Köşe Yazarları 1 Kasım Seçimlerinin Ardından Ne Yazdı?

AK Parti’nin Meclis çoğunluğunu kaybettiği 7 Haziran gecesi yaptığı balkon konuşmasında Başbakan Ahmet Davutoğlu “Mesajı aldık” demişti.

Hem Davutoğlu, hem de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, seçmenin 7 Haziran’da kendilerini –o zaman yaygınlaşan deyimle fabrika ayarlarına dönmek için- “uyardığına” inanıyor, seçmenden AK Parti’yi “cezalandırmamasını” istiyorlardı.

Erdoğan buna dayanarak Anayasa’daki imkânı gördü ve kendi başkanlık hedefleri için de AK Parti’ye Meclis çoğunluğunu geri almak için bir şans daha tanıyacak seçim tekrarı formülünü zorladı.

***

Öyle anlaşılıyor ki, AK Parti seçmeni “Mesajı aldı”.

Davutoğlu’na sadece Meclis çoğunluğunu geri alıp tek başına hükümeti rahatlıkla kuracak desteği vermekle kalmadı, aynı zamanda Davutoğlu’nun Erdoğan ile uyum içinde çalışma yöntemini de onaylamış oldu; bir yerde siyasi geleceğini teminat altına aldı.

Ak Parti, 1 Kasım seçim- lerinden büyük bir zaferle çıktı. 2011 seçimlerinde olduğu gibi yine iki seçmenden birinin oyunu alarak, 7 Haziran’da kaybettiğini yeniden yerine koydu.

1 Kasım’ın tek kazanan partisinin Ak parti olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Kaybedenlerinin ise MHP ve HDP olduğu çok açık.

CHP’nin yerinde saymasını ise “başarı” olarak değerlendirmek mümkün olmadığına göre ana muhalefet partisinin iktidar alternatifi olmadığını ve yerinde saydığını yazmak zorlama olmayacaktır.

Tek başına

Ak Parti için yapılan analizler çok az farkla tek başına iktidar veya yine çok az farkla koalisyon arasında gidip geliyordu. Sonuç, büyük bir farkla tek başına iktidar oldu.

7 Haziran’a göre ne değişti de Ak Parti kaybettiği 10 puanlık oyunu yeniden geri aldı.

Önemli etkenlerden biri 7 Haziran’dan sonra bir koalisyon hükümeti kurulamamasıydı.

-7 Haziran'da muhalefete yüzde 60 oy veren ahalimiz, 'Yüzde 60 oy verdik, elinize yüzünüze bulaştırdınız, bir hükümet kuramadınız' diyerek... 

AK Parti’ye yöneldi.

*

-“Hükümet kurulamıyor, her şey daha kötüye gidiyor, bir kaos ortamı oluştu” duygusu, halkımızda ağır bastı. Bu nedenle AK Parti’ye yöneldi.

*

-AK Parti’nin milliyetçi söylemi ve MHP’nin kendisini doğru dürüst izah edememesi... MHP seçmenini etkiledi. Oylar MHP’den AK Parti’ye yöneldi.

*

-Saadet Partisi ile Büyük Birlik Partisi ittifakının oyları, olduğu gibi AK Parti’ye aktı. AK Parti’nin alttan alta işlediği dini kampanya çok etkili oldu.

Seçim sonuçları belli olmadan önce, ‘Seçim sonuçları ne olursa olsun’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Özetle; seçim sonucu ne olursa olsun siyasi krizden kurtulamayacağız demiştim. “Çünkü her şeyden önce, büyük bir gerilim hattının iki yanında yaşayan bir toplumdan söz ediyoruz, üstelik bunların ardında başka gerilim hatları da var. Bu hatlar çerçevesinde karşı karşıya gelen insanlar neredeyse birbirinden nefret ediyor, birbirini yese doymayacak denilen cinsten bir kutuplaşma bu. Dahası, halihazırda iktidarı elinde bulunduran muhafazakâr-İslamcı kanat, sıradan bir demokratik iktidar olmanın ötesinde ‘devletparti’ olma noktasında olduğu için, karşısında gördüğü kesimi gerçekten de yese doymuyor. Dahası, tüm devlet- iktidar imkânlarını elinde bulunduran kesim, elindeki tüm imkânları karşı tarafa yüklenmek için kayıtsız şartsız kullanıyor, sonrada bu iktidar piramidinin en tepesinde olan Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında ‘düşmanlıkta’ herkes birleşti diye duruma hayret ediyor” diyerek gerekçemi izah etmeye çalıştım.

