Diyarbakır’da 28 Kasım 2015'te öldürülen Baro Başkanı Tahir Elçi’nin kızı Nazenin Elçi, “Babam da barışı istemeyen, söyledikleri işlerine gelmeyen, sözlerinden rahatsız olanlar tarafından öldürüldü. Suikasttı” dedi.
Diyarbakır’da 28 Kasım 2015'te öldürülen Baro Başkanı Tahir Elçi’nin kızı Nazenin Elçi, “Babam da barışı istemeyen, söyledikleri işlerine gelmeyen, sözlerinden rahatsız olanlar tarafından öldürüldü. Suikasttı” dedi.
T24’ten Hazal Özvarış’a konuşan Nazenin Elçi’nin açıklamaları şu şekilde:
İsmimi annem koydu, annem edebiyatı çok sever. Nazenin ismi de divan edebiyatında çok geçiyormuş. Bir gün bir şiirde görüp karar vermiş. Farsçadan geliyor, narin yapılı, nazik endamlı demek. İsmimi seviyorum ama ‘narin’ veya ‘kırılgan’ olmak istemem açıkçası. Başka bir adım daha var; Pahiz . Kürtçede sonbahar demekmiş. Bu ismimi de babam koydu.
Hayır. Bir yerlerden biliyordum, ama bunu hiçbir zaman evde açıkça konuşmadık. Beni uzak tutmaya çalışıyorlardı. Çok küçükken bir gün babamın bürosunda, kitaplarının arasında bir bilgilendirme kitapçığı görmüştüm, içinde işkence görmüş insanların resimleri vardı. Onu görünce şok olmuştum. Küçüktüm, ama ne olduğunu anlamıştım. O kitabı karıştırdığımı görünce babam çok üzülmüştü.
Annem ve babam her zaman davaları konuşurlardı. Anlatılanlar ne kadar trajik olursa olsun başka hayatlarla ilgiliydi. Bana farkındalık kattı, ama acıyı kendin yaşamakla aynı değil.
İstanbul’a gelip de Diyarbakır’dan uzak kalmakla ilgili bence. Orada bir şeyler oluyor ve ne olduğunu öğrenmek için haberlere bakıyorum. Mesela, 40’ı aşkın kişinin öldüğü 6-8 Ekim Kobanê olaylarında... O zaman yurtta kalıyordum ve çok farklı bir dünya vardı. Herkes dersleriyle, sosyal hayatlarıyla ilgileniyordu. Ben de bunun parçasıydım. Ama bu durum bana acı geliyordu; insanlar ne olduğunun farkında değildi. Çocukluğumu geçirdiğim sokaklarda insanlar birbirlerini öldürüyordu. İkide bir haberleri açıp ne oldu, ne bitti diye bakıyordum.
Robert’in nasıl bir okul olduğunu biliyorduk. Sizin de söylediğiniz gibi önemli insanların mezun olduğu bu okula gitmemi babam çok istiyordu. Gözümde Türkiye’nin en iyi okuluydu, hâlâ da öyle. Bunun için çok istemiştim oraya girmeyi. Çok seviyorum okulu, iyi ki girmişim.
Maddi yükü vardı, ödedi babam. Benim çok istediğimi bildiği için onun için zor olsa da ödedi.
3-4 yıldır istiyordum.
Ben onun işinin çok zor olduğunu, zorlandığını biliyordum. Bizim yanımıza her geldiğinde çok mutlu oluyordu. Bizim etkilenmemizi istemezdi. Ben ona “Avukat olacağım” dediğimde şaşırdı, durdu, düşündü biraz ve “Yok ya” dedi. Neden diye sorunca, “Çok zor, çok tehlikeli, gerek yok” dedi.
Haklı olduğunu bilsem de, tam olarak ne demek istediğini onu öldürdüklerinde anladım. Ama fikrim değişmedi, korkmuyorum.
Normalde izlerdim. O akşam o programa çıkacağını bilmiyordum. Ertesi gün okulda yanımda oturan arkadaşım Ekşi Sözlük’e bakarken sayfanın solundaki listede babamın adını gördüm. İyi bir şey olsa en çok konuşulanlar arasına girmez diye düşündüğüm için kötü oldum. Açıp okuyunca öğrendim haberi. Sonra aradım, konuştuk. “Böyle bir şey demişsin baba, çok olay olmuş” dedim, o da “Evet, olay oldu da önemli değil” dedi, pişman değildi.
