Kibre Neden İhtiyacımız Var?

Kibir kelimesi birçoğumuzun uzak durduğu, pek hoşlanmadığı ve belki de ben de yoktur, ben öyle değilim, diyerek köşe bucak kaçtığı kelimelerden ve hâllerden bir tanesidir.

Bir bakalım, var mıymış? Ve eğer kibirle bir temasın varsa ya da kibirli hâllerini görebilirsen bundan özgürleşebilir misin?

Özgürleşebilmenin yolu var mıdır ya da diğer bir deyişle, kibre neden ihtiyaç duyulur?

Neden ihtiyaç duyduğunu görmeden herhangi bir durumdan özgürleşebilmek mümkün değil. Öncelikle, herhangi biriniz, herhangi bir hâl ve durumda kendini eksik, yetersiz hissediyorsa bu yetersizlik hissinin dengelenmesi için tahterevallide olduğu gibi, bir tarafta kibir varsa, diğer tarafta mutlaka aşağılık duygusunun olması gerekir. Ya da bir kişinin kendini eksik, aşağı, yetersiz gördüğü bir alan varsa onu dengelemek için mutlaka kibre ihtiyaç duyar. Öyleyse bu bir denge ve eğer herhangi bir konuda kendini aşağı, eksik, yetersiz görüyorsan sende mutlaka kibir var demektir. Bu bir. 

İkincisi dünya, hayat, maneviyat ya da ruhsallık; bunlardan herhangi birini eksik ya da aşağıda görüyorsan yine kibre ihtiyacın vardır. En azından çevrendeki kibirli insanlar üzerinden kendini izlersin.

Her birimizin zaman zaman kendini eksik, yetersiz hissettiği alanlar olmuştur. Benim de geçmişte çeşitli alanlarda, “Bu alanda kendimi yeteri kadar güçlü hissetmiyorum, daha güçlü olayım, daha iyi olayım.” dediğim zamanlar, bir sürü hâller ve durumlar olmuştu ve o alanlarda kibirli tarafımı görememiştim. Oysa eksik ve yetersiz bir hâl varsa orada kendini aşağı ve eksik gören bir taraf vardır. Bu sebeple de başka bir tarafta kendini daha iyi, daha yüksek ya da kibirleneceğin hâl ve taraflara yönelmen gerekir.

Bu bir mekanizma. Sadece şöyle bir durum var ki bunları görmediğinde, kibirle yaşadığında bir taraftan negatif enerjinin oyuncağı ve tutsağı olabiliyorsun ve birçok kişi bu sefer, sahip olduğu arabasıyla, kıyafetiyle, birikimleriyle, ailesiyle, yeteneğiyle ya da bir apoleti ve mevkisi ile kendini başka insanlardan yüksek veya daha farklı görebilir. 

Öncelikle bu durumu kabul edeceğiz. Evet bazı insanların buna ihtiyacı vardır. Ama neden? Çünkü bu insanların aslında kendini eksik ve yetersiz gördüğü alanlar vardır.

Mesela şunu diyebilir: “Evet, senin şunların var ama benim de param var. Senin paran var ama benim de aklım var, bilgim var, okulum var, mevkim var. Benim mevkim senin paranı döver.”

Buna benzer, içeride bir sürü rekabet ya da farklı kibir unsurları vardır. Bu kişiyi negatif bir hâle alarak, yavaş yavaş aşağıya, negatif enerjilerle temasa götürür ki bu sefer, kişi başta kaybetme korkusu olmak üzere, endişe, kızgınlıklar, öfke, yani güç frekansının olumsuz kullanımıyla ilgili hayatında çeşitli zorluklar, zorlanmalar yaşamak durumunda kalır. Peki öyleyse nasıl fark edip, kibirden nasıl özgürleşebiliriz?

Burada şöyle bir konuyu göreceğiz:

Bir kere kendini neden yetersiz, neden eksik ya da neden aşağıda hissediyorsun? Ya da birilerini neden daha yukarıda, senden daha özel, daha iyi zannediyorsun?

Şunu diyebilirsin: “Tamam da ben şu jimnastikçi gibi böyle bir salto, böyle bir takla atamıyorum. Şu adam gibi tramplenden tak diye havuza atlayamıyorum. Şunun kadar iyi yüzemiyorum, bunun kadar iyi konuşamıyorum. Evet bunlar her birimiz için geçerli. Hangimiz her şeyi yapabiliriz ki?

Hangimiz hem müzik hem resim hem şiir hem ilim hem de maneviyatta iyi olabiliriz ki? 

Evet, hepimiz her alanda zirvede olamayız ve her birimizin bir alan seçmesi gerekir. Peki sen kendi seçtiğin alana yeteri kadar emek veriyor musun? -Ki bu ayrı bir konu ve ayrı bir çalışmanın alanına girer.- Diğer taraftan şöyle bir şey var:

Her birimiz aslında bu hayat içerisinde bir ve bütünün eşit bir parçası olarak buradayız. Her birimizde aynı özellikler var: iki gözümüz, iki kulağımız var. Yetenek olarak her birimizde belli birikimler var ve bunların birçoğunu da biz -bu da başka bir çalışmanın konusu- kendimiz seçiyoruz ve bunu da defalarca kanıtlıyoruz. Yani doğduğun aileyi, yeteneklerini ve bütün kader planını sen seçiyorsun.

Diğer taraftan, sen kendini bütünden ayırdığın zaman, aşağıda ya da yukarıda görmeye çalışırsın. Ya da ruhunla maddeyi, bedenini ayrı gördükçe, bedenini ve ruhsallığı küçümsedikçe tüm bunların tam tersi olarak birini daha çok, daha kocaman zannettikçe ayırdıkça ayrılıyorsun.

Oysa her şeyin içerisinde dualitenin bir tamamlama ve birlik olduğunu fark ettikçe, bu iki unsurun aslında birbirinin tam da tamamlayıcısı olduğunun idraki ile bir yola çıktığında kibir artık kendiliğinden rahatsız olup hayatından ve duygularından gitme yoluna girer.

Diğer taraftan, “birileri benden çok üstte, mevkisi şöyle; ben kendimi ezik, aşağı hissediyorum; ben neyim ki, kimim ki?” zanları ise seni başka alanlarda kibre götürür.

Kibrin çeşitli unsurları benlik, bencillik ve kişinin kendini tanımamasıdır. Kendini bu eksiklikten dolayı ezmesi onun tekâmül olarak ilerleyememesine sebep olur. Oysaki her birimiz için eşit fırsat vardır. Sen şu anda neyi seçiyorsun, neyi seçmek istiyorsun? Müzisyen olabilirsin. Başka birimiz belki mühendis olabilir, bir başkası doktor olabilir. O, doktor oldu diye mühendisten daha ileri olacak değildir. Her birimiz hayatın bir parçasının tamamlayıcısıyızdır.

Bedenin içerisinde hangi organın bir diğerinden daha eksiktir? Yani böbreklerin kalbinden daha mı eksik? “Ama o kalp!” Ya bağırsakların? “Bağırsakların içinde bu kadar pis şeyler, kokular var. Öyleyse bağırsaklarım benim gözlerimden daha aşağıdadır!” mı diyeceksin? Bir tanesinin fonksiyonu eksildiğinde ya da aksadığında neler oluyor? Ya da bir dişin ağrıdığında bile bütün bedenin ne kadar zonklayabiliyor ve bütün her şeyi bırakabiliyorsun.

Her bir unsura ihtiyaç var ve bu dünyadaki, bu kâinattaki her bir unsurun da o bütünün bir tamamlayıcısı olarak bir görevi var. O görevin yapılmasına sadece şahit olduğunda ya da izin verdiğinde, bu iznin arkasında her şeyin bir ve eşit olduğunun güzelliğini görebilirsin.

Diğer taraftan bir parmak izin var. Sen bununla tek, bir tane ve özelsin. Kainattaki diğer tüm canlılar gibi ya da şimdilik bütün insanlar gibi diyelim. Sen bu özelliğinle kendine hassın. Mesela ben Ünal’ım Ünal'ca yaparım. “Ama çok benzerleri var!” Hayır. Ben Ünal'ca konuşur, Ünal'ca aktarır ve kendi dilimle, kendi lisanımla anladığım aktarımı sizlere ya da kendime, hayata yansıtmaya çalışırım. Sen de öylesin, senden bir tane var. O bir taneliğinin özelliğini fark etmek, fark ettiğinde de bu dengeye gelmek durumundasın. 

Ama bir taraftan “Evet, ben özelim. Bende olan başkalarında yok” zannı tabi ki bir kusur olarak seni aşağılara çeker. Bazen manevi bir hâl yaşar, o manevi hâli üstünlük zannedersin.

Zamansız, zamanın olmadığı bir kâinatın içerisinde, her birimizin dönüşü Bir olanadır.

Evet zaman içerisinde bir tekâmül vardır, aşağı ya da geri gibi görünmeler vardır. Bazen bir şeyi çabuk ya da yavaş öğrenenlerimiz de vardır. Ama her birimiz en sonunda birliğe ve beraberliğe doğru akmaktayız. Evet şu zaman içerisinde belki bazılarımız kendilerini cahilliğe doğru sevk edebilir. Bazıları bilgiye, ilme, farkındalığa, güzele ve iyiliğe yönelebilir. Bazıları olumsuz ya da şeytani şeylere akabilir. Öyle olsa dahi eninde sonunda her birimiz ayıklanacağız, temizleneceğiz. Belki bazıları sadece biraz zaman kaybedecekler.

O zaman kaybı olsa da her birimiz bir şekilde bütünün parçaları olarak güzelde, doğruda, Bir’de buluşacağız.

Öyleyse öncelikle varlığı, insanı, canlıyı, hatta tüm alemi o birliğin bir parçası olarak ve kendini de o noktanın içerisindeki küçücük bir zerre olarak gördükçe ve aslında o zerrenin de bu kâinatın içinde bir görevinin olduğunu hatırlayarak, kendi hayatın içerisinde yapman gerekeni hatırladığında, görevlerini hakkını vererek yapabildiğinde artık kibirden özgürleşmek durumunda kalırsın.

Bazen de egoya ve kibre ihtiyaç duyar kişi. Hareket edebilmek için rekabet etmeye ihtiyaç duyar. Onlar aslında güçlerini fark etmeyen ve bu şekilde topraklanma ihtiyacında olanlardır. Öyleyse hayata sevgi ile topraklandığında, gerçekten yaptığın işi severek, aşkla, O’na, Bir’e ve her birimize hediye eder gibi yapıyorsan, onun hakkını veriyorsan güzellikleriyle de tatlarıyla da buluşursun.

Aslında her birimize sunulan bu eşit sistemin içerisinde, bu güzelliğin içerisinde her birimiz ektiğimizi biçiyoruz.

Mahsulün sana huzur vermesini istiyorsan özenle, güzellikle, tatlarla ve lezzetle; neyle buluşacağının farkındalığıyla ekersin.

Öyleyse, özgürleşmeye, özgür olmaya birlikte devam edelim. Tabi bu konuyu özellikle Yolcu kitabında da derin bir şekilde anlattık, aktardık. Orada buluşanlar da İnşallah fayda görsün. 

Sevgilerimle, hoşça kalın.

Instagram

Twitter

YouTube

Facebook

Web

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Beklenen Gün Geldi: Birbirinden Ünlü İsimler Saygı1 Formatının İkinci Konuğu Sertab Erener İçin Sahneye Çıktı!
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Kızılcık Şerbeti'nde Yeni Doğmuş Bebeğin Başının Örtülmesi Tepki Topladı