Seçim sonuçlarına herhalde AK Partililer bile şaşırmıştır, doğrusu AK Parti’nin tek başına iktidar olabileceğini düşünmüştüm ama bu oy oranını beklemiyordum.

Bu başlığı bir zaman önce Agos’ta 2010 referandumunun sonucunu yorumlamak üzere kullanmıştık. Toplumun siyasi kısır çatışmanın ötesine giderek kendi geleceğine el koymasının ifadesiydi. Bugün bir kez daha aynı noktadayız. Toplumun kimliksel siyasete sıkışmış kısmının en fazla yüzde 70’lerde olduğu, geri kalanının ise esas olarak AKP’ye baktığını bu sütunda bir süre önce yazdım. Bu grup AKP’nin doğruları ve yanlışları ile ilgili kararını veriyor ve eğer bu partiyi doğru yolda gördüğünde de onu destekliyor. 

Bu seçimde meselenin özü şuydu: Söz konusu esnek seçmen davranışı sergileyebilen kesim açısından bakıldığında, apaçık şekilde daha doğru davranan bir AKP vardı. Bu eğilimin AKP’yi sosyolojik açıdan ‘normal’ düzeyi olan yüzde 45’e doğru çıkaracağı belliydi. Ama bir ilave olgu daha yaşandı. Parti tercihleri üzerinde ne denli etkili olacağını bilemediğimiz bir olgu: Söz konusu aynı kesim açısından MHP ve HDP apaçık şekilde daha yanlış davranmışlardı.

1 Kasım 2015 akşamı seçim sonuçlarının üç aşağı beş yukarı belli olduğu anda başına oturduğum yazıya, rahmetli Çetin Altan’ı dilinden düşürmediği tavsiyesiyle anarak başlıyorum: Enseyi karartmayın!

Büyük yazarın uzun ve meşakkatli ömrü ülkesinde demokrasinin yerleştiğini görmeye yetmemiş olabilir… Ama onun için daha kötüsü, demokrasi umudunu yitirmiş olarak ölmekti. Çetin Altan umutsuzluğu reddetti. Biz de onun gibi yapmalıyız. Demokrasiden ve dolayısıyla ülkemizden umudu kesmemeliyiz.

Kof ve dayanıksız bir zafer

Biliyorum, Erdoğan rejiminin partisi AKP’nin yüzde 49 küsur oy alarak yeniden tek başına iktidar olduğu bir seçimin akşamında bu yazdıklarım birçoğuna içi boş bir iyimserlik tavsiyesi gibi gelebilir…

İçinden geldiğimiz siyasal tarihçe, hakkın, hukukun, eşitliğin ve özgürlüğün değil, egemenliğin ve gücün kalabalıklarla paylaştırılmasından müteşekkildir.

Bizde devlet zulmediyorsa, gasp ediyorsa ve öldürüyorsa, öldürülen ölümü hak ediyor diye bir anlayış vardır.

Eski devleti kendi vücudunda yeniden inşa eden AKP, toplumun yarısını tehdit ederek, yönetebilme özelliğini sürdüremez.

Bu devletin her zaman üvey evlatları vardı, fakat bu oran hiçbir zaman yüzde 50’yi bulmamıştı.

Bu tehdit algısı devam ederse, bu yaşananlar son raunt olmayacaktır.

Dünkü seçim sonucu koalisyon da çıksa bugünkü durum değişmeyecekti; Türkiye yeni bir ekonomi politikası çerçevesi oluşturmak zorunda. AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesi bu ihtiyacı değiştirmiyor. Tersine tek başına iktidarın, hızla yeni bir ekonomi politikası oluşturmak, bunun da ana omurgasını uzunca süredir bekleyen reformlara dayandırma konusunda dışsal bir bahanesi kalmıyor.

AK Parti açısından asıl sınav yeni başlıyor olacak; küresel konjonktürün değiştiği bir süreçte AK Parti ilk kez mevcut sorunları çözerek yeniden yüksek büyümeye geçirme sınavı verecek. 2002-2007 arasında Derviş reformlarının bahçe temizliğinin rahatlığında, 2009-2013 arasında da bol küresel likiditenin rahatlığında ekonomiyi yöneten AK Parti, ilk kez zorlu koşullarda sınav veriyor olacak. Sözün özü; ekonomide iyi günlerin başarısıyla seçimleri kazanan AK Parti, şimdi zor koşullarda maharetini tam olarak gösterme sınavından geçecek.

İki temel nokta var; biri reformcu bir ekonomi politikası mı ortaya çıkacak, yoksa akışa bırakılmış politika devam mı edecek. İkincisi de, ekonomi politikasını yönetecek ekibin kimler olacağıdır.

Bir yakınım geçenlerde, “DAEŞ dendiğinde IŞİD’i kastettiklerini uzun süre anlamadım. ‘Bu DAEŞ de nereden çıktı’ diye düşündüm” dedi.

Aklıma, Gezici’nin son anketindeki bir sonuç geldi. AKP’ye oy verenlerin önemli bölümü, Ankara Katliamı’nı PKK’nın gerçekleştirdiğini zannediyordu. Çünkü partilerinin eski ve yeni liderleri, katliamla ilgili her cümlede PKK adını geçirmişlerdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, katliamda IŞİD imzası olduğunu açıkladıktan sonra bile…

Ders kitaplarında okutulacak iki örnek.

Aslında, siyaset bilimden iletişime kadar, yöntem yüzyıllardır bilinir. Kitaplarda anlatılır: Kendi isimlerini ve tanımlarını dayat. Kafaları karıştır. Hedefleri şaşırt. Dikkatleri, istediğin yere yönelt.

Yöntem yeni değil. Ancak, son dönemde karşımıza çıkanlar, bunun en cüretkâr, en vahşi örnekleri.

100’den fazla insanın hayatını kaybettiği korkunç bir katliamdan sonra bile, YALAN olduğu apaçık belli şeyler söylemekten çekinmediler.

Tutumun nedeni de apaçık belliydi.

Katliamın ardında IŞİD’in olduğunu söylemek, faturanın (en azından bir ölçüde) iktidara çıkması anlamına gelecekti. Oysa sorumluluğu PKK’ya yüklemek ‘onunla mücadele eden iktidar’ fotoğrafını pekiştirecekti. Nitekim Davutoğlu, katliam sonrası AKP oylarında artış olduğunu söylemişti.

Hiç kimse, demokratik, şeffaf, adil, eşit şartlarda bir seçim yaptığımızı ileri süremez.

Güç göstererek, zorbalık yaparak, muhalif sesleri susturarak ve sonuna kadar kanırtarak seçime dair yakaladığı her boşluğu fil sürüsü gibi doldurmaya çalışan bir İktidar şebekesi ile seçime gittik. Artık yakından tanıdığımız bu fil sürüsünün toza dumana buladığı seçim atmosferine düşen gölgesini Kanaltürk'ün, Bugün Gazetesi'nin koridorlarında, TRT'nin Pravda gibi tek ses veren ekranlarında, sürekli yalan haber üreten Havuz medyasında ve tarafsızlığını bütünüyle kaybetmiş saray çevrelerinde takip ettik. 'Koalisyona oy vermeyin' diyerek AK Parti'yi işaret eden 'tarafsız' Cumhurbaşkanı'nın emir ve komutası altında yapılan bu seçimlerin meşruiyeti temel tartışma konumuz olacak. Saray iktidarı, giderek büyüyecek bu meşruiyet problemini aşarak ülkeyi nasıl yönetecek?

Popüler İçerikler

Rasim Ozan Kütahyalı’dan Atatürk Sözleri: “Şeytan Taşlamakla Anıtkabir'de Yapılanlar Benzer Eylemler”
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''
Üç Milyon Emekliyi Bekleyen Tehlike: 2025'te 12 Bin 500 TL Maaş Almaya Devam Edebilirler!