Trenler bütün dünyada hala en güvenli yolculuğun simgesi olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Tren yolculuklarının romantizmin de ayrıca bir göstergesi olmalarının sebebi tren istasyonlarının otantik güzellikleri...
Kaynak: BBC Railbookers
Trenler bütün dünyada hala en güvenli yolculuğun simgesi olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Tren yolculuklarının romantizmin de ayrıca bir göstergesi olmalarının sebebi tren istasyonlarının otantik güzellikleri...
Kaynak: BBC Railbookers
1874'te açılan istasyon ve otel Viktorya dönemi Londra'sının bütün özelliklerini üzerinde taşımaya devam eder. 1935'te otel kapansa ve birkaç kez yıkımla karşı karşıya kalsa da restore edilip yeni trenlere uyumlu hale getirilir ve görkemini korumaya devam eder.
Bu oyuncak bir kaleye benzeyen tren istasyonu 1850'lerin sonunda inşa edildiğinde Lahore bir İngiliz garnizonudur. Aslında burası tren istasyonu olduğu kadar bir askeri üs olarak düşünülür ve bu yüzden çelik kapıları, bombalara dayanıklı duvarları ile makineli silahların içeriden atış yapabileceği şekilde tasarlanır.
Rus hakimiyeti döneminde 1857'de inşa edilen ilk gar oldukça basit ve işlevsel olsa da yaklaşık 60 yıl sonra 1914'te bağımsızlık havaları ile Fin mimarlar yepyeni bir gar tasarlarlar. Kapıda sizi fener taşıyan sert yüzlü 2 dev karşılasa da içeride oldukça yumuşak ve sakin bir ortam sizi bekler.
1903 yılında açılan bu terminal ara sıra da olsa uzun mesafeli trenlerin ziyaret ettiği bir banliyö istasyonu aslında. Tavanında takımyıldızların işlendiği girişteki güzel saati ve devasa avizeleri ile bu terminal bir istasyondan daha çok New Yorkluların şehrin kaosundan kaçış yeri.
Mussolini İtalya'sının bir ürünü olarak 1934'te Floransa'da açılan bu istasyon faşizmin aksine zarif ve rasyonel durur. Günümüz modern mimarisi gibi zamansızlığı ile öne çıkan yapı aynı halde bir antik Roma bazilikasına benzer.
1887'de Bombay'da açılan istasyon aslında St. Pancras'ın bir nevi kardeşi niteliğinde. Hatta eski adı Victoria Terminal olan yapı çinileri, yüksek tonozlu mekanları, yaratıcı detayları ve uzun platformları ile dışarıdan da içeriden de zengin bir Viktorya dönemi işçiliği barındırıyor.
20. yüzyılın başında hizmet vermeye başlayan gar sanki hiç eskimemiş ve dahası içine girdiğinizde sizi karşılayan Le Train Bleu restoranı sayesinde kolaylıkla zamanda yolculuk yapabilirsiniz. Bu restoranın müdavimleri arasında kimler mi var? Birgitte Brdot, Coco Chanel, Salvador Dali...
Rokoko tavanıyla size görsel bir şölen yaşatan Moskova, Kazan İstasyonu aynı halde şehrin en büyük garı. 1864'te açılmış olan istasyon, Çarlık etkilerini beraber getirse de 1987'ye kadar 3 kere restorasyon görmesi komünist rejimi de bünyesinde hissettiriyor.
İstasyon nerede diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Evet İsviçre'de Eiger Dağı oyularak yapılan ve Jungfrau Demiryolu'nun geçtiği bir yer altı istasyonu burası. Olur da yolunuz buralara düşerse kesinlikle uğramalısınız ancak dikkat edin 3 bin metre yükseklikteki harikulade manzara başınızı döndürebilir.
19. yüzyılın sonlarında İngiliz mimarlar tarafından Hint ve gotik tarzda inşa edilen bu yapı Victoria döneminin başka bir yansıması. Günümüzde yalnızca şehir içi trenler için kullanılsa da görkemli beyaz cephesi, kubbeleri hala kendisine hayran bırakıyor.
Antwerp şehrinin 116 yıllık bu istasyonunun başından 2. Dünya Savaşı bombalamaları dahil birçok şey geçmiş ancak kendisi uğradığı restorasyonlarla birlikte dimdik ayakta durmakta. Girişindeki şaşasının yanı sıra çelik ve camdan inşa edilmiş peron bölgesi insanı büyülüyor adeta.
19. yüzyıl Fransız stilinin yanı sıra Rönesans ve Barok dönemi de bünyesinde barındıran bu mint yeşili istasyon cam kapıları, ferforje kafes süslemeleri, mermer sütunları ve içindeki resimler ile iki antika treniyle kesinlikle görülmesi gereken bir yapı.
Madrid'de bulunan ve tarihi 1850'lere dayanan Atocha İstasyonu açıldığı yıla nazaran sadeliği ve zerafeti adeta bünyesinde barındırır. Burayı dünyaca ünlü yapan şey ise bünyesinde tropik kuş ve bitkileri barındıran dev iç bahçesi.
Yerel Tay tarzı ve Viktorya dönemini buluşturan mimarisi ile gar, sarı, beyaz ve kırmızı renkleri ile görenlere bir renk cümbüşü yaşatıyor. Artık içine girilmese de bu garın önünde trenden inebilir hemen yanındaki buharlı lokomotifi görebilirsiniz.
16. yüzyıldan kalma bir manastırın yerine inşa edilen ve 19. yüzyıl Beaux Arts stilini bünyesinde barındıran bu yapı asıl olarak içindeki 20 bin kalak sırlı çini ile adından söz ettirir.
Ünlü Doğu Ekspresi'nin son durağı olarak tanınan Sirkeci Garı 1890'da oryantalist gotik stiliyle inşa edilir. Vitraylı pencereleri, ışıltılı avizeleri ile gar Avrupa ve Asya'nın ortasında hala dünyanın ilgi odağı olarak bulunmakta.
İkiz kuleleri, taş kabartmaları ile bir Orta Çağ katedralini andıran yapı 19. yüzyıl gotik/Rönesans tarzını bünyesinde barındırır. Konumu itibariyle denizyolu ile demiryolunu da birleştiren bu ulusal miras ticaret anlamında da büyük önem taşır.
2010'da geçirdiği yangında adeta yüreğimizi ağzımıza getiren Gar 1908'den beri dimdik ayakta durmaya devam ediyor. Alman mimarisinin tipik bir örneği olan yapı iç ve dış görkeminin yanı sıra Boğaz'ın hemen yanında olmasıyla da kendisine hayran bırakıyor. Tekrar hizmete gireceği günü iple çekiyoruz...
Guzel icerik. Baska bonus:Milano Central