İstanbul’a getirildiği gün yanındaydım. Baroda gözaltına beklerken telefonda konuştuk, o kadar sakindi ki “Boşver kızım, bir şey olmayacak” dedi. Sabah kalkar kalkmaz Diyarbakır’dan 2 civarı alınıp İstanbul’a getirildiğini okudum. Hemen evden çıktım, Bakırköy Adliyesi’ne gittim. Savcıyla konuşmaları çok uzun sürdü. Savcının hâkime gidip gitmeyeceğine karar vermesi gerekirken Adalet Bakanı ( Kenan İpek ) daha onlar görüşürken “Tahir Elçi hâkim önüne çıkacak, kararı bekleyelim” dedi. Söylediği komikti çünkü bu kararın ne kadar yukarıdan verildiğini gösteriyordu.
Sonra savcının odasından çıktı, beni gördüğünde ilk söylediği şey “Sen neden okula gitmedin?” oldu. Güldüm, “Gelmek istedim baba” dedim. Sonra onu alıp hâkimin yanına götürdüler. Ben de izlemek için ısrar ettim. Ve babamı, hâkim karşısında savunmasını dinledim. Söylediklerinin arkasındaydı, yanlış anlaşılmasına sebep olan o cümleyi hukuki gerekçeleriyle açıkladı. Şimdi diyorum ki iyi ki o gün oraya girip onu dinlemişim. Çünkü o kadar etkilendim ki. Çok kendinden emindi. Duruşu o kadar etkileyiciydi ki... Babama bir kere daha hayran kaldım.
Bir tehlikenin olduğunu biliyordum. O bana “Korkma” diyordu ama sürekli tehditler aldığını biliyordum Twitter’dan. O da söylüyordu ama korkutmamaya çalışıyordu. İçten içe gergin olduğunu düşünüyordum ama bize göstermek istemiyordu. Daha çok annem gergindi. Tedbirli olmaya çalışıyordu. Sürekli dışarı çıkarken “Dikkat et” diyordu. Babam daha rahattı.
Okuldaydım, deneme sınavında. Cumartesi günüydü. Çıkmak istedim. Beni bekleyen bir öğretmen vardı. Seni müdürün odasına götürmem lazım, dedi. Ne oldu diye sordum, “Bir şey yok, öğrenirsin. Benimle gel” dedi. Davranışlarından bir şey olduğunu anladım. Annemi aramayı düşündüm, ama korktum. Nedense babamı aramayı düşünmedim çünkü babama bir şey olduğunu içten içe biliyordum. Sonra telefonu elime aldım, bir sürü kişi aramıştı. Elim haberlere gitti. Nedense haberleri açınca görecekmişim gibi bir his geldi. Açınca siyah ekranın üzerinde “Tahir Elçi öldürüldü” yazıyordu. İnanmadım. Gerisi zaten kötü... Diyarbakır’a geldim. Hâlâ inanmıyorum. O kadar gerçeküstü geliyor ki. Bazen telefonu elime alıyorum babamı aramak için ve arayamayacağımı fark ediyorum, şaşırıyorum.
Kardeşim hep içine kapanıktı, hiç konuşmuyor, hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
Hiçbirini izlemedim, izlemek de istemedim. Hatta bilmiyorum, o videolarda vurulduğu an var mı... Annem de izlememiş. Haberleri okuyorum sadece. Ama ölümünün ertesi günü internette bir fotoğraf gördüm. Babamın suratı, yakından... Kan içindeydi. O fotoğraf sonra kaldırıldı. Onu görünce ilk düşündüğüm “Kardeşim bu fotoğrafı görmemeli” oldu. Hiçbir çocuk babasını bu şekilde görmemeli. Ama sonra öğrendim ki kardeşim zaten görmüş o fotoğrafı. Annem de görmüş. Bana söylememişler. O ne hissediyordur o yaşta bilmiyorum.
Ben şöyle düşünüyorum; bir kaza olduğuna hiçbir zaman inanmadım, inanmıyorum. Kişisel de değildir, organize olduğunu düşünüyorum. Ve ‘neden yapsınlar’ diye sorarsanız da babam her zaman “Barış istiyorum” diyordu. Ve onun gibi düşünen çok fazla insan yoktu. Barış isteyen sadece halk var. Babam da barışı istemeyen, söyledikleri işlerine gelmeyen, sözlerinden rahatsız olanlar tarafından öldürüldü. Suikasttı.
