Toprak, insanın en eski hafızasıdır. Sındırgı’nın toprağı da yüzyıllardır hem ekmeğini hem de hikâyesini taşıyor. Zemin bazen kaygan, bazen bereketli; tıpkı insan gibi.
Deprem sonrası yapılan araştırmalarda, Sındırgı çevresinde mikro ölçekte de olsa hareketliliklerin gözlendiği, yeraltı su kaynaklarının yön değiştirdiği, bazı tarım alanlarında çatlakların oluştuğu raporlandı.
Ama asıl kırılma, toprakta değil, insanın güven duygusundaydı.
Bir köylü şöyle demişti o günlerde:
“Toprak her zaman sarsılır, mesele bizim birbirimize tutunup tutunmadığımız.”
Bu cümle, aslında bir yerel dayanışma felsefesine dönüşmüştü.
Sındırgı, Anadolu’nun geleneksel imece kültürünü hâlâ yaşatan nadir yerlerden biri.
Bir ev yanar, ertesi sabah mahalleli oradadır.
Bir çiftçi hastalanır, tarlası boş kalmaz.
Bir deprem olur, ilk yardım ekibi henüz gelmeden komşular birbirine ulaşır.
Bu, sosyolojik olarak “topluluk dayanıklılığı” nın sahadaki en somut karşılığıdır.
Modern toplumlarda bireysel yaşam biçimleri güç kazandıkça, bu tür bağların zayıfladığı bilinir. Ancak yerel topluluklar—özellikle kırsal bölgelerde—psikososyal esneklik denilen kavramı doğal bir refleksle korur.
Sındırgı’da da tam olarak bu yaşandı:
Deprem sonrası dış yardımlar azaldığında, yerel üretici pazarları birer “dayanışma mekânı”na dönüştü. Kadın kooperatifleri, kendi ürünlerini satarak yalnızca ekonomik değil, duygusal bir ağ da kurdu.