Karpat Polat Yazio: Maradona Başkaydı!

Henüz 19 yaşında genç bir reklam yazarı olarak reklamcılığa başladığım yıllarda yazdığım reklam filmleri neredeyse yıl boyu yayında kalırdı. Reklamcı değilseniz bu size garip gelmeyebilir ama günümüzde bu bir reklam kampanyası için son derece uzun bir süre. İnternetin hayatımızdaki payını büyütmesiyle birlikte tüketicinin sabrı azalmaya, dikkat süresi hızla kısalmaya başladı.  

Bugün en çok tutan reklam filmlerinin bile ömrü kabaca iki hafta, hadi bilemedin bir ay. Üstelik bu sadece memleketimize özgü bir durum değil. Tüm dünyada artık durum böyle. Bir reklamcı olarak, mahsulleri belki de dünyanın en hızlı eskiyen mesleklerinden birini yaparken, zamanın süzgecinden geçebilen, yüzyıllarca insanı kendine hayran bırakan şeylere ve onları yapanlara özel bir ilgi duydum.  

Mimarinin kalıcılığı benim için bunun en somut örneklerinden biri oldu hep. Ne zaman bu konuda karamsarlığa kapılsam kitaplığıma gidip Frank Gehry, Oscar Niemeyer’ın ya da Clorindo Testa’nın eserlerinin olduğu kitaplardan birini elime alıp sayfalarını karıştırmaya başlarım... Sayfalar arasında kaybolurken aklımdan şunlar geçer; başka nasıl yaptığımız işin etkisini nasıl daha uzun soluklu hale getirebiliriz? Reklamın ömrünü uzatacak ‘başka’ları sorarım hep... 

Daha etkili ‘başka’ bir strateji var mı? Daha akılda kalıcı ‘başka’ bir fikir var mı? Ya da o fikri ‘başka’ nasıl unutulmaz kılabiliriz? ‘Başka... Başka... Başka?’

Nasıl olur da Clorindo Testa’nın Buenos Aires’teki banka binası her seferinde beni şaşırtır. İnşaatı biteli 60 yıldan fazla olmasına her gittiğimde bir öncekinden daha da büyüleyici görünür.

Buenos Aires, Amerika kıtasında ve belki de tüm dünyada bana Paris’i en çok anımsatan yerdir. Paris’te hiçbir şey basit değildir. Dünyanın en basit şeyleri bile... Bir fincan espresso sadece bir kahve değildir. Yemek asla sadece doymak için değildir. Bisiklete binen genç kızın boynundaki kırmızı fular sadece ısınmak için değildir. Her şeyin görünmeyen başka tarafı vardır. Tıpkı Paris gibi Buenos Aires’te de hiçbir şey basit değildir. Ne sabah kahvaltıdaki kızarmış ekmeğe sürülen marmelat, ne çamaşırları asarken pilli portatif radyosundan arya dinleyen teyze, ne de bir kenar mahallede, neredeyse müzeye dönüşmüş eski bir mekanda çoğu mekanın kendisinden kıdemli müdavimleriyle birlikte izlenen Boca Juniors maçı.  

Yaklaşık 500 yıl önce Avrupa’dan tahta bavullar içinde Güney Amerika’ya gemilerle taşıdıkları ‘iyi yaşam kültürünü’’ son 60 yılda aldığı ekonomik darbelere rağmen koruyabilen Arjantin’in başkent sokaklarında gezerken, aslında hayatı daha iyi yaşamanın ülkenin gelir seviyesiyle hiç ilgisi olmadığına tüm dünyayı ikna etmeye hazır hissedersin kendini. 

Sonra birden bir ara sokaktan kulağına çalınan taş plak Carlos Gardel tangosu kafanın üstündeki düşünce bulutlarını hızla dağıtır... Hipnotize olmuş gibi sesin peşinden bilinçsizce gider, gerisini görmediğin o dar sokağa büyük bir heyecanla dalarsın. Tangolarının ritmi genelde 4lük olduğu için, yaklaştıkça, ancak sözleri duymaya başladığında, hangi parça olduğunu çözersin...  

O daracık sokak, bundan 100 yıl önce çalınmış bir kemandan kaldırımlara dökülen hüzünlü notalardan geçilmez olur bir anda, sokağın çıkışındaki kalabalığın ufuk çizgisiyle tepede oradan oraya uçuşan güvercinlerin arasına sıkışmış kadrajda, tutkuyla tango yapan bir çift görürsün. Hemen hemen her şey çok olağandır bu tabloda; Buenos Aires, adı üstünde güzel hava, tango yapan çift, meraklı gözler, ilgi odağı olmamaya alışmamış güvercinler... Her şey tam da olması gerektiği gibi, tam da durması gerektiği yerde, tam da bakması gerektiği gibidir. Bir şey hariç.

Müziğin kendisi; Carlos Gardel’in ‘’Adios Muchacos’’u.

‘Elveda Millet’ şeklinde Türkçeleşebilecek, bu hicran-zedenin veda hikayesi, ilginç bir şekilde daha önce defalarca dinlemiş olsan da bu ambiyansta, daha önce dinlediklerinden daha iyi gelir sana. Oysa o anda duymakta olduğun daha önce dinlediklerinden farklı bir kayıt değildir... İşin aslı şarkının başka kaydı da yoktur zaten. Ama nedense bu kayıtta, daha iyi gelir Gardel sana.  

Gayri ihtiyari bunu dile getirdiğim yanımdaki dostum Matias’ın yanıtı ise bambaşka bir düşünceyi tetikler; ‘’Çok doğru. Biliyor musun, derler ki Gardel yıllar geçtikçe daha da iyi çalar ve söyler.’’ Sanki bir Latin Amerika romanına ilham verecek değerde sürreel, hayatım boyunca unutamayacağım bir cümle... Bunun bir düşünce olarak Buenos Aires’liler tarafından kendi aralarında söylenip dillendirilmesidir asıl şaşırtıcı olan. Demesi kolay da bundan yaklaşık 100 yıl önce kaydedilmiş bir müzik, nasıl olur da dün dinlediğinden daha iyi gelir kulağına! 

Bu, olsa olsa sanatta, mimaride ender de olsa yakalanabilen zamansızlığın, bir merhale ötesinde bir kademeye, bir gömlek üstüne karşılık gelebilir. Ölümsüzlükten de öteye gidebilmek, giderek mükemmelleşebilen bir şey üretebilmek... Peki bu ekstra etkili ab-ı hayat suyu, sanat dışındaki pınarlarda görülmez mi bir türlü?

Mesela reklamcılıkta ya da teknolojide? Ya da başka alanlarda, mesela sporda?

Eminim, 86 dünya kupasını tekrar izleyen herkes, en parlak döneminin Napoli maçlarına yeniden gözü takılan herkes, 80’lerin Cruzamento de Chaleira’sında İsviçre’ye karşı verdiği mücadeleleri hatırlamak isteyen herkes şunu söyleyecek; ‘’Şaşılacak şey; Maradona gittikçe daha da oynuyor!’’ 

Her deparı daha da hızlı, her golü daha da inanılmaz, kaleciye attığı her çalım daha da kıvrak olacak... Sevindirmeye çalıştığı her çocuk... Gazetecilerle geçtiği her dalga... İade etmeye çalıştığı her Ferrari onu daha da unutulmaz kılacak. Çünkü o, hiçbir zaman sadece futbol oynamadı. O, aslında gittikçe mükemmelleşecek bir tango yaptı. Toprağı bol olsun. Adios Muchaco.

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Göç İdaresi Başkanlığı Duyurdu: Türkiye'deki Suriyeli Sayısı Açıklandı
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı