Onedio Logo

Kendi Yaratımını Yıkan Yazarlar: Gogol ve Kafka

Kapak Görseli

Edebiyatın esrarengiz koridorlarında, bir yazarın kendi eserini yok etme eylemi, derin ve şaşırtıcı bir olgu olarak yankılanır. Bu, sanatsal miras ve yazarın niyetine dair geleneksel düşüncelere meydan okuyan, radikal otosansürün ardındaki motivasyonlara ilişkin soruları beraberinde getirir. Tarih boyunca birçok yazar, öz eleştiri, dış baskılar veya mahremiyet arzusu gibi çeşitli nedenlerle eserlerini yok etmeyi seçmiş, geride kayıp şaheserlerin ve yanıtsız soruların izlerini bırakmıştır. Bu gizemli figürler arasında Nikolay Gogol ve Franz Kafka, zaman ve coğrafyayla ayrılmış olsalar da yıkıcı edebî eylemleriyle nesiller boyu okuyucuları ve akademisyenleri büyülemişlerdir.

Nikolay Gogol: Ölü Canlar'ın Ruhsal Cehennemi

Nikolay Gogol: Ölü Canlar'ın Ruhsal Cehennemi Görseli

19. yüzyıl Rusyası'nda, otokratik Çar I. Nikolay'ın hüküm sürdüğü bir dönemde (1825-1855), Gogol'un çalışma hayatı şekillenmiştir. Bu dönem, Dekabrist isyanıyla başlamış ve Çar'ın entelektüellere karşı derin bir güvensizlik beslemesine yol açarak sıkı sansür ve merkezileşme atmosferini teşvik etmiştir. Gogol, 1809'da Ukrayna'nın küçük bir kasabasında, mütevazı toprak sahibi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Taşra kökenleri, 19 yaşında sivil hizmet arayışıyla St. Petersburg'a taşındığında 'acımasızca belirgin' hale gelmiş ve burada 'sivil bürokrasinin akılsız işleyişinden hayal kırıklığına uğramıştır'. Ancak Ukrayna folkloru ve mizahından beslenen ilk hikayeleri, ona anında ün kazandırmış ve onu önemli bir edebî ses olarak konumlandırmıştır.

Gogol'un başyapıtı Ölü Canlar'ın temel önermesi, 19. yüzyıl Rusyası'nın sosyo-ekonomik gerçeklerine derinden kök salmıştır. Toprak sahipleri, serfler ölmüş olsa bile sahip oldukları 'can' (serf) sayısına göre vergilendirilmekteydi. Çiçikov'un ölü canları satın alıp rehin vererek kâr elde etme planı, yozlaşmış yönetime ve serfliğin insanlık dışı yönlerine keskin bir eleştiri olarak hizmet etmiş, 'tasvir edilen toplumun ahlaki durumunu' yansıtmıştır.

Ölü Canlar ile elde ettiği ilk edebî başarı, Gogol'u istemeden de olsa bir sosyal eleştirmen konumuna yerleştirmiştir. Bu rol, otokratik I. Nikolay rejiminde gelişen, derinden muhafazakâr ve ruhani inançlarıyla çatışmıştır. Bu uyumsuzluk, yazarın yıkıcı eylemlerine katkıda bulunan derin bir içsel çatışma yaratmıştır. Eser, liberal çevreler tarafından 'tüm Rusya'nın bir ifşası' olarak algılanmış ve eleştirel Belinski tarafından 'bir vahiy, daha özgür bir geleceğin habercisi' olarak karşılanmıştır. Ancak Gogol, Rusya'ya hizmet etmek ve onu alaya almak niyetinde olmadığını belirtmiş, Slavofil eleştirmenlerin eleştirilerini 'ciddiye almıştır'. Başlangıçta sosyal bir hicivci olarak algılanması, onu reform yanlısı entelektüel çevrelerde sağlam bir şekilde konumlandırsa da kişisel ve ideolojik yörüngesi onu giderek muhafazakâr, din odaklı bir dünya görüşüne doğru kaydırmış, otokrasiyi ve mistik Ortodoks dindarlığını savunmasına yol açmıştır. Bu durum, bir hicivci olarak kamusal kişiliği ile özel sanatsal ve ruhani amaçları arasında temel bir uyumsuzluk yaratmıştır.

Gogol, Ölü Canlar'ı Dante Alighieri'nin İlahi Komedya'sından esinlenerek 'Cehennem, Araf ve Cennet' olmak üzere üç ciltlik bir 'şiir' olarak tasarlamıştır. Büyük amacı, Çiçikov'un dolandırıcıdan ahlaki arınma aşamalarından geçerek ruhsal dönüşümünü tasvir etmek ve böylece Rusya'yı 'yeni bir gelişim yoluna' götürmekti. Birinci cildin ilk beğenisine rağmen, Gogol kendi eserine karşı derin bir ikilem ve memnuniyetsizlik beslemiştir. Sanatının 'doğru yaşam biçimini' ortaya koymasını ve 'ahlaki iyileşmeyi' sağlamasını amaçlamış, ancak 'sürekli şüpheler' tarafından işkence görmüş ve 'ideal mükemmelliğe ulaşamadığı' için umutsuzluğa kapılmıştır. İkinci cilde yönelik sanatsal memnuniyetsizliği, algılanan 'sanatsal doğruluk eksikliği' ve 'tek bir hafifletici koşulun' olmadığı 'sıradan' kahramanlar çizdiği hissinden kaynaklanmıştır.

Gogol'un yıkıma giden yolu doğrusal değildi.

İkinci cildin elyazmasını ilk kez 1845'te, 'duygusal sıkıntı' ve yoğun bir 'ruhsal kriz' döneminde yakmıştır. Bu ilk eyleme rağmen, daha sonra elyazması üzerinde çalışmaya geri dönmüş, ancak 'ölçülemeyecek kadar zor koşullar altında' çalışmıştır, bu da kalıcı bir içsel mücadeleyi yansıtmaktadır. Dönüm noktası niteliğindeki ve nihayetinde ölümcül bir etki, Gogol'un Ortodoks dindarlığına giderek daha fazla dalması ve bunun sonucunda Peder Matvei Konstantinovsky'nin etkisi altına girmesidir. 'Dindar bir fanatik' olarak tanımlanan Konstantinovsky, Gogol'un tüm yazılı eserlerini 'şeytani ve günahkâr bir faaliyet' olarak kınayarak yazarın ruhunu derinden etkilemiştir. Gogol'u edebî kariyerini bırakmaya ve 'birinci cildi yazma günahı için kefaret ödemeye' açıkça teşvik etmiştir. Bu kınama, Gogol için acı verici bir çatışma yaratmıştır; zira daha önce sanatının 'dünyayı kurtarmak' veya 'doğru yaşam biçimini' ortaya koymak için ilahi bir çağrı olduğuna inanmıştır. Konstantinovsky'nin beyanları bu inancı sarsmış, yapmaya çağrıldığını hissettiği eylemin kendisinin 'helaka' yol açacağını öne sürerek, onu sanatsal kimliği ile ruhsal kurtuluşu arasında seçim yapmaya zorlamıştır.

İçsel kargaşasını daha da artıran, 1847'de yayımlanan kurgusal olmayan eseri Arkadaşlarım ile Yazışmalardan Seçmeler'in kamuoyundaki tepkisidir. Bu derlemede Gogol, serfliğin onaylanması da dahil olmak üzere din, ahlak ve otokrasiye ilişkin giderek muhafazakarlaşan görüşlerini dile getirmiştir. Bu eser, eski liberal destekçileri, özellikle etkili eleştirmen Belinsky tarafından büyük bir öfkeyle karşılanmış, Belinsky onu 'kırbaç savunucusu,' 'dindar bir fanatik' ve 'sosyal ilerleme davasına ihanet' olarak kınamıştır. Sanatının ruhani vizyonunun bu kamusal reddi, onun sanatının yanlış anlaşıldığına veya hatta dünyanın gözünde 'günahkâr' olduğuna dair artan inancını pekiştirmiş, onu aşırı dini rehberliğe daha da itmiştir.

11-12 Şubat 1852 gecesi, şiddetli depresyon ve umutsuzluk içinde, Gogol Ölü Canlar'ın ikinci cildinin elyazmalarının çoğunu gönüllü ve bilinçli olarak yakmıştır. Eylemden sonra acı acı iç çektiği ve ağladığı, kendisini 'Şeytan tarafından kandırılmış' olduğuna inandığı bildirilmiştir. Bunun ardından yatağa düşmüş, tüm yiyecekleri reddetmiş ve dokuz gün sonra açlıktan ölmüş, hayatının trajik ve kendini yıkıcı bir sonu olmuştur. Gogol'un tekrarlanan yıkım eylemleri ve nihayetinde açlıktan ölümü, sanatsal hırsı, derinleşen ruhani inançları ve gelişen amacını yanlış anlayan bir toplumun dış baskıları arasındaki uzlaşmaz bir çatışmanın yol açtığı derin, kendi kendine uygulanan bir şehitliği temsil etmektedir. Yakma eylemi, ruhsal bir kefaret eylemi olmuş ve kelimenin tam anlamıyla kendini feda etmeye yol açmıştır.

Franz Kafka: Mükemmelliğin Dayanılmaz Yükü

Franz Kafka, 1883'te Prag'da Alman Yahudisi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Bu kimlik, onu şehrin karmaşık sosyal dokusu içinde benzersiz ve çoğu zaman izole edici bir konuma yerleştirmiştir. Bir Yahudi olarak Alman topluluğundan izole edilmiş; modern bir entelektüel olarak kendi Yahudi mirasından yabancılaşmış ve Çek siyasi ve kültürel hedeflerine sempati duymasına rağmen, Alman kültürüyle özdeşleşmesi bu sempatilerini bastırmıştır. Bu durum, derin bir üçlü yabancılaşma hissi yaratmıştır.

Kafka'nın İş Kazaları Sigorta Enstitüsü'ndeki profesyonel hayatı, öğleden sonraları yazmaya zaman ayırmasına rağmen, onu 'sivil bürokrasinin akılsız işleyişine' maruz bırakmıştır. 'Bürokratik gizlilik ve verimsizlikle' damgalanan bu ortam, onun eserlerinde tekrar eden bir tema haline gelmiş, yaygın 'yabancılaşma hissi'ne ve anlaşılmaz sistemlere karşı mücadele eden karakterlerin tasvirine katkıda bulunmuştur. Kafka, kronik hastalıklardan muzdaripti; bunlar arasında erken yaşta akciğer tüberkülozu belirtileri de vardı ve bu durum 41 yaşında erken ölümüne yol açmıştır. Ayrıca nöro-astenik sorunlarla boğuşmuş, sık sık sanatoryum ziyaretleri yapmış ve genel bir fiziksel ve zihinsel kırılganlık hissi yaşamıştır. Daha da önemlisi, kendi ailesi ve şehrinde kendini bir 'yabancı' gibi hissetmiş, derin bir 'yabancılaşma hissi' ve 'günlük gerçekliği başkaları gibi yaşamanın imkânsızlığını deneyimlemiş, hatta intiharı düşünmüştür'.

Kafka'nın babası Hermann ile olan ilişkisi, şüphesiz iç dünyasındaki en derin etkiye sahip güç olmuştur. Hermann, Kafka tarafından 'kocaman bir Tiran' olarak tanımlanmış, şefkatli bir hayranlık sunmayan baskıcı ve otoriter bir figürdü. Bu sürekli onay eksikliği, Kafka'da derin bir reddedilme, başarısızlık ve aşağılık kompleksi yaratmış, onu sürekli olarak yetersiz hissetmesine ve babasının imkânsız beklentilerini karşılayamamasına yol açmıştır. Bu 'baba kompleksi,' Dava'daki Komutan gibi baskıcı otorite figürlerini somutlaştıran karakterlerle, edebi eserlerinin çoğunun temelini oluşturmuştur.

Kafka, öz eleştirisi ve aşırı mükemmeliyetçiliğiyle tanınıyordu; kendi eserinden asla memnun görünmüyordu. Büyük bir yazar olma potansiyelini hissetmiş, ancak yeteneğinin güvensizlik ve disiplin eksikliği tarafından engellendiğine inanarak sürekli olarak kendini yetersizlikle suçlamıştır. Günlükleri, 'Hiçbir şey yazmadım' gibi yakınmalar ve yaratıcı üretiminden duyduğu umutsuzluk ifadeleriyle doludur; kendini 'sefil, sefil' olarak tanımlamıştır. Bu mükemmeliyetçilik, sadece titizlik değil, 'ucuz efektler, klişeler veya sahtekarlık olmaksızın biçimsel ve tematik bütünlük' talep eden 'sanatsal bir vizyona adanmışlık' idi; bu ideali uzun biçimli anlatılarda sürdürmeyi neredeyse imkânsız bulmuştur.

Kafka için yazmak bir meslekten çok daha fazlasıydı; varoluşsal bir zorunluluktu, varlığıyla ayrılmaz bir şekilde bağlantılıydı.

Onu 'kim olduğunun özü,' 'tek arzusu ve tek çağrısı' olarak görmüştür. Yazmayı, aşırı yalnızlık ve sessizlik gerektiren derin kişisel ve savunmasız bir eylem olan 'aşırı bir kendini ifşa ve teslimiyet' olarak algılamıştır. Bu derin kişisel yatırım, iç dünyasının 'yazarlığıyla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı' olduğu anlamına geliyordu ve eğer yazarlığı 'değersiz' ise, kendisinin de 'kesinlikle ve şüphesiz tamamen değersiz' olduğu acı verici inancına yol açmıştır.

Franz Kafka, yakın arkadaşı, sırdaşı ve edebî mirasçısı Max Brod'a, ölümünden sonra tüm yayımlanmamış elyazmalarını yakmasını açıkça talimat vermiştir. Bu talimatlar geçici bir düşünce değildi; 1922'de ve yine 1921'in sonlarında verilmiş ve 'iki kez vasiyet şeklinde ifade edilmiş,' açık ve kalıcı bir niyeti göstermiştir. Yok edilmesi istenen eserler arasında Dava, Şato ve Amerika gibi önemli romanlar da bulunuyordu. Açık talimatlarına rağmen, Kafka elyazmalarını kendisi yok etmemiştir. Bu durum, 'Kafka'ya özgü bir belirsizliği' ortaya koymaktadır; bu, yorum için kritik bir noktadır.

Max Brod, Kafka'nın yayımlanmamış eserlerindeki 'büyük hazinelerden' ikna olmuş, bu talimatları bilerek görmezden gelmiştir. Kafka'nın Haziran 1924'teki ölümünden hemen sonra, Brod bu kağıtları düzenlemeye ve yayımlamaya enerjik bir şekilde başlamış, ölümünden sonra artık ikonikleşmiş romanlar da dahil olmak üzere beş büyük eser ve derlemeyi yayımlamıştır. Brod, eylemlerini uzun bir gerekçeyle yayımlamış ve kararının ahlakı, akademisyenler ve okuyucular arasında önemli bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Brod'un adanmışlığı, editoryal çalışmanın ötesine, elyazmalarının fiziksel olarak korunmasına kadar uzanmıştır. Dramatik bir eylemle, 1939'da Nazilerin Prag'ı işgalinden kaçarken Kafka'nın kağıtlarını bir bavulda yanında taşımıştır. Bu paha biçilmez belgeler daha sonra Zürih'teki bir banka kasasında güvence altına alınmış ve nihayetinde Oxford'daki Bodleian Kütüphanesi'nde kalıcı yerini bularak gelecek nesiller için hayatta kalmalarını ve erişilebilir olmalarını sağlamıştır.

Karşılaştırmalı Analiz: Ortak Dürtüler, Farklı Yollar

Gogol ve Kafka, aşırı mükemmeliyetçilik ve zayıflatıcı öz eleştiri sergilemiş, bu da kendi eserlerinden derin bir memnuniyetsizliğe yol açmıştır. Gogol için bu, 'ideal mükemmelliğe ulaşamadığı için umutsuzluk' ve ikinci cildindeki 'sanatsal doğruluk eksikliği' olarak tezahür etmiştir. Kafka için ise 'sürekli özgüven eksikliği mücadeleleri,' kendi eserinden asla 'memnun olmaması' ve günlüklerini algılanan başarısızlık yakınmalarıyla doldurmasıyla karakterize edilmiştir.

Her iki yazar da yaratıcı yaşamlarını derinden etkileyen yoğun içsel kargaşa yaşamıştır. Gogol'un 'zihinsel azapları,' derin bir 'ruhsal kriz' ve 'Hristiyan idealleri ile yaşam arasındaki uzlaşmaz uyumsuzluktan' kaynaklanmıştır. Kafka'nın azabı ise yaygın bir 'yabancılaşma hissi,' yetersizlik duyguları ve zengin iç dünyasını şaşırtıcı ve çoğu zaman yaşanılmaz dış gerçeklikle uzlaştırma mücadelesiyle karakterize edilmiştir. Hem Gogol hem de Kafka için yazmak, sadece bir meslekten çok daha fazlasıydı; varoluşsal bir zorunluluktu, varlıklarıyla ayrılmaz bir şekilde bağlantılıydı. Gogol bunu 'dünyayı kurtarmak' için ilahi bir çağrı olarak görmüş, Kafka ise onu 'kim olduğunun özü,' 'aşırı bir kendini ifşa ve teslimiyet' olarak değerlendirmiştir. Bu derin kişisel yatırım, algılanan sanatsal veya ruhsal başarısızlıkla ilişkili acıyı ve kendini kınamayı artırmıştır.

Ancak yıkıcı eylemlerinin doğası ve sonuçları farklıydı.

Gogol'un eylemi, kendi eliyle, bilinçli ve gönüllü olarak gerçekleştirilen, umutsuz bir dini coşku ve umutsuzlukla yönlendirilen, elyazmasının doğrudan, fiziksel olarak yakılmasıydı. Kafka'nınki ise üçüncü bir tarafa (Max Brod) verilen bir talimat, ölüm sonrası yok etme vasiyetiydi ve kendisi tarafından gerçekleştirilmemiş, niyetindeki kritik bir 'belirsizliği' düşündürmüştür.

Gogol'un yıkımı, öncelikle derin bir dini krizden kaynaklanmış, ruhani bir yaşlı (Peder Konstantinovsky) tarafından sanatının günahkâr olarak kınanmasıyla yoğunlaşmış ve ruhsal kefaret ve kurtuluş için umutsuz bir arzuyla beslenmiştir. Kafka'nınki ise daha çok psikolojik ve varoluşsaldı; derinlere kök salmış özgüven eksikliği, yetersizlik duyguları aşılayan içselleştirilmiş bir 'baba kompleksi' ve yaygın bir yabancılaşma hissi ile ulaşılamaz sanatsal idealine ulaşmanın imkansızlığından kaynaklanmıştır. Gogol'un yakma eylemini hemen ardından kendi kendine açlıktan ölmesi izlemiş, bu da ruhsal saflık arayışında dünyevi varoluşundan tam ve ölümcül bir feragatı düşündürmüştür. Kafka'nın ölümü tüberkülozdan kaynaklanmış ve yok etme talimatları meşhur bir şekilde çiğnenmiş, bu da doğrudan ölümünden sonra yayımlanmasına ve kalıcı edebî şöhretine yol açmıştır.

Kendi eylemlerinin doğrudan bir sonucu olarak, Gogol'un Ölü Canlar'ının ikinci cildi büyük ölçüde kaybolmuş, geriye sadece parçalar ve gerçekleşmemiş bir sanatsal ve ruhsal vizyon bırakmıştır. Buna karşılık, Kafka'nın eserleri, açık isteklerine rağmen, Max Brod tarafından titizlikle korunmuş ve yayımlanmış, onun kalıcı küresel mirasını sağlamış ve özel mücadelesini edebiyatın kamusal bir zaferine dönüştürmüştür.

Gogol'un motivasyonları açıkça 'dini pişmanlık,' eserinin 'Tanrı'yı hoşnut etmediği' inancı ve Peder Konstantinovsky tarafından eserinin 'şeytani ve günahkâr bir faaliyet' olarak kınanmasıyla bağlantılıdır. Kafka'nın motivasyonları ise sürekli olarak 'özgüven eksikliği,' 'mükemmeliyetçilik,' 'yetersizlik' duyguları ve 'baba kompleksinin' derin etkisi olarak tanımlanmaktadır. Ancak her ikisi de eserlerinin 'yeterince iyi olmadığı' ortak hissine sahipti. Gogol için sanatsal başarısının nihai hakemi Tanrı'ydı ve sanatı, derinden saygı duyduğu ruhani bir otorite tarafından günahkâr olarak görülüyordu. Dolayısıyla onun yıkımı, bir kefaret eylemi, dünyevi yaratımını ilahi iradeyle uyumlu hale getirmek ve ruhsal kurtuluşunu sağlamak için umutsuz bir girişimdi. Kafka için ise hakem, babasının tiranlığının ve kendi yaygın yetersizlik duygularının doğrudan bir yansıması olan içselleştirilmiş, imkânsız bir standarttı. Onun yıkımı, algılanan kişisel ve sanatsal başarısızlığının kanıtını, tavizsiz bir içsel eleştirmenin karşısında silme girişimiydi.

Gogol'un eylemi, sanatsal yok etme yoluyla ruhsal kurtuluşu hedefleyen trajik bir dini fedakarlıktı ve kendi kendini feda etmesiyle sonuçlanmıştır. Kafka'nınki ise, yazılarında somutlaşan algılanan yetersiz benliğini silerek kişisel huzuru arayan umutsuz bir psikolojik geri çekilmeydi. Zıt sonuçlar, dış dünyanın sanata verdiği değerin bazen sanatçının içsel mücadelelerini ve nihai isteklerini geçersiz kılabileceğini, bu durumun edebiyat tarihinin nasıl yazıldığını derinden etkilediğini ve çok farklı miraslara yol açtığını daha da vurgulamaktadır.

Sonuç olarak, Gogol ve Kafka'nın eserlerini yok etme eylemleri, edebiyat tarihinde karmaşık ve çok katmanlı olaylar olarak kalmaktadır.

Her iki yazar da kendi içsel dünyalarının ve dışsal koşulların ağırlığı altında ezilmiş, ancak bu baskılara verdikleri tepkiler ve nihai sonuçlar önemli ölçüde farklılık göstermiştir. Bu iki vaka, yazarın niyetinin karmaşıklığını, kişisel psikolojinin yaratıcı süreci nasıl şekillendirdiğini ve bir eserin kaderini belirlemede dışsal faktörlerin rolünü çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.

Instagram

X

LinkedIn

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Yeni İğrençlik Görüntüleri! Marmaris'teki Bir İşletmede Turist Kadınlara Yapılan Taciz Dansı
Yeni İğrençlik Görüntüleri! Marmaris'teki Bir İşletmede Turist Kadınlara Yapılan Taciz Dansı
Hintli Milyarder Sunjay Kapur Ağzına Arı Girmesi Sonucu Hayatını Kaybetti
Hintli Milyarder Sunjay Kapur Ağzına Arı Girmesi Sonucu Hayatını Kaybetti
Gezici Araştırma Yeni Anket Sonuçlarını Açıkladı: AKP'de Zirvedeki İsim Hakan Fidan Oldu
Gezici Araştırma Yeni Anket Sonuçlarını Açıkladı: AKP'de Zirvedeki İsim Hakan Fidan Oldu