Kanser Hastalığı ile Mücadele Ederken Eşim Tarafından Aldatıldığımı Öğrenmemin ve Yaşama Tutunmamın Hikâyesi

Onedio'da hikâyelerini cesurca anlatan insanlardan ilham aldım... Umarım benim hikâyem de kanserle mücadele eden tüm kadınlara ilham olur...

Uyarı: Bu içerik Onedio editörleri tarafından formata uygun olarak düzenlenmiştir. 

Kanserle mücadele eden her insan bilir bunun ne kadar acılı ve bir o kadar da yıpratıcı bir süreç olduğunu. Kansere yakalandığımı öğrendiğimde henüz 2 yıllık evli, hayatının baharında gencecik bir kadındım ben de.

Geleceğe umutla bakan, hayat dolu ve her şeyden önemlisi de kendisini oldukça sağlıklı hisseden bir insandım.

Yalnızca dönem dönem yaşadığım bacak ağrılarım oluyordu ancak gittiğim doktor bunun doğuştan sahip olduğum diz kapağı eğriliğinden kaynaklandığını söylemişti...

Zaten canı tatlı bir insan da değildim, hastalıkların psikoloji kaynaklı olduğuna inanırdım. Bacağım ağrıdığı dönemlerde ağrı kesici içmek yerine meditasyon yapar, çeşitli şifa yöntemleri denerdim.

Kendimi oturup dinlemez, üzerine düşmezdim... Ancak bir noktadan sonra bacak ağrım artık dayanılmaz bir boyut almıştı. Benim gibi ketum bir insanın bile dayanamayacağı bir boyuta gelmişti.

Eşimin de ısrarlarıyla doktoruma tekrar gittiğimde röntgen çekip, bir sorun olmadığını; hastalığım psikolojik olabileceğini söylemişti. Hastalıkların psikolojik olduğuna inanan ben de tabii hemen bu durumu kabullenmiştim ama bir şeyler ters gidiyordu.

Bacağımın ağrısı artık öyle bir boyuta gelmişti ki üzerine basamıyordum, resmen sekerek yürüyordum. Eşim 'artık bu psikoloji zırvalarını bırak, başka bir doktora gidiyoruz' diyene kadar da doktora gitmeyi reddetmiştim...

Doktor çektiği ilaçlı tomografinin ve yaptığı tetkiklerin ardından yeni tetkikler istedi. Ancak durumun iyiye gitmediğinin de farkındaydım.

Doktor, üst bacağımın kasığımla birleştiği yerde büyük bir tümör olduğunu ve biyopsi yapacağını söyledi. Tabii ben hala umutluydum... İğne biyopsisinin ardından sonuç çıktı ve evet, kanserdim...

Doktorun söylediği onca kelimenin içinden yalnızca 'kanser' kısmını duymuştum. Sanki kulaklarımdan yukarıya bir uğultu yükselmişti ve ben söylenen hiçbir şeyi duymuyordum...

Kendimi o ana kadar güçlü bir insan zannediyordum. O an sanki vücudumun etrafındaki o koruyucu kalkan kalktı ve ben bir başıma, korunmasız bir şekilde kalakaldım... Yaşayanlar bilir, ölümcül bir hastalığa yakalandığınızda, tıpkı çok sevdiği birini kaybetmiş insanlar gibi bu durumu kabullenmek istemezsiniz. O şok anıyla ağlayamaz, hatta ne hissedeceğinizi bilemezsiniz. Gece uykuyla uyanıklık arasında kendinize 'Ben kanserim!' derken bulursunuz kendinizi. Ancak biraz zaman geçtiğinde ve kara haber tez yayılıp tüm sevdikleriniz bunu öğrendiğinde gerçekle yüzleşirsiniz.

Doktorun yanından nasıl çıktım, eve nasıl gittim hatırlamıyorum inanın... En az benim kadar üzgün olduğunu gördüğüm eşim beni teselli etmeye çalışsa da nafile, hayatımın en büyük yıkımını yaşıyordum.

Doktor yıllar önce çekilmiş tomografimin görüntüsünü istediğinde tümörün orada nohut büyüklüğünde olduğunu ve bunu doktorların fark etmediğini söyledi. Düşünsenize, doktorlar zamanında tomografideki o nohut büyüklüğündeki tümörü görseydi bugün bunları yaşamayacaktım. Diz kapağı eğriliği teşhisi konup eve gönderilmek yerine detaylı bir araştırma yapılsaydı belki de kanser teşhisim çok daha erken konulabilecekti. Ama yıllar içinde tümörüm büyümüş ve neredeyse mandalina boyutuna gelmişti. Üstelik çevre organlara da yayılmıştı. Tabii akciğerim de bu yayılmadan nasibini almıştı.