Hiçbir umudum yok. Kaç gün olmuş hiçbir şey bilmiyoruz ve bilmeyeceğiz. “Katili bulacağız, adalet yerini bulacak” demek saflık, çocukluk olur.
Evet. Umutsuzum çünkü katliamları belgeleyip yargının gündemine getiren bir Tahir Elçi artık yok. Babam gibi cesaretli ve dürüst bir hukukçunun yetişmesi kolay değildir. Bu özelliklere sahip insanların kıymetinin bilinmemesi beni bu noktada üzdü.
Aynen öyle. Tetikçiyi bulmak, kurşunun kimin silahından çıktığını bilmek çok önemli olsa da onu kimlerin yönlendirdiğinin bilinmesi çoğu şeyi çözer. Ama işin arkasında kimin olduğunu ortaya çıkarmak bana imkânsız gibi geliyor. Çünkü devlet istemediği sürece bu cinayet çözülmez.
O pankart tamamen arkadaşlarımın fikriymiş. Ben yokken öğrencilerin çıkardığı okul gazetesinin o sayısı babama ithaf edildi. Okul yönetiminin de istediği benim okula geri dönüp normal hayatıma devam etmem. İyiliğim için beni bu konulardan uzaklaştırmak, eski hayatıma geri döndürmek istediler.
Şimdi ne olacak? Çünkü ne yapacağımı bilemiyormuş gibi hissediyorum. Her ne kadar 46 gün geçse de babamın öldüğü gerçeğini kavrayabilmiş değilim, tam olarak kabullenemedim. İstanbul’dayken daha rahatım, arkadaşlarım ve okul beni meşgul ediyor. Ama Diyarbakır’dayken aynı değil. Diyarbakır’da bir savaş var ve geçen 2 hafta tatil için oradayken silah sesleriyle uyandım. Ben oradayken geceleri uyuyamıyorum. Çünkü sadece karşıdaki dumanları görüyorum, sadece silah seslerini duyuyorum. Evimiz şehirden biraz uzak olmasına rağmen, aramızdan Dicle geçmesine rağmen her şeyi duyuyordum. Diyarbakır’dayken sürekli bir korku içindeyim. Sürekli annemle kardeşime bir şey olacakmış gibi hissediyorum. Evimize birileri girecekmiş, bir şeyler olacakmış gibi hissediyorum. Birisine zarar gelecekmiş gibi hissediyorum.
Haberlerden okumak çok ayrı, ben de herkes gibi haberlerden okuyordum. Görmüyorsun çünkü orada ne olduğunu. Geçen hafta İstanbul’dan 106 kişinin geldiği barış toplantısına gittim. Annemle Rakel Dink konuşma yaptı, onlardan sonra Sur’da yaşayan bir aile çıktı ve oradaki anne herkesin karşısında kızının tişörtünü çıkarıp vücudundaki yaraları gösterdi. Ve o an benim için her şey değişti. O savaş, her ne kadar haberlerden okuyup “Bugün yine insanlar öldü”, “O kadın evinde vuruldu”, “Şu kız annesinin cenazesini pencereden izledi ama gidip alamadı” haberlerini okuyorsun ama görene kadar anlamıyorsun. O gün o insanların konuşmasını dinleyince daha bir gerçek oldu ve alt üst oldum, Diyarbakır çok tehlikeli bir yer oldu.
Umutlu olmak çok zor, ama barışı sürekli umut etmek zorundayız.
Kızım babanı PKK öldürdü. Kabul etsende etmesen de durum bu. Yok TC öldürdü gibi salak salak arayışlara girme. Devlet öldürmek istese cesedini bulamazsın. Akıl var mantık var
senin baban teröristi yavrum haktan hukuktan ve barıştan bahsedebilecek son kişilerden birisin
uğur mumcunun ölümünden sonra mehmet ağar gürdal mumcuya bir tuğla çeksek duvar üstümüze yıkılır demişti. biz hala 90 lara dönüş korkusundan bahsediyoruz. uğur mumcu olayın kamera bile yoktu tahir elçi canlı yayında katledildi fail yok diyorlar hala. failin kim olduğunu hepimiz biliyoruz oysa. duvarın sahibi kimse fail o.