Kubilay Aktaş Yazio: Akıl Beyin / Anlam Algı

Gördüğümüzde gerçekten görmüş, duyduğumuzda da gerçekten duymuş mu oluyoruz? Gerçekliğin ve gerçeğimin gerçek doğası nedir? Varlığımın anlamı amacı nedir budan sonra ne var gibi sorular derinden derine bizi sınar.

Bu sorguya görme yetimiz üzerinden yaklaşım sağlarsak, gördüğümüz alem derken ne demek istiyoruz?

Görmek, duymak, tatmak gibi fonksiyonlar duyularımız aracılığı ile tecrübe ettiğimiz deneyimlerdir. Dış dünya ile bizi buluşturan ara unsur duyularımızdır. 

Duylarımızın aracılığı olmadan dış dünya ile olan bağımız kopar ve iç uzay olan beynimizin karanlığına düşeriz. 

Duyularımla algıladığım bir çevreyi fark ediyor ve buna var diyorsam duyularım olmadığında bu çevre de yok mu olur ve duyu eşiklerim değişirse çevre de farklılaşır mı?  

Bunlar aklımıza gelen sorular olabilir.

Duyularımın sınırlılığı ile oluşan bir çevreyi algılıyorum. Buna şehadet görülen alem denir. Bu algılamada duyularıma ne kadar güvenebilirim? İnsan bildiği ölçüde özgürdür. Tabi neyi bilmek? Bildiği sadece duyularının sınırlılığı ile algıladığı bir şeyi bilmekse bu insan neyi ne kadar bilebilir? 

O açıdan ilim maluma tabidir denir. Biliyorum dediğimde duyularımla tanık olduğum alem hakkındaki fikirlerimi dile getirmiş oluyorum. Aslında kendi küçük havuzumun içinde okyanusun dedikodusunu yapıyorum. Bu açıdan insan ancak kendisini bilebilir bir başkasını bilemez

hatta dokunamaz bile. Bilgi dünyamız duyularımızla topladığımız veri

dünyamızdır. Bu alem bilmenin ilim-el yakin dediğimiz mertebesidir.

Görüyorum duyuyorum deriz ama gerçekte doğada ses, renk, ışık, koku yoktur sadece ses dalgaları, ışık dalgaları vardır. Bizler dipsiz bir kuyunun derinliğinde duyularımıza ulaşan ses ve görüntü dalgaları ile gördüğümüz ve duyduğumuz bu dünyada yaşarız. Ve iç içe dünyalardan sadece bir tanesi bizim dünyamız. 

Duyularımız olmadan şu anki dünyamıza bakabilseydik foton yağmurlarının üzerimize sağanaklar halinde yağdığını görebilirdik. 

Fotonlar gözümüzdeki görme donanımının ölçeği ile şekillenir ve beynimizde algılanır. Aynı şey duyma dediğimiz olgu için de geçerlidir, ses frekansları kulak zarına çarpar ve beyinde onu ses olarak algılarız. 

Organlar ruhun dışarıya açılan pencereleridir. Bu pencereler sınırında veriler beyin aracılığı ile algılanır onu yorumlayan ve acı ve zevk alan ise ruhumuzdur burası ayrı bir bahis. Organlar ne görür ne de duyar sadece gelen foton yağmurunu beyine ileten kablo vazifesi görürler. Dışarıdaki ses dalgaları organların yapısal niteliği ile elektriksel sinyallerine dönüşür ve beyne iletilir. Bu durum tüm organlar için geçerlidir. 

İnsan çevreyi duyuları aracılığı ile görür ancak duyularının sınırlılığı ile de örter. Mesela gözümüzün yapısı x ışınlarını algılayabilecek bir donanıma sahip olsaydı, ona göre evrimleşmiş olsaydı o zaman insanları iskelet olarak görürdük. 

Pineal bezde salgılanan DMT düzeyi belli bir seviyeye yükselirse o zaman insanları yürüyen iskeletler olarak görebilirsin. Böyle bir şeyle karşılaşmak bu yaşam için ne kadar konforlu olurdu veya bizi böyle algılayan varlıklar var mı?  

Veya gama ışınlarını algılayabilseydik o zaman kurşun kütlelerin yerlerini tespit edebilirdik. 

Dışarıdaki dalgalar organlar aracılığı ile elektriksel sinyale dönüşüp beyne aktarılır ve beyinde görüntü ses oluşur diyoruz ama beynin içi ise gerçekte tamamen karanlıktır. Ne koku, ne renk, ne de görüntü vardır. Dış dünyada sadece frekans okyanusu var ve onun duyularına göre algılayan ve görüyorum duyuyorum diyen birisi ve beynin içini salt karanlık ve sessiz sözsüz resimsiz bir ortam.

Peki gerçekte duyan gören ve tat alan kim veya ne? Daha doğrusu tüm bu olanlara anlam veren benim hangi yapım?

Kadim gelenekte insana berzah varlığı denir. Berzah ara varlık konumunda olan insana alemin ruhu da denir. Suret olarak insandan değil bilinç olarak insan olma kavramından ve sürecinden bahsediyoruz. Bu frekans yağmurunu anlamlı kılan ve bir alem haline getiren insan varlığıdır.

İnsan yağ ve sudan oluşan, beyne değil ruh ve kendisini ruh ile bilen akıl ile de anlamlı kılan varlığa ait bir unvandır. İnsan anlam varlığıdır. Ve anlam vermek beyne değil akla özgü bir işlemdir. Beyin dış uzay gibi iç uzaydır. İki karanlık uzayın kesişim noktasında berzahında bulunan insan ise duyuları aracılığı ile aldığı verileri yorumlayan anlam varlığıdır.  

Onun için akıl etme yetisi ile beynimizde inşa ederiz, akıl mertebeleri beyni de organları da etkiler ve geliştirir. Beyin aklın konumlandığı ve gelişebilen bir donanımdır. Akıl etme yetisi ile beynin yeni fonksiyonlarına, potansiyellerine kapı aralayabiliriz. Beyin akıldan gelen emirler ile yeniden programlanabilir. Beyin Külli Aklın bu boyutta kullandığı araçlardan sadece bir tanesidir. Nice seviyede beyin arşları ve algılanan alemler var. 

Duyularımızın bize gösterdiği gerçeklikten şüphe etmeyiz. Ve duyularımız ancak dış uyaranlar olduğu sürece bize varlığı gösterebilir. Dış uyaranlar kesildiği, film durduğu anda anlam kaybolur. Anlam ancak ilişki devam ettiği sürece vardır. Çünkü bir şey ancak ilişkisinde anlamlıdır, tek başınalığın da bağlantısı kesildiğinde anlamını kaybeder.

Allah her an bir şeen dedir. 

Dış ve iç uzaydaki zahir ve batındaki frekans okyanusu her an dalgalanır duyularımızla buluşur ve beyinde algılanır. Kendimizi bundan ibaret zannederiz varım deriz. Bu durum var olmanın en alt seviyesidir İnsan varlığı için tatmin edici değildir. Marifet gerçekliklerin hakikatini bilmekle hikmetine göre yaşama sanatıdır. Tasavvufa göre insan ancak Marifetullah ile insan olur

Peki bu algıya anlam vermenin anlamı nedir? 

Düşünün ki bir şey var oluyor ve yok oluyor ve bir algı açığa çıkıyor ve biz buna bir anlam veriyoruz ve anlam vermenin anlamı nedir bunu sorguluyoruz. Buna tefekkür etmek denir. İçindekinin içindekini bilme yolculuğu seyri sülük yani içsel yolculuk.

Gök kubbe altında hiçbir şey kendini tekrarlamaz. Tekrarlamadığı için de varlık var olarak tektir ve her an şimdi de taze ve canlıdır. Hayy ve Kayyumdur. Yani diri ve bütün. Varlığın ve varlığımızın kökleri Hayy ve Kayyumdur. Nihai süreç O’na ulaşmaktır ve bunun sonu yoktur daimi ve kesintisiz bir süreci vardır. 

Bir şey ancak diğeri ile zaman ve mekan ilişkisi içinde var olabilir. Mekan ilahi olanın bedeni sureti, zaman ise onun ruhu algılanması gibidir. İnsan olmaya bu sorgu ile başlarız. Zaman ve mekan birbirine bir amaç bir niyet ile bağlıdır. Anlam arayışı insan olmaya doğru atılan ilk adımıdır.

En temelde her şeyin varoluş içinde bir var olma nedeni vardır.

Bir şeyin ne olduğunu anlamak için onu tüm ilişkilerinden soymak gereklidir. Nedensel bir ilişkiyi tenzih dediğimiz ilişkilerinden soymakla anlamaya çalışırız ancak ilişkisinden kopan şey de anında yok olur. Çünkü bir şey ancak ilişki içinde var olabilir. 

Yani parça olarak değil ancak organik bütünlüğü ile bilinebilir var olabilir. İnsan tek başına ne bedendir ne de beyin. Hepsinin organik ilişkisinden oluşan bir bütünlüktür. Kutsal Ruh bunlardan müstesnadır.  

Hakikatinde bir şeyi ortadan kaldırmak mümkün değildir o şey mutlaka başka bir şeye dönüşür. Yok ettiğimiz sadece görünüşü belirişidir. Onu ortadan kaldırdığımızı zannederken o şey çoktan başka bir şeye dönüşmüştür yok edemeyiz. 

Şeylere La çekmekle yani La ilahe demekle onu illaki başka bir şeye dönüştürmüş oluruz. Dolayısı ile varlık ancak bütün dönüşümlerin birliğinde kendisini devam ettirir. Varlık bütün olarak döngüdür ve sürecinde dönüşümdür. 

La ilahe illa Allah ilkesi. Buna fizikte enerjinin salınım ilkesi denir. Elektrik, ısı, ışık, madde, potansiyel ve kinetik enerjiler hep birbirlerine dönüşürler. Fark sadece faz farkıdır. Faz farkından dolayı buhar su olur su ise buz olur. İşte bütün bu dönüşümlerde var olan ve kendini bu dönüşümler aracılığı ile gösteren ise varlıktır. Dönüşüm varlığın doğasıdır dönüşümde açığa çıkan görünümler ise varlığın örtüsüdür. Örtü olmak zorundadır ve varlık varoluşu ile ilişki içinde bir birlik ve bütünlüktür. Zahir ve batın dengesi buna tasavvufta Vahdet el Vücud denir.  

Bizler varlığı dış dünyayı duyumsadığımız gibi duyumsayamayız. Hz Musa böylesi bir tecelliye mahzar olmak istedi ancak dağ paramparça oldu. Bu ne demek gözler onu göremez o ise gözü de görür gözün gördüğünü de görür. Ve cüzi duyu algısı ile değil ancak külli akıl ile anlayışı ile idrak edilebilir. Külli akıl bu anlamı ile Hakk’tır ve ancak kendini kendinde bilir ve kendini bilen Hakk’tır denilmiştir. 

Var olan her şey fanidir devinim içindedir ve dönüşüme tabidir. Ve mutlaka bir gün ortadan kalkacak ve süreçte yeni bir forma bürünecektir. Bütün bu değişimler içinde değişmeyen değişimin kendisidir söylense de gerçekte sadece varlık değişmez. Varlık baki ve ebedidir. 

Her şey fanidir O’nun yüzü müstesna. Tüm var olanlar varolma nedenleri varlığın kendisinde bulurlar ona mahkumdurlar. Hepimiz Allah’a muhtacız. Varlık var olarak varoluştan kopuk ayrı değil oluşun doğasıdır kendisidir. Varlık oluştur olmakta olan sürecin kendisidir. Allah her an bir şee’n dedir. 

Varlık varoluşun devinimi ile varoluş sahnesinde tecelli eder. Varlık ve varoluş birbirinde kopuk ve bağımsız değildir. 

Tek fark varlığın olma nedeni kendindendir. Olması için başka bir şeye ihtiyacı yoktur yani Sameddir. Nedeni kendinde olduğu için varlık başka bir varlıktan çıkmış değildir ve ondan başkada da bir varlıkta varolmuş değildir varoluş onun sadece ilgili fazdaki görünümleridir ve varlık bütün varolanları kapsar. 

Her şey ancak ondandır ve her şey ondadır ve her şey ancak onun varlığıyla vardır. 

Instagram

Facebook

YouTube

Popüler İçerikler

Türkiye'ye Gelir mi? Suudi Arabistan'da Forma Giyen Cristiano Ronaldo'dan Değişim Kararı
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!