Sonra eşim ve ailem hummalı bir araştırmaya giriştiler. Yaşadığım şehirdeki en iyi onkoloji uzmanını buldular. En büyük şansım da o dönem ailemin desteği ve bu tedaviyi karşılayacak maddi güçlerinin olmasıydı. Çünkü hangi hastalığa sahip olursanız olun para size çok büyük bir avantaj sağlıyor.

Kanser teşhisi koyan doktorun acilen tedaviye başlamamı gerektiğini söylemesiyle hemen bulduğumuz onkoloji uzmanından randevu aldık. Araya minnet rica birilerini sokarak randevuyu erken bir tarihe çektik ve nihayet doktorla görüşme fırsatı buldum. Hiç beklemediğim bir şekilde doktorun odasına adımımı atar atmaz ağlamaya başladım. Sanırım günlerin duygu patlamasını yaşıyordum. Doktorum oldukça sakin ve sevecen bir adamdı ve bana yumuşacık sesiyle, 'Kanser eşittir ölüm değildir. Kanser eşittir hastalıktır. Önce bunun farkında olmanı istiyorum' demişti. Doktora sonuçlarımı gösterdim ve o da çeşitli tetkikler istedi. Birkaç gün içinde tanım tamamen konmuş ve kemoterapiye başlanmıştı bile...

İlk kemoterapi sanki beni alıp yere çarpmıştı. Mide bulantısı, halsizlik ve iştahsızlığı en üst seviyede yaşıyordum... Kanseri yenebilmek için ihtiyacım olan bu tedavi yöntemi beni çok hırpalıyordu...

Eşim çalıştığı için annem ben iyileşene kadar bizim yanımıza yerleşmeye karar verdi. Bir hafta sonu moral olsun diye çiftlik evimize gittik hep birlikte. O gün anneme sarılıp çocuk gibi ağladığımı hatırlıyorum. 'Ben kanser olmak istemiyorum!' diye hıçkırıklara boğulduğumu... Ancak bir noktadan sonra bu yıkım halinin ne bana ne de sevdiklerime bir faydası olmayacağının farkına vardım. Her şeyden önce beni seven ve benim için mücadele eden insanlar için iyileşmek zorundaydım. Ailem için, eşim için henüz küçücük olan yeğenim için... Öldüğümde arkamdan 'Halan çok iyi bir insandı!' demelerini istemiyordum ona. Büyüyüşüne tanıklık etmek istiyordum...

Kemoterapim bir yandan devam ederken tahmin ettiğiniz üzere saçlarım da dökülmeye başlamıştı... Artık tararken elime geliyordu.

Kuaföre gitmek istemediğim için annem üstlenmişti bu görevi. İyice kısalttığımız saçları kazıdığımız anı hiç unutmuyorum. Upuzun sarı saçlarım lavabonun içinde cansız birer nesne gibi duruyordu. Elbette ki iyileşmek her şeyden önemliydi ancak o an garip bir hisle eşimin beni artık beğenmeyeceğini düşündüm, bu düşünce resmen dehşete kapılmama neden oldu... Zaten bırakın eşimle cinsel bir birliktelik yaşamayı, kalkıp su almakta bile zorlanıyordum. Bacak ağrım bir yandan kemoterapinin etkileri bir yandan beni mahvediyordu.

Aradan zaman geçiyor ve biz eşimle gittikçe uzaklaşıyorduk, hissedebiliyordum. Bana karşı eskisinden farklı değildi ama aradığım o şefkati de bulamıyordum eşimde...

Hep iyi yönünden bakmaya ve bunun bir süreç olduğunu kendime kabullendirmeye çalışıyordum ama içten içe kendimi kandırdığımın da farkındaydım. Biz sahiden uzaklaşıyorduk. Ben canımın derdine düşmüş, düştükçe de bana sonsuz bir şefkat gösteren annemin kollarına sığınmıştım. Hafta içleri annemle evde oluyor, hafta sonları da çiftlik evine gidiyorduk. Tabii bu süreçte kutu kutu ilaç ve takviyeler kullanıyordum. Ailem bir yandan da alternatif tedavi yöntemleri araştırıyordu. Doktorum kanser konusunda İsrail'in çok ileri bir safhada olduğundan ve immunoterapi adı verilen bir tedavi yöntemi olduğundan bahsetmişti. Kanser türüm kemoterapiye çok çabuk yanıt veren ama aynı zamanda da çok çabuk tekrar edebilen bir türdü ve o nedenle alternatif bu yöntemleri de araştırmamız gerektiğinden bahsetmişti.

Uzun bir süre çok sancılı bir kemoterapi süreci geçirdim ama şükürler olsun ki PET taramalarımın sonuçları sevindiriciydi. Kemoterapi tümörü günden güne küçültüyordu...

Ardından doktorumun tavsiyesiyle kısa süreli bir tedavi görebilmek için İsrail'e gittim. Oldukça pahalı olan bu tedavi maddi açıdan güçlü insanlar olan annemi ve babamı bile zorlamıştı. Bu tedavi neredeyse milyonları bulmuştu... Tabii bunun ezikliğinin yanında bir yandan da hayata tutunmanın mutluluğunu yaşıyordum. Bulantılarla ve halsizliklerle geçen bu günler gitgide güzel günlere ulaşıyordu. Bazen hemşireler damarlarımı bulamıyor ve damarlarım patlıyordu zorlamaktan. Kimi zaman da kemoterapinin ardından kan değerlerim düşüyor ve o zaman da kemoterapi alamıyordum. Tüm bu yaşadığım acıların ve kaygıların arasında bu tedavi bir umut olmuştu bana. Eşimle telefonlaşıyorduk ancak gitgide o sesindeki soğukluğu hissediyordum...

Türkiye'ye döndükten kısa bir süre sonra da immunoterapi ilaçlarını getirtme konusunda problemler yaşamaya başlamıştık. Oldukça pahalı olan bu ilaçlar Türkiye'de bulunmuyordu ve bir dozu bile çok pahalıydı...

Ben bir yandan canımla uğraşırken bir yandan da eşime yakınlaşmaya çalışıyordum. Evet belki uzaklaşmıştık ama bu bir süreçti ve eskisi gibi olabilirdik. Beni sevdiğini ve benim için üzüldüğünü biliyordum ancak hiçbir zaman aradığım o şefkati onda bulamıyordum. Bunca üzüntünün arasında ondan istediğim ilgiyi görememek beni daha da çok mahvediyordu. Tabii hayatımın daha en büyük yıkımlarından birini yaşayacaktım kısa süre sonra. Türkiye'ye döndükten sonra annemler beni çiftlik evine götürmüştü. Oranın havası bana gerçekten de iyi geliyordu. O gece eşim beni arayıp iş yemeğine gideceğini, o yüzden yanıma gelemeyeceğini söylemişti. Türkiye'ye döndüğümden beri onu göremediğim için içim burulmuştu ancak yine de işle ilgili olduğu için tek kelime etmemiştim. O akşam biraz halsiz hissettiğim için erken uyumuştum ancak saat sabahın 4'ünde annemin telefon sesine uyandım...

O saatte telefonun çalması hiç hayra alamet değildi. Koşarak annemin odasına gittiğimde babamla konuştuğunu fark ettim... Gecenin sessizliğinde babamın sesini çok net bir şekilde duyabiliyordum.

Annem ısrarla 'Emin misin?' dedikçe, 'Gözlerimle gördüm. Yanında bir kadın vardı, öpüş koklaş yemek yiyorlardı. Semih vardı yanımda, gördüğüm gibi geri çıktım. Bekledim mekanın önünde, eve gittiler birlikte. Gittim kapıyı çaldım, bir sürü rezillik çıktı! Elimden bir kaza çıkacaktı!' diyordu. O an kanser olduğumu öğrendiğim andaki gibi kulağımdan yukarıya bir uğultu yükseldi. Bahsettiği kişinin eşim olduğundan emindim çünkü adıyla anlatıyordu anneme. Annem 'Sus, sakın ses etme. Kız duyar hali ne olur?' derken odaya girdim ağlayarak. Telefonu elinden alıp, 'Kim baba, kimle gördün?' deyiverdim. 'Kızım ağlama, geliyorum ben oraya sen yanlış anladın.' dese de nafile, her şey çok açıktı aslında...

Sonrası koskoca bir boşluk... Babam geldi, bir şeyler uydurdu ama nafile. Konuştukları her şeyi duymuştum.

Sonra zaten babam olup biten her şeyi anlatmak zorunda kaldı. 'Biz senin arkandayız, ona ihtiyacın yok. Önemli olan senin sağlığın...' bu sözleri duyuyordum ama hiçbir önemi yoktu. Ben canımla cebelleşirken o gitmiş başka bir kadının yanında olmayı tercih etmişti. Ben o haldeyken benim yanımda olmak yerine başka biriyle olmuştu. Kanser olduğumu öğrendiğimde bile canım bu kadar yanmamıştı. Aşarız demiştim, sevdiklerim yanımda demiştim ama yanılmışım. O an gidip aynaya baktığımı hatırlıyorum. Kazınmış ama hafifçe de uzamaya başlamış saçlarıma. Eminim o kadın sağlıklıydı ve upuzun saçları vardı ama benim yoktu. Ben şimdi bununla nasıl mücadele edecektim?

Ertesi gün yanıma geldi eşim utana sıkıla. Gözünde ve ağzında morluklar vardı. O an anladım babamın elimden bir kaza çıkacaktı derken ne demek istediğini.

Karşıma geçti ve benden özür diledi. Beni ne kadar çok sevdiğinden, bensiz yaşayamayacağından söz etti. Bir anlık, tek gecelik bir şeydi. Biz seninle birlikte olamıyorduk ve benim birine ihtiyacım vardı. Beni de anla, çok bunaldım ve çok zor günler geçirdim!' dedi. İnanabiliyor musunuz? Açık açık benimle yatmadığın için başka birine gittim dedi bana. Ben o haldeyken, canımla cebelleşirken ve onunla eskisi gibi olacağımız günlerin hayalini kurarken o sırf erkekliğini tatmin etmek için başka birisine gitmişti. O insanı benim, bizim yatağımıza sokmuştu! O anda gözlerimden sicim gibi yaşlar aktı, aktı. O an kendimi bir eş olarak o kadar yetersiz ve zavallı hissettim ki size anlatamam... O an kanser beni yensin istedim, yensin ve o, bu vicdan azabıyla yanıp tutuşsun istedim. Aynı anda o kadar çok karmaşık duyguyu bir anda yaşıyordum ki size anlatamam...

O an ona söyleyebildiğim tek şey, "Seni bir daha görmek istemiyorum" oldu. Evet, tek bildiğim buydu. Ne olursa olsun, ölsem bile onu bir daha görmek istemiyordum.

Günlerce odamdan çıkmadım. Ne yemek yedim ne de yaşadığımı hissettim. Sanki içimdeki sessiz çığlıklarla ölüm orucundaydım... Ama sonra bir sabah uyandım, yaşamak istediğimi fark ettim. Camdan görünen ağaçlara, tepelere baktım. Evet yaşamak istiyordum. Bunca çaba, bunca tedavi ben yaşayabileyim diyeydi. Bunu anneme, babama ve abime yapmaya hakkım yoktu. Onlar sırf ben yaşayabileyim diye gece gündüz mücadele ediyordu. Odamdan çıkıp kahvaltı masasına oturduğumda annemin o gözlerindeki mutluluk ve beni doyurmak için verdiği çaba gerçekten her şeye değerdi... Bir insan gitti diye ben yaşamaktan vazgeçmeyecektim. Yeğenim beni eski fotoğraflardan, annemin ya da abimin anlattıklarından tanımayacaktı... Ben kanlı canlı karşısında var olacaktım...

Fark ettim ki böyle yazmak çok kolaymış ancak yaşarken öyle olmuyor... Bu kararıma rağmen bu süreç oldukça sancılıydı benim için. Psikolojik destek almaya başladım ve bir yandan da immunoterapiye devam ettim...

Zor oldu ama oldu. Eşimin tüm ısrarlarına ve çabalarına rağmen onu asla affetmedim ve boşanma davası açtım. Annemin ve babamın kanatları altında, yeğenimin de varlığıyla kanseri yendim. Vücudum uzun uğraşlar sonucu kanserden tamamen temizlendi ve PET taramalarım tertemiz geldi. Hala immunoterapiye devam ediyorum ancak eskisi kadar sık ilaç almıyorum. Şu an devam etmemin nedeni de kanserin tekrarlamasını engellemek. Hani nasıl derler, seni öldürmeyen acı güçlendirirmiş ya... Kendimi şu an çelik kadar güçlü ve yenilmez hissediyorum. Beni iyi ya da kötü deneyimlerle bugünüme getiren herkese de selam olsun...

Umarım hikayem tüm kanser hastalarına ilham olur...

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
Volkan Demirel, Elini Sıkmadığı Şenol Güneş'le Arasında Geçen Diyaloğu Anlattı
YORUMLAR
23.10.2020

Görsellerdeki film çok güzeldir kıyas yapmak için demiyorum ama bende de ileri seviye kalp yetmezliği var ve hasta olan sadece, hasta olanı anlar. Allah herkese şifa versin.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