Zeytinliklerin arasında dolaşmış, ama her yerde aynı manzara: kesilmiş ağaçlar, köklerinden sökülmüş gövdeler, maden ocaklarının açtığı yaralar. Burhaniye’den Ayvalık’a, zeytinliklerin izini sürmüş. İnsanlar, zeytinliklerin yerine taş yığınları koyuyor, bereketin yerine açgözlülüğü seçiyordu. Ayşe Nine, bir gün Ezine’nin Geyikli köyünde, zeytin kokulu bir tepede, genç bir zeytinciyle karşılaşmış. Adı Mehmet’miş. “Ayşe Nine,” demiş genç adam, “neden bu kadar dertlisin?” Ayşe Nine, ona zeytin ağaçlarının hikâyesini anlatmış. Athena’nın hediyesini, Poseidon’un öfkesini, zeytin dalının barışı nasıl taşıdığını. Mehmet’in gözleri parlamış. “Benimle gel,” demiş, “sana bir şey göstereceğim.”
Mehmet, Ayşe Nine’yi Kaz Dağlarının derinliklerinde, Adatepe’nin uçurum kenarında bir kayalığa götürmüş. Orada, rüzgârın hırpaladığı bir sırtta, tek bir zeytin ağacı duruyormuş. Dalları zayıf, yaprakları solgun, ama hâlâ direnen bir ağaç. “Bu ağaç,” demiş Mehmet, “babamın dedesinden beri burada. Madenciler buraya ulaşamadı, sanki ağaç kendini koruyor.” Ayşe Nine, ağaca dokunmuş. Gövdesinde bir titreşim hissetmiş, sanki ağaç ona fısıldıyormuş: “Beni koru.” O an, Ayşe Nine’nin yüreği karar vermiş. “Bu ağaç,” demiş, “Athena’nın son hediyesi. Kaz Dağlarının son umudu. Onu kurtaracağız.”
Ama o gece, denizlerin öfkeli tanrısı Poseidon uyanmış. Bir zamanlar Athena’ya yenildiği o yarışın acısı hâlâ yüreğindeymiş. Atina’nın zeytinle taçlanmış zaferi, onun gururunu incitmiş, Marmara’nın dalgalarını daha hırçın kılmıştı. İnsanların Kaz Dağlarının zeytinliklerini talan ettiğini görünce, kahkahalarla gülmüş. “İşte,” demiş, “insanlar kendi elleriyle Athena’nın mirasını yok ediyor. Artık sıra bende!” Tridentini toprağa vurmuş, Marmara’nın dalgaları yükselmiş, Ege’nin kıyıları sarsılmış. Kaz Dağlarının yamaçlarında toprak inlemeye başlamış, zeytinlikler bir bir devriliyormuş.
Ayşe Nine ve Mehmet, zeytin ağacının başında nöbet tutuyordu. Dalgalar, Adatepe’nin kayalıklarını yutmak için yükseliyor, rüzgâr uluyordu. “Ayşe Nine,” demiş Mehmet, korkuyla, “bu ağaç nasıl kurtaracak dünyayı?” Ayşe Nine, ona dönmüş, gözleri Kaz Dağlarının kararlılığıyla parlıyormuş. “İnancımızla,” demiş. “Zeytin ağacı, sadece bir ağaç değil. O, Kaz Dağlarının barışı, Ege’nin bereketi, Marmara’nın umudu. Onu korursak, dünya da kurtulur.”
O sırada, Çamlıbel’den, Geyikli’den, Ayvalık’tan köylüler gelmeye başlamış. Maden ocaklarının toprağı zehirlediğini, derelerin kirlendiğini, ekinlerin öldüğünü görmüşlerdi. Bir kadın, gözleri yaşlı, öne çıkmış. “Ayşe Nine,” demiş, “bizi affet. Zeytinlikleri sattık, paraya kandık. Ama şimdi anladık: Onlar olmadan Kaz Dağları da, biz de yokuz.” Ayşe Nine, gülümsemiş. “Geç değil,” demiş. “Bu ağacı kurtaralım, sonra yeni fidanlar dikelim. Toprak affeder, yeter ki biz unutmayalım.”