- “Çok doğru. Güç ve kudret sahibi olan bir zalimin, bu dünyada yaptığı bütün kötülüklerin karşılıksız kalmasına razı olmak, insan vicdanını yaralar. İnsanları mutlu olabilmesi için, önlerinde bir imkan olması gerekir ve bu dünyanın ötesinde yaşanan hayatın bir karşılığı olmalıdır. Dünyada geçici saadetler ahirette ebedi bir saadete denk gelecek bir şekilde karşılanması gerekmektedir. Zira bu dünyada, güç sahibi olan zalimlerin de bir şekilde hesap vereceği, adaletin tecelli edeceği ikinci bir hayatın olması, insanoğlu vicdanın en derin arzularından biridir.
Bu hususlar göze alındığında, İslamiyet’in, Hazreti Muhammed’in (s.a.v) tebliğ ettiği dinin, insanlara hem bu dünya hayatında bir saadet kapısı açtığını hem de bu dünyada yaşanan hayatın bir devamı olarak, ahirette ebedi bir saadet vadettiğini görmekteyiz. İnsanlara yalnızca geçici bir dünya mutluluğu sunmakta kalmayıp, ahirette ebedi bir huzura ulaşması imkanı sağlayan bu din, adaletin tam anlamıyla tecelli edeceği bir hayatın varlığını müjdelemektedir. Mazlumların hakkının alınacağı, zalimlerin ise hesap vereceği bir adalet sistemi, ancak bu ilahi nizama dayanarak anlaşılabilir.”
+ Sayın hocam, mutluluktan bahsetmişken, sizce mutlu insan kimdir?
- “Her şeyi Rabbinin adıyla okuyabilen insan mutludur. Hazreti Muhammed’in tebliğ ettiği İslam, insanları hem bu dünyada hem de ahirette mutlu etmek üzere gelmiştir. İlahi emirler, insanları saadete eriştirecek ilke ve imkanlarla donatılmıştır. Allah’ın ahlakı, dini ve şeri emirleri nihai gayesi, insanı hakiki saadete ulaştırmaktır. Bu emirlerin uygulandığı, yaşandığı ve hayat bulduğu döneme asr-ı saadet denilir. Asr-ı saadet, ilahi emirlerin ezeli ve ebedi olarak en kamil anlamda tatbik edildiği bir dönemdir ve bu dönem, saadetin modelini sunar.
Hiç sıkıntı çekmemeleri, hiç hastalanmaları, darlık ve kıtlık görmemeleri gerekir gibi bir yanlış anlama var. Mutlu olmak için böyle bir beklenti ortaya çıkıyor. Halbuki asr-ı saadet dönemine baktığımızda, imtihanlarla bir türlü sıkıntılarla dolu olduğunu görüyoruz. Peygamber efendimize suikastlar düzenleniyor, memleketini terk etmek zorunda kalıyor, kıtlık ve açlık dönemleri yaşanıyor, savaşlar ve ölümlerle karşı karşıya kalınıyor. Buradan şu hakikati çıkarıyoruz: mutluluk, insanın hiç sıkıntı çekmemesi değildir. Gerçek mutluluk, zorluklar ve musibetler içerisinde bile mutlu olabilme halidir çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim de andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerinden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele buyuruyor. (Bakara,155)
Allah dostları bir taraftan en ağır imtihanlara maruz kalıyor, diğer taraftan da korkudan ve hüzünden uzak bir hayat yaşıyorlar. Bu nasıl mümkün olabilir? Zihinlerde bir paradoks, bir çelişki gibi görünebilir. Ancak burada mesele, o insanların imtihanlara ve zorluklara yaklaşımıdır. Onlar, bu imtihanlara sıradan insanların baktığı gibi bakmıyorlar. Zorlukları, musibetleri birer rahmet, telakki vesilesi olarak görüyorlar. Bu da onların karşılaştıkları zorluklardan mutsuz olmalarını engelliyor. Demek ki asıl mesele, olaylara bakış açısıdır. İnsanın iç dünyasındaki huzur, zorluklara verdiği tepki ile şekillenir. Onlar bu bakış acılarıyla, dünyadaki sıkıntılara rağmen gerçek saadeti ve mutluluğu bulabilmişlerdir. Mevlânâ hazretleri bu durumu “ışık, yaradan sızar.” Sözleriyle veciz bir şekilde ifade etmiştir. Nihayetinde gerçek mutluluk, eksiklikler, zorluklar, meşakkatler, ihtiyaçlar hatta iftiralarla dolu bir dünyada, tüm bu sıkıntıların içinde bulunup da mutlu olmayı başarmaktır.”