Kaos içinde doğru yolu ararken en güvendiğimiz şeyler belki de ilk kurtulmamız gereken safralar: Rasyonel karar verme yöntemlerimiz, öngörüde bulunma şeklimiz ve hayata dair önceliklerimiz.
Önce, sadece “akla” dayalı kararların neden yetersiz kaldığına bakalım.
Rasyonel kararın en temel varsayımı gerekli verinin hepsine sahip olduğumuzdur. Halbuki ne bu mümkündür ne de veriler analiz süresince ve devamında sabit kalacaktır. Bu durumda “kısıtlı bir rasyonalite” içinde, hatta bir rasyonalite illüzyonu içinde hareket ediyoruz demektir.
İkinci problemse neredeyse tüm bilgilerin herkese açık olması. Bunları değerlendirecek ”bilimsel” metodlar da herkes tarafından biliniyor ve kullanılıyor. Peki her şey aynıysa bizi rakiplerimizden ileriye taşıyacak, fark yaratacak kararı nasıl alacağız?
Özetle “gerçek, sadece ve tüm gerçek” lafının sahiden “laf” olduğu bir efsaneler diyarında yaşıyoruz. İyi de rasyonaliteden vazgeçip irrasyonel davranmak, sadece duygularımızı dinlemek de pek tekin değil malum. İşte rasyonel-irrasyonel zıtlığının ötesinde bir alanı işaret eden “sürrasyonel” tanımı bu çıkmazı aşmak için kadim bir yaklaşımı yeniden tarif ediyor. Bilginin tek alana değil birden fazla disipline dayanması gerektiğini söylüyor. İstenen içgörüye ulaşmak için kritik deneyim ve put kırıcı bir rehberliğin faydalı olduğunu iddia ediyor. Eğitim ve gelişimi planlarken sürrasyonel alanda bir tur atın.