Kanayan Sistemin Kan Parası: Maden Cinayetleri!

Bir varmış bir yokmuş,

Yaşamın fıtratında ölüm olduğunu hepimiz bilir iken, 

Batı Avrupa'da 30 yıldır tek bir maden kazası bile olmaz iken,

Bu psikopat yöneticiler binlerce koruma ordusuyla gezer, berbat siyasetleri dolayısıyla bile bile yol açtıkları cinayetlere kader der iken, 

Kendi saraylarını ve ultra lüks araçlarını tıngır mangır sallar iken,

Madenlerden, tersanelerden, inşaatlardan yükselen ölüm uğultularını, çığlıklarını yok sayar iken,

Zenginler fakirlere tanrıdan başka şey bırakmamıştı...

Psikopat seri katillerin, kömür karası gözlerini kan parası bürümüş psikopat (devlet, şirket vs.) yöneticilerin romantize edