu dünyasındaki anlam ve etkileşimini de bilmek gerekir.

Nesne ve diğer nesne ile kurulan bağ ve bu ilişkinin insanın duygu dünyasındaki anlamı yani bu üç dünya birbirine bağlıdır ve anlam verme bu bağlantıyla açığa çıkar. Anlama edimi bir şeyin, neye ve kime göre, hangi zamanda ve hangi mekanda olduğunu ve oluşumun sürecini tahlil etmeyle kazanılır. Anlamak sürecin izlerini ve tüm ilişkilerini bilmektir. 

Söz, nefes aracılığı ile oluşan dilin en küçük düzeydeki anlamlı parçasıdır. Ancak bazı diller var ki kuş dili. Bu dilin en küçük ögesi söz değil harftir. Elif Lam Mim gibi Alfa ve Omega gibi. Sözcüklerin anlamı olduğu gibi harflerin de anlamları, dünyaları huy ve karakterleri ve birbirleri ile olan etkileşimleri ve etkileşimden doğan kümeleşme örüntüleri vardır. 

Doğada seslerin derinlerine iner, işitmeye başlarsanız tüm seslerin aslında nefesten kaynaklandığının farkına varırsınız. Sesleri ancak nefes aracılığı ile çıkarabiliriz ve bu seslere de kelime elbiselerini giydiririz. Bu kelime elbiseleri ile yaşamımıza dair alışverişi yapar, iletişim kurar, duygu ve düşüncelerimizi ifade ederiz, yaşamımızı dil ile öreriz.

Dil ile ifade ettiğimiz düşüncelerimiz, anlam dünyamızdaki çıkarımları bildirir.

Sesle oluşan söz elbiseleri ve bizde oluşturduğu duygu halleri arasında derin bir eş-zamanlılık vardır. Ruhun elbisesini dil makası ile biçerken yine aynı dille iki kumaşı bir birine dikeriz. Dil ayırır, aynı dil yine birleştirir. Nasıl kullandığına bağlı. Birini yukarı çıkarırken diğerini aşağıların aşağısına indirir. 

Dildir dilarayı eyler dilber

Dildir dilarayı eyler viran. 

Gül güldür, gül dalında iken 

Yoksa dikenlik

Bülbül bülbüldür, dil onda iken

Yoksa serçe 

Hüve’l Baki

Halden hale geçen duygularımızın kaynağı aklımızdaki düşünceler ve olgu ve olaylar hakkındaki anlama dair yorumlarımızdır. Gül ancak bağlamı olan dalında, yaprağında toprağında, ağacında ise güldür, yani anlamlı. Yoksa onu bağlamından koparırsak solar ve sadece dikenlik olur. Bülbülü de bülbül yapan güle duyduğu hayranlıktır. 

Hayretin ifadesi bülbülün şakımasıdır. Bu hayret ve hayranlık yoksa dili yoktur bülbül olur serçe. 

Nefes ve oluşturduğu ses ve o sesi temsil eden söz ve o sözün sebep olduğu duygu hali ve süreçte oluşan anlam verme yetisi ve bununla yeniden yapılanan nefsimiz ve nefsimizin kaderimizle kurduğu bağ ve iletişim çok derin ve kesintisizdir. Süreç kesintisiz ayrımsız bir uzamdır.

Hz İsa (as), “Sözünüz et ve kan olmadıkça Allah’ın Melekutuna giremeyeceksiniz” der. 

Sözün et ve kan olması metafizikle ilgili değil direk et ve kan olan beynimizle ilgilidir. Vücutta seyreden süreçlerin başlangıcı ve totali tüm organlarında etkileyen beynimizde gerçekleşir. Beyin tüm organların toplandığı büyük organ meclisi gibi, devlet gibidir. Organ kurumlarının temsilci ve yöneticileri buradadır. Ve ilgili organ ve dış dünya ile direk bağlıdır. Yukarından aşağıya, aşağıdan yukarıya bilgi iniş ve değerlendirilmenin çıkışın ara noktası, merkezidir. Her bir lobun bağlandığı organın, düşünce duygu ve üst düzeyde âlem sistemleri ile ilişkisi vardır. 

Emoto’nun yaptığı su deneylerini hatırlayalım. Bu deney beyimiz içinde geçerlidir. Kullandığımız kelimeler ve onların kaynağı olan düşünceler beyinde protein dizilimlerini etkilemekle kalmıyor, beyin kodlandığı bu dile yoğun maruz kaldığında yani alıştığında artık kendisine ait özel bir beyin dili oluşturuyor ve kişiyi ya cehennemine veya cennetine çekiyor. Diliyle, eliyle ektiklerinin yansımalarını görmek üzere zorunlu bir yasa ile çekiliyor ve kişi kuantum beyine bu dünyada yaşıyor. İnsan tamamlanmış, bitmiş bir varlık değildir; bir süreçtir, yolcudur ve yolculuğun kalitesine göre şekillenir. Alt boyut üst boyutu kuşatır ve aşağıda yazar, yukarıda okursun basit. 

Beyin tarlasına hangi söz tohumlarını eker besler büyütürseniz kaçınılmaz şekilde bir süre sonra onu biçersiniz. Ve beyin kulaktan, gözden tüm yeti ve azalardan giren ve yorumlanan verilere göre an be an yapılanır beyin bir akıştır. Beşikten mezara ilim. Kullandığınız sözler beyninizde yeni moleküler dizilimleri başlatır, tetikler ve yeni örüntüler oluşturur. Kulak, göz, burun bu organlar pasiftir alıcılardır ancak dildeki kelam sözdür ki aktif ve verici, inşa edicidir. 

Dış uyaranların da etkileri ile söz, bilgi önce geçici belleğe kaydedilir ve unutulur ancak o sözler belli ritimler ve hissedişler altında tekrar edilirse bu sefer orta belleğe kayıt olur. Ancak coşku, vecd, ekstaz, trans gibi durumlardaki haller ve söylenen sözler ise derin belleğe kayıt edilir. Geçici bellek yani unutkanlığın çoğu zaman bir sorun bir özür olduğu düşünülür. Gerçekte bu durum insan için rahmettir. Hatta eskiler insanın nisyan yani unutmak ile özürlü olduğunu söylerler ancak bu bir özür değil bilakis olumlu bir kazanımdır.

Hiçbir şeyi unutmadığınızı, her şeyi tamamı ile hatırladığınızı düşünsenize, hayat o zaman çekilmez olurdu. Gereksiz şeylerin atılması ve unutulması beyini ve bilinci rahatlatır nefes aldırır düşünsel oruç. Belli bir mertebede düşüncelerinden bile sorumlusun, der Hz İsa. Çünkü her bir düşüncenin iktidara kadar uzanan elleri vardır besler büyütürsen. Seçim ve dengelemek, korumak ve benliğini inşa etmek kişinin irade ve çabasına bağlanmıştır.  

Zikir, hatırlamak ve tekrar etmek anlamlarına gelir. Dilimizde sürekli tekrar eden düşünce kalıpları olan sözcükler, duygu dünyamızla etkileşime girer ve zihin yoluyla bu sözler belli guruplar halinde kayıt edilir. Her kelime düşünce grubunun kendisine ait kimlik kişilik ve karakteri huyu ahlakı fıtratı vardır. Muhiddin Arabi harflerin, kelimelerin, ayet ve surelerin ardında onları temsil eden meleklerin kuvvet ve kudretlerin olduğundan bahseder. Bunlara hadim hizmetliler, eşyanın ardındaki bilinçli kuvvet derler. Her kötü düşünce ve duygunun ardından da onu temsil eden insi ve cinni şeytanlar vardır. Günahlar da öyledir. Eğer o günah tövbe istiğfar ile hemencecik temizlenmezse kalbi karartır ve manevi bir yılanın musallatı ile kalbi ısırır acı ve huzursuzluk verir. Rüya dünyasında bu zahir olarak da görülür.  

Duygusu olmayan kelime ve düşünceler geçici belleğe düşer ve unutulur gider, çöplüktür. Duygu ve anlam yüklü kelime ve düşünceler ise orta belleğe kaydedilir. Eğer işin içine duyguların ötesinde olan çoşku, vecd içe çekilim olursa bilgi o zaman derin belleğe kayıt edilir. Duygu, dış uyaranlardan gelen etkilere verdiğimizi duygusal tepkilerdir zihinseldir. Çoşku ise herhangi bir dış uyaran olmadan, uygun zaman ve şartlarda ruhsal köklerimizdeki içgüdüsel- varoluşsal kodların tetiklenmesi ile oluşan bir farkındalık durumudur, şuura şahitlik ve hakikate agah olmaktır. Agah olmak: hakikatine uyanmak ve ilahi anlayışın kuşatması altında bulunmaktır bu noktada bilirsin ve şüphen kesinlikle yoktur. Özün seni kuşatması ile bilirsin özü zihinsel tetikleme ve manipülasyonlarla  etkileyip hallenmelerden bahsetmiyoruz. Fiziksel olarak yaşarsın.   

Tasavvuf geleneğinde dildeki sözün zihne, oradan beyne, akla, kalbe, gönle ve sonrasında da sırra kadar seyri olduğu bildirilir. Bu yüzden sufiler uzak doğuda da “mantra” olarak da bilenen belli kelimeleri belli ritim ve duygu cazibe teshiri ile kalplerine nakşederler ve artık o sözleri dilleri ile tekrar etmeseler bile manalarını kalplerinde duyarlar ve yaşarlar. Ledün ilimi dışarıdaki suretlerin iç anlamlarına yani siretlerine vakıf olma ilmidir. Kişide keşif ve sezginin açılmasıdır. Keşif ehli dedektif gibidir, her girdi ve çıktının takibini murakabesini yapar. Öğretilerin çalıştığı ana konu beyini eğitmek ve doğru kullanmak üzeredir.  

Müzisyenler ilerleyen süreçlerde şu durumu yaşarlar. Mesela piyanist piyanodaki sesler akorlar, harmonikler, makamlar üzerine o kadar yoğun çalışır ki belli bir doyuma geldiğinde artık o nota ve sesler onunla canlanır ve sesleri zihinde duymaya, kalbinde hissetmeye ve bu dalgaların etkisi ile çalmaya başlar işte ustalığın ilk adımı. Sanat zihin için en kestirme terapi yoludur. Notaları sesleri parmaklarından kalbine indiren bir piyanist için piyano sadece ruhundaki hissedişlerin dili olan bir alet konumundadır. Konuşana değil konuşturana bakmak lazım geldiği gibi çalana değil çaldırana bakmak lazım. 

Atarken sen atmadın senden ancak Allah attı.

Beyinin kodlandığını bilen büyüklerimiz bazı ritüellerde buhur ile koku yayarlardı.

Özellikle de hafızada hatırası 40 yıl kayıtlı kalan kahve kokusu. Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır demişler. Kokuların 17 ile 40 arasında hafızada saklandığı bilinir. 

Özel zaman ve mekanlarda toplu yapılan uygulamalarda anlam yüklü sözlere belli ritimde ve tekrarda ve uygun koku ve nefeslerin desteklenmesi ile  beyinde kayıt oluştur eskileri dönüşür yani söz yani et ve kan olur. Oluşan manyetik alan ortamda bulunan kişiyi kesinlikle etkiler. Bazı rock guruplarının bu teknikler ile insanları geçici veya kalıcı hipnoz durumlarına soktuğunu duymuşsunuzdur. Her gün alınan malayani milyonlarca hikmetsiz verilerin beyinde nasıl hasar ve arıza bıraktığına çevrenize bakmakla şahit olabilirsiniz. Bunun yanında hikmetli söz ve davranışlarında nasıl medeniyetler kurduğuna da şahit olabilirsiniz. Beyin yapısı gereği ne yüklerseniz onu alacağınız kara kutunuzdur. Bu her din dil ırk ve cinsiyetteki beyin için geçerlidir. Zihinsel tüm kalıp ve yorumlar sözlere yüklenen anlam ve algı biçimleri rüya ve yakazalarımızda bazı şartlar altında görülebilir ve fark edilebilir. Sözlerimiz yetenek, donanım, tecrübe, anlayışımıza ve çabamıza göre şekillenir, örüntüler oluşturur. Arpa eken buğday biçmez.

Sözler düşünce dünyamızdan gelir ve akıl alemine aittir. Bir de hal alemi vardır. Bu ise sözlerin kalp sahasındaki durumudur, görünümüdür. Kiminin hali öyledir kiminin ki ise böyle. Halden hale geçişi düşünceler belirler. Akıl dünyasından çıkan bir söz duyduğunuzda veya düşündüğünüzde kalp sahanızda hemen bir duygu dalgalanması olur. Akıl dünyasındaki düşünce, söz tetikler kalp dünyasında duygular tetiklenir. Her söz veya her düşünce ama öyle ama böyle kalbe yani duygu dünyasına mutlaka dokunur. Dilde hayat vardır, dilde kalp vardır. Dilden akla, akıldan kalbe, kalpten hale, halden sırra giden bu yol uzun ve kesintisizdir. 

Kalp tekallüp eden halden hale duygudan duyguya seyahat eden anlamına gelir. Ay ile temsil edilir sürekli bir değişimdir dalgalanmadır sabitliği yoktur. Duygular düşüncelerimizin yansımalarıdır. Duyguların merkezi kan pompalayan organ yani yürek değildir. Duygular kalbimiz de dahil tüm organları tam olarak yüreğinden sarar, etkiler. Tüm seyir ana noktada beyinde gerçekleşir ve buradaki durumlar tüm organları, hormonları, ilişkileri sonunda kader haritasını çizer. 

Duygular düşüncelerin semptomları dışa vurumlarıdır. Çoşku ise, asli varlığımızın (ayanı sabite) keşfinden doğan birlik bütünlük ve biriciklik hissedişinin taşmasıdır. Duygusallık değil vecd haline bürünmek, kuşatılmaktır kaynağı bir yerden değil her yöndendir. İçsel zorunlu varlığının kemalata zirve yapmasıdır. Derin ve kadim belleğin uyanmasıdır. 

Ne olduğumuzun izlerini görmek için, düşüncelerin kalp monitöründe bıraktığı izlere- gölgelere bakmak gereklidir. Rüyalarınız ahiretinizden haber verir. Orta belleğe çöreklenen ve bizi yoran duygusal tutumlarımızı kadim bilgeliğin bilinci ile arındırabilirsek hem onları ehlileştirmiş hem de marifete bir adım atmış oluruz. 

Coşku, vecd anlarında ve hallerinde söylenen sözler enerji yüklüdür. Kişisel iradenin ötesi söz bu mertebede bir deneyim olarak yaşanır, kişisel olarak fark edilir, yakın çevrede kişideki bu durumu fark edebilir. Bu sözler ve anlayışlar dinleyen üzerinde derin bir etki bırakır buna teshir denir. Ruhsal yani derin bellekten yükselen manalar teshir yani dönüştürme gücüne sahiptir. Zihinsel yani duyusal etkilerle orta belleğe telkinler verilir kişi bu telkinleri talim eder anlarsa, teshir etkilenme ve etkileme kudreti açılır. Bu canlı söz konuşan Kuran olan Ali sırrıdır.

Telkinler sözel olduğu gibi ima işaret semboller ile de olabilir aynı etkiyi bırakır. Teshir ise hiç bir aracıya ihtiyaç duymadan kişinin direk ruhuna nüfuz eder. Hazırsan o anda bilirsin. Orta bellekteki kişi sizi telkin eder, teskin eder; derin bellekteki arifler ise teshir eder, nüfuz eder; simyacılar bakırı altına dönüştürür. Teshir sihir kökünden gelir. Yani öyle bir söz ki; kişiyi etkisine alıyor, harekete geçiriyor, cezbeye düşürüyor yani söz yaşama dönüşüyor, ete kana bürünüyor Yunus diye görünüyor. Vahiy gibi, İsa (as) gibi. Coşkulu yani etki bırakan sözler kişide kıyam eder ve ezanını okur. Etimiz dünyaya kanımız ise asil bir millete aittir.    

Rezonans titreşim temelli bir etkileşim ve uyumlanma kanunudur. Fizikte bu yasanın etkilerini görebiliriz. Mesela herhangi bir kemandan çıkan “La” sesi gitarın da kemanların da tellerini etkiler, onların da “La” telleri titreşir, rezone olur, eş zamanlı salınıma girer. Bunun gerçekleşmesi için zaman ve güç faktörleri belli bir ölçeğin arasında ve yeterli sürede olmalıdır. Üzüm üzüme baka baka kararır. 

Fiziksel etkilerin istisnasız kimyasal izdüşümleri vardır. Bu kimyasal etkiler, psişik- ruhsal alanımızı da etkiler. Fiziksel etki, kimyasal reaksiyon ve psişik alan birbiri ile eş zamanlı domino taşları gibi dizilidir. 

Kullandığımız kelimeler ok gibi fırlayan fotonsal yani fiziksel bir ışıma etkisine sahiptirler. Düşüncelerimiz ve kullandığımız dil ve oluşan hal birbiri ile zorunlu bir ilişki içindedir. Bir olmadan diğerinin olmayacağı türdeki ilişkilere diyalektik yani karşılıklı bağlantıların bir birini etkilemesi denir. Bu etkileşim dönüşüme hazır bir zemin bir kapı aralığı gibidir, anlayış burada doğar. Düalite tarzındaki ilişkilerde zorunlu bir bağ yoktur biri olmadan diğeri var olabilir yani o şey tek başına da kalabilir. Diyalektikte ise bu bağ ayrımsızdır bir olmadan diğeri kesinlikle var olamaz.   

Varlık sahnesinde, dilimiz aracılığı ile düşüncelerimizi zaman, mekan sahnesine indiriyor inşa ediyoruz. Hz. Mevlana’nın dediği gibi “Sen aslında bir düşünceden ibaretsin.”

Her organın hatta bedenin her hücresinin kendine ait özel bir titreşim ve iletişim dili  vardır. Parmak izi gibidir. Bu izler yaşam tecrübelerimiz düşüncelerimiz ve kullandığımız dilin niteliğine göre şekillenir. Zaman sürecinde kültürel etkilerle okul, üniversite, arkadaşlık  evlilik gibi etkiler ile şekillenir ve orta belleğe öğretilir kayıt olur. 

Düşünce bir dil olayıdır. Wittgensteina’a göre dil bir oyundur ve bu oyun seni ketleyebilir veya değiştirerek dönüştürebilir. 

Dilin kaynağı ise kişinin beslendiği kültürüdür. Dil kültürün ifade edilişidir. Kültür olmasaydı dil olmazdı, dil olmasaydı kültür olmazdı; diyalektik bir ilişki.  Dolayısı ile dil hakikatin değil, hakikatin yansıması olan kültürün dilidir. Kültür kolektif tecrübelerden edindiğimiz yaşam anlamları ve onlara bağlı deneyim ve birikimlerimizdir. Yaşam sürecimizde oluşan kültür zemini, dil ile kendisini yansıtır dışarı taşırır, ifade eder. İçinde ulunduğunuz kültürün dilini halini tavrını, yaklaşımını yaşarsınız doğal olarak. Dil kültür sahnesinde betimlenirken, kültür ise kültürler arası tüm tarihi süreçte sahnelenir ve Tarihte kültür gibi kendisini dil ile ifade eder yansıtır. Kısaca kültür tarihte ortaya çıkar ve kendini dil ile gösterir. 

Varlığın yansıdığı iki temel zemin vardır: Birisi doğa, diğeri ise tarih sahnesidir. Doğa ve İnsan varlığın iki temel yapısıdır. Doğa yani fizik varlığın aracısız göründüğü değişmez sabit zemindir. Doğanın kanunları fiziğin kanunları değişmez. İnsan yani onun tarihi ise insanlığın ortak bilincinin değişen sahnesidir ve kişi ile direk bağlantılıdır kaderidir. Kişi tarihsel süreci bilmiyor varlığını sadece bulunduğu alan ve düşünce, duygu dünyasından ibaret sanıyorsa büyük yanılgı içine girer. Süreci bilinmeyen sonuçlar anlamsızdır. Çünkü şimdiyi oluşturan ana toplam geçmişin bütün sürecidir ve o şimdidedir, geçmişini okuyup anlamlandıramayan şimdiyi bilemez. Sürecin şimdi de oluyor olduğunu fark etmeyense kendi algı rüyasında hallenir. Bu yüzden tarihini bilmek kendini bilmekle eş anlamlıdır. 

Ve insan anlam verici yegane varlıktır. İnsan anlam varlığıdır. Evrende görebildiğimiz kadarı en etkin ve yetkin olarak bilenen tek varlık insan varlığıdır. İnsan, sadece insan suretindeki canlılara atıf edilen bir kavram değildir. Anlam arayışında olan, bilmek isteyen, kapı çalan her canlı insan sıfatına yol almaya başlamıştır. İnsan, kafasındaki o olayı o olguyu aslında varlığını, eni sonu arayacak ve Rabbini bilecek. İnsan anlam arayışına mahkum edilmiştir. Arayış ruhun seslenişi beni duy ve bul demesidir. Anlamlandırmazsa içi rahat etmez. Yanlış da olsa bir sonuca bir manaya ulaşmak isteyecektir. Ve insan anlam verme işini hafızasındaki kültürel ve tarihsel olay ve olguların kayıt tecrübe ve çıkarımlarının referansı ile yapar. 

Tarih kolektif hafızamızdır. Ona bağlıyız hatta bağımlıyız içindeyiz oraya doğduk. Beden birinci kültür ise ikinci doğamızdır. Anlam verme bu depodaki yazılımların içeriğine göre yorumlanır şekillenir ve çoğu zaman zaten bilinen gerçekleşir. Tarih tekerrürden ibarettir denir ancak içsel devrim ile tarih sahnesindeki tekrar eden kareler artık tekrar edemez. Tekrar eden zihin tepkileri değişirse tarihte bundan nasibini alır döngü kırılır. İnsanların olaylara ve olgulara tepkileri ve onlar hakkındaki fikirleri her dönemde tahmin edildiği gibi olmuştur. Bir kişinin geçmişinde yaşadığı etkilere gösterdiği tepkilerin matematiğini kişinin mantık haritasını biliyorsanız, o kişinin geleceği hakkında bazı öngörülere sahip olabilirsiniz.  Tekrara düşen tekerrür eden tarihin kendisi değildir. Nihayetinde tarih insan zihinlerinin etki tepki alanıdır. İnsan gurupları zihinleri ile etki eder ve tarih sahnesinde tepkimeler olur. Etkiler nasıl olursa tepkilerde aynı ile karşılık bulur. Nasıl yaşarsanız öyle yönetilirsiniz. Beşer zulmü eder kader ise adalet eder.  

Tarihi sürecimiz aynı tepkiler ile aynı etkilere ve maruz kalındığını gösteren ibretlerle doludur. Tarih toplumun zihin yapısı, gölgesidir, yansıdığı zemindir. Kurtuluş savaşı halen devam etmekte. Zahirde Kabe putlardan temizlendi batında ise insanlar cehalet ve kölelikten kurtuluş yoluna koyuldular. Tarih dolayısı ile zihin başka boyutlarda, farklı türev ve olasılıkları ile halen devam ediyor. Eskiden olduğu gibi bundan sonraki süreçte de neyi indireceğimize toplum aklı, toplum tutumu karar verecek. Nasıl yaşarsanız öyle yönetilirsiniz. 

Devrim tekrar edegelen tarihin tozlu zihin karmaşasından ayrılabilmek ve kadim değerler ile evrensel ilkelere göre yeni bir gelecek inşa etmektir. Kurtuluş cehaletin doğurduğu kölelikten kurtuluştur. Dil ve tarihini bilmeyen bir  millet yok olmaya mahkumdur. Aziz Gazimizi ve silah arkadaşlarını bu mücadelede hayranlık ve minnetle anıyoruz. Bilgeliğin özü İnsanın Ferdiyeti ve Hak Hukuk ve adalet üzere bir insan topluluğu olma ülküsü ve niyetidir. Bağımsız hür bir karakterin aklı ve vicdanı da hürdür. Yani kişisel zan ve çıkarımlarla hisleri ile değil ortak akılla, evrensel ilkelere ve vicdana bağlı değerleri referans alır. Özgürlük ancak bilginin anlaşılması neticesinde gelen Erdemlilik ile olur. Dünya sahnesinde bu eşsiz devrimi yapan ve manasını da bu zamana kadar getiren tek İnsan vardır O da Hz Muhammed’dir. Boşuna değil Gazi Mustafa Kemal’e “tarih sahnesinde sizi derinden etkileyen kişi veya kişiler kimdir diye sorulduğunda Hz.  Muhammed ve Fatih Sultan Mehmet Han’dır” der.

Geçmiş kayıt, hafıza ve tecrübelerin içerik ve yoğunluğu geleceğimizi belirler.

Ve bu noktada dil, hem anlam vermenin bir aracıdır hem de tarihsel bütün sürecin kayıtlarını depolayan ve koruyan bir olgudur. Hafız ismi hıfz eden, depolayan ve koruyan anlamında hafızamızla belleğimizle ilgilidir. 

Hafızamızda yani zihnimizde depolanmış düşünce paketleri, akıl süzgeci ile  damıtılıp arındırılır ve ehli olan kamillerce anlamlandırılırsa kişi tarihi kimliğinin üstüne evrensel akla yükselir buna şuuruna varmak denir. 

Yorumlamak, okumak akıl yapımızı evrensel ilkeler altında sorgulanmak incelenmektir. Bu şey neye göre, kime göre yani hangi akıl tipine göredir. Evrensel ilkelerin referansı altında yapılan sorgulamaların şuurlanıp tarihi aşmaya ve onu doğru şekilde yeniden yazmaya yönelik bir gayesi vardır. Akıl zihni aşar, ruh hepsini kuşatır. Zihniniz olan hafızanızı hangi verilerle meşgul eder beslerseniz o olursunuz. İnsan için kaçınılmaz yazgı ektiğini biçecek olduğudur. Zihninizde olanları evrensel ilkeler altında inceler birbirinden ayırt edip fark eder ve tepkilerin zihin yapısından kaynaklandığını fark ederseniz, o zaman zihin evinizi yeniden düzenleyebilir başkalarını da anlayabilirsiniz. Kimse kimsenin hikayesine kendisinden daha yakın değildir ve her can önce Allah’ın kuludur. 

Doğadaki her bir form zihninizle etkileşime girer, doğa zihnin dış versiyonudur, uzamıdır. Dış rüya doğa, iç rüya ise ahiretimizdir. 

Şeyler hakkındaki sözel, fikir ve görüşlerimizi belirleyen faktörse zihin yapımızdır. Zihin kültür ve tarihle ayrılmaz bağ ile sıkı bir ilişki içindedir. Kişi buradan mayalanır. Bu maya anlama yetisinin zeminidir. Zihin gereklerini bu zeminden elde eder. Buradan beslenir burada dal budak salar.  

Dışarıdaki obje veya suret ve içerideki düşünce ve ona bağlı akıl tip ile karşılaşınca yani bunlar kesişip zihin için tanımlandığında anlam verme olgusu gizli özne gibi belirir ve yorumlanır ve duygular bu yorumlardan süratle etkilenir. Bu etki ile geçmiş hafızadaki veri içeriklerine göre kıyaslamalar başlar. Veriler anlamlandırılma yorumlanma prosesine girer. Yorumun sonucu ile artık o şeyin bir anlamı bir manası vardır. Ya kalbimizi acıtır veya sevindirir. Anlamlandırdığımız ve artık bizim için manası olan şeyleri veya değerleri evrensel ilkeler çatısında sorgulayıp değerlendirmeye başladığımızda yola girmişizdir. Levvame mertebesi, öz eleştiri. Doğru yapıcı sorgulamalar ile yavaş yavaş zihin saatinin çarklarının ne gibi etkilere altında, nasıl işlediğini görür zihinden ayrışmaya başlarsın.  

Hak gelip batılsa zail olmaya başlar. Ve beyin meta-moleküler dizilimler ile ruhsal bedenini inşa eder kuantum beyin.  

Dışsal her bir imge yani obje, içsel düşünce olarak bir isim bir simge içerir. Her objenin bir ismi ve o isimin de kültür içinde bir anlamı yorumu vardır. Dış obje içte bir söz ile temsil edilir. İmgeler, nesneler dışarıda yani doğadadır. İmgelerin  simgeleri olan sözcükler ise içeride yani zihindedir. Zihin yani beyin bizim için kültürden doğan orada üretilen ve depolanan ve nesiller boyu bağ kurarak aktarımlar yapan ve sorgulanmadan kabul edilegelen- geleneklere bağlı belleğimizdir ve bu kötü değildir, başlangıç için gereklidir. Mananın anlam vermenin alt zemini kültürdür ve kültür kazanımlarımızın emeği ve tecrübesidir. 

Kısaca zihin tarih içinde sıkışmıştır. Ve bu durum gelenek töre kültür alışkanlık girdabında veya doğru kullanılırsa çıkışında kendini gösterir. Zihin kadim bir gaye ve anlayışı benimserse, evrensel anlayış üzere bir yaşam kalitesine yükselebilir. Böylece tarih ve kültürünü yeninden yorumlama şuuruna varır ve geçmişte düştüğü hatalara tekrardan düşmez. Kadim eskiden olduğu gibi bu zamanda şimdiyi de etkileyen anlamındadır. Kadim sadece zamanda değil ayrıca andadır, derin belleğe denk düşer. Klasik kendini zamana karşı koruyan demektir. Klasikler süreklilik belleğine aittir. Modern ise bugün var ama yarın yok olacak olan demektir, geçici belleğe denk düşer.

Kadimi anlamak modern dünyanın geçiciliğinden başını semaya kaldırmaktır. Kadim kıdemi üstünlüğü olan anlamındadır eskiden olan geçmişte olan anlamında değildir. Tarihsel süreçler hepimize birer dil, din, ırk gibi kimlikler vermiştir varlık sahnesinde kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak evrensel ilkelerle ferdiyeti ve cemiyeti samimiyetle yaşamaya yönelik niyet ve çaba ile gerçekleşir. Kadim ve ölümsüz üstatların anlayışlarına yükselebilir ve hakikate agah olursak, kimliklerimizi doğru kullanır, tarihi süreçteki zıtlıkların ve sıkıntıların bizce haksız, Hakk katında ise gerekli olan sebeplerini anlarız. Musa’nın itirazlarına rağmen Hızır’ın yaşayarak işin o mertebedeki hikmetini anlatması gibi.   

Sözde anlayış kültürümüzdür kadim anlayış ise evrensel bilincin uyanmasıdır. Sözde anlayış kültürün arka tasardaki olgularından beslenir. Kadim anlayış ise, olay ve onun  olgularının yani ilkelerinin anlaşılması ve idrak edilmesi ile tarih, kültür, ırk, dil, din gibi kimliklerin ötesine sıçramaktır.

Varlığın, kültürün, tarihin veya toplumsal kimliklerinden ibaret değildir. Bunlar öz varlığına dokunamaz bile. Akıl edip özü bilen ve tecrübe eden kişi hakikatin, fıtratının safiyeti olduğunu görür ve evrensel ilkelerin güvencesi ve refahı altında yaşar. Kendisi ile barışık, evrensel referansları ilke edinerek  samimiyetle yaşayan ve yaşama yol açan kişiye Müslüman denir. 

Instagram

Facebook

YouTube

Popüler İçerikler

"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
Icardi'nin A Milli Takım Forması Giymesi İçin CİMER'e Başvuruda Bulunuldu!
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?