Her yerde kavram var; her içerikte, her cümlede, her paylaşımda. Bir düşünceyi yalın söylemek neredeyse ayıp: “Bunu biraz daha kavramsal anlatabilir miyiz?” Hayır, anlatamayız kardeşim. Çünkü bazı şeyler zaten vardır ve var olan her şey yeniden isimlendirilmek zorunda değildir. Ama biz ne yapıyoruz? Yüzyıllardır yaşanan, hissedilen, bilinen hâlleri alıp parlak ambalajlara sarıyoruz. Yeni isimler koyup “bak ne keşfettim” diyoruz. Yeniden paketlenen kavramlarla yapılan muhteşem analizler dolu sosyal medya.
Her kötülüğe yeni bir isim, her hatalı davranışa makul bir travma var
Bir ilişkiyi yaşamak yerine analiz ediyoruz. Bir duyguyu hissetmek yerine etiketliyoruz. Bir acıyı tutmak yerine kavramsal çerçeveye alıyoruz. Adlandırınca da kontrol ettiğimizi sanıyoruz. İsmi olan şey tehdit değilmiş gibi, tanımı olan duygu tehlikesizmiş gibi geliyor.
Kavramlaştırılmış acı, evcilleştirilmiş sayılıyor.
Ama hayat evcil değil. Yeni kavram tanıtımlarından, “buna da bir isim bulduk” heyecanından, her şeyin teoriyle meşrulaştırılmasından bıktım. Bazen sadece “canım sıkkın”, “kafam karışık”, “insanım” demek istiyorum. Ama hemen cevap geliyor: “Bu aslında şununla ilgili…” Hayır. Bazen de hiçbir şeyle ilgili değil. Sadece hayatla ilgili.
Bir de yetmiyormuş gibi, her şeyi anlama ve neden bulma takıntısı var. Didik didik etme, parçalara ayırma, kök neden bulma hâli artık histerikleşti. Bir duygu hissedildiği anda sorguya alınıyor: nereden geliyor, çocukluk mu, travma mı, hangi bağlanma stili?
Dur. Bir dakika dur. Her şeyin bir kökü olmak zorunda değil. Her şey bir “neden”e bağlanmak zorunda değil. Bazı şeyler sadece olur. Olur ve geçer. Geçmiyorsa da onu ne olur bırak ben düşüneyim.