Kendi Roman Kahramanının Peşinden Balkanları Adımlayan Yazar: Ahmet Ümit

Dönemin edebiyat ve sanat merkezi Paris'e gidip yazar olmayı isteyen roman kahramanı Şehsuvar Sami, aniden kendini ittihatçıların arasında bulunca, devrim rüzgarıyla bambaşka bir kadere sürükleniyor. Romanında anlatacağı şehirleri görmeden, sokak sokak dolaşmadan, yemeğini yemeden, insanlarıyla konuşmadan yazamayacağını söyleyen Ahmet Ümit'de, kahramanına çizdiği kaderin peşinden gidiyor ve Paris'ten Balkanlar'a uzanan bir yolculuğun izini sürüyor. Bu yolculuğa yazarın kendi kaleminden tanık oluyoruz...

İlk Durak Paris

İlk durağım Paris oldu. Çünkü Sultan Abdülhamit'in zulmüne uğrayan aydınların nefes alabildikleri yer, o zaman şiirin, aşkın ve devrimin başkenti olan Paris'ti. Gerek Genç Osmanlılar gerek Jön Türkler, gerekse onların ardından gelen İttihatçılar Paris'teki Latin Mahallesi civarında kalmışlardı. Fakat aradan geçen yüz küsur yıl, Osmanlı Aydınlarından geriye pek fazla bir iz bırakmamıştı.

Jön Türkler Binası

Jön Türklerin Bonapart Sokağı 25 numaradaki lokalinin bulunduğu binayı buldum. Aradan geçen onca zamana rağmen sokağa girdiğimde içimi kaplayan heyecana engel olamadım. Binanın önüne geldiğimde, sanki kapı açılacak ve karşımda şık giysileri, kırçıl sakalıyla İttihatçıların ideoloğu olan Ahmed Rıza'yı görecekmiş hissine kapıldım. Ahmed Rıza yıllarca bu binada çalışmış, Meşveret dergisini bu binada çıkarmıştı.

Auguste Comte'un Heykeli

Bonapart Sokağı'ndan sonra yönümü tarihi Sorbone Üniversitesi'ne çevirdim. Çünkü üniversitenin önündeki küçük meydanda hem Ahmed Rıza'ya hem de İttihatçılara ilham vermiş, pozitivist felsefenin kurucularından Auguste Comte'un heykeli yer alıyordu. Müşterisi öğrencilerden oluşan kafalerden birine oturup bu büyük felsefeciyi yadettikten sonra, üniversitenin önündeki dar sokaktan yukarı doğru yürüdüm. Evet, belki de Paris'te İttihatçıları en çok etkileyen binaya gidiyordum. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik idealini, yani aydınlanma düşüncesini yaratan adamların mezarlarının bulunduğu Pantheon'a... Sadece Fransız değil, bütün dünya kültürüne katkıda bulunmuş Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, Emile Zola gibi düşün ve sanat adamları, bu görkemli binanın huzur dolu zemin katında sonsuz bir uykuya dalmışlardı.

Selanik, Beyaz Kule

Selanik, Osmanlı İmparatorluğu'nun en kozmopolit şehirlerinden biriydi. Çok dilli, çok dinli, çok kültürlü bu şehir aynı zamanda özgürlük hareketinin en gelişkin olduğu yerdi. İttihat ve Terraki Cemiyeti'nin üyeleri, bugün şehrin simgesi olmuş Beyaz Kule karşısındaki bahçelerde bir araya geliyor, Osmanlı'nın farklı uluslarının desteğini kazanıyordu. Büyük İskender'in kız kardeşi Thessalonike adına kurulan bu iki bin küsur yıllık şehir, 1908 yılında devrimin başkentine dönüşmüştü. Olimpos Meydanı'ndan Özgürlük Meydanı'na kadar farklı dinlerden, farklı dillerden, farklı kültürlerden insanlar hep bir ağızdan hep aynı sloganı haykırıyorlardı: Özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet.

Galerius Kemeri

Durum böyle olunca benim roman duraklarımdan biri de elbette Selanik olacaktı. Selanik tepelerindeki tarihi Roma surlarından şehri seyretmek, İmparator Galerius Maximianus’un yaptırdığı şahane kemeri görmek, yine aynı imparatorun mezar anıt olarak yaptırdığı Rotonda’yı gezmek, ama daha önemlisi bir zamanlar İttihatçıların toplandığı Beyaz Kule çevresini adımlamak benzersiz bir keyif veriyordu. Çünkü romanımın kahramanı Şehsuvar Sami de bu sokakları arşınlamış, bu dar sokaklardan birindeki tarihi binada, bayrak, silah ve Kuran üzerine yemin ederek İttihat ve Terakki’ye üye olmuştu. 1908 devrimini bu şehirde yaşamış, hatta 1909 yılındaki 31 Mart isyanından sonra, Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve Selanik’e sürgüne gönderilmesinin bizzat tanığı olmuştu. Romanımda Abdülhamit’in Selanik’te sürgün olarak yaşadığı Alatini Köşkü’nde geçen bir bölüm vardı. Dolayısıyla bugün Makedonya Valiliği olarak kullanılan Alatini Köşkü’nü ziyaret etmek de kaçınılmaz olmuştu. Alatini Köşkü’ne adeta bir dedektif gibi sızarak, bahçesini, odalarını tek tek dolaştım, 1912 yılında Selanik düşene kadar burada yaşayan sultanın neler hissettiğini anlamaya çalıştım.

Ohri Gölü ve çevresi

Selanik, bizim Şehsuvar Sami için en önemli şehirdi, burada doğmuş, burada âşık olmuş, Meşrutiyet hareketine burada katılmıştı ama onu cemiyette etkili bir fedai haline getirecek olay Manastır’da gerçekleşecekti. Aslına bakarsanız Meşrutiyeti ilan ettirecek olaylar zinciri de Ohri, Resne ve Manastır dağlarında başlayacaktı. Dolayısıyla benim gezi rotam da Ohri, Resne ve Manastır yönüne çevrilecekti. Hiç abartmadan söyleyebilirim ki bu bölge bir yeryüzü cenneti güzelliğinde. Özellikle de UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine giren Ohri Gölü ve çevresi mutlaka görülmeli.

Resneli Ahmed Niyazi'nin Konağı

Neyse biz romanımıza dönelim. Evet, 1908 yılının yaz aylarında Resneli Ahmed Niyazi adında bir kolağası, emrindeki birlikle dağa çıkar. Amacı bir an önce Meşrutiyet’in ilan edilmesi, 1878 yılında rafa kaldırılan anayasanın yeniden yürürlüğe konulmasıdır.  Bu isyan Abdülhamit’i korkutur, derhal kendisine sadık Arnavut Şemsi Paşa’yı isyanı bastırması için Manastır’a yollar. Ama Şemsi Paşa geldiği Manastır’da Drahor Nehri kenarında Mülazım Atıf tarafından vurularak öldürülür. Böylece karşı devrim bastırılır. Resneli Niyazi ve İttihatçılar amaçlarına ulaşır. 23 Temmuz 1908’de Manastır’da, Selanik’te ve 24 Temmuz’da ise İstanbul’da Meşrutiyet ilan edilir.  Meşrutiyet’in ilan edilmesine sebep olan isyanın gerçekleştiği dağları görmek için Ohri’den Resne’ye doğru bir yolculuk yaptım. Her yanı sık ağaçlarla kaplı kırk kilometrelik bu yolda giderken özgürlük için dağa çıkan askerlerin duygu ve düşüncelerini kafamda canlandırmaya çalıştım. O günden bu yana ülkemizde nelerin değiştiğini, nelerin değişmediğinin kısa bir muhasebesini yaptım. Dürüst olmak gerekirse, pek de umut verici sonuçlara ulaşmadığımı söylemeliyim. 

Ama Resne’ye vardığımda hoş bir sürpriz bekliyordu beni. Resneli Ahmed Niyazi’nin konağı olduğu gibi duruyordu. Makedonya yönetimi kültür sanat merkezi yapmıştı bu görkemli konağı... Resneli Niyazi’nin hatırasına bir fotoğraf çektirmeden geçemedim.  Romanım için yaptığım gezi elbette burada sonlanmıyor, hikâyenin İstanbul ayağını yazmadım. Evet, romandaki ikinci şehir İstanbul, o zamanki ismiyle Dersaadet. Belki başka bir yazıda romanımızın Dersaadet’te geçen bölümlerini de anlatırım. İster romanda, ister gerçek hayatta olsun hiçbir zaman seyahatsiz kalmamanız dileğiyle...

Popüler İçerikler

Daron Acemoğlu'nun Atatürk Hakkındaki Yorumlarına Gelen Tepkiler
Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
İzmir'de 5 Küçük Kardeşi Öldüren Yangında Acı Detay: Kapıyı Kilitleyerek Giden Annenin İfadesi Ortaya Çıktı!
YORUMLAR
Pasif Kullanıcı
01.06.2015

Adam sağlam yazıyor. Ne diyelim.

01.06.2015

elle tutulur üç beş yazarımızdan biridir Ahmet Ümit. 2000'lerde en iyi Türkçe eser veren yazarların başındadır. yolculuk-hikaye-kurgu-gerçek-mistisizm-sürpriz dengesini çok başarılı tutturduğu için bir başkadır. devamını bekliyoruz.

01.06.2015

Ahmet Ümit , kaleminden dökülen kelimeleri gerçekten nerede nasıl kullanacağını çok iyi biliyorsun.Seviyorum kitaplarının içindekileri yaşar gibi okumayı.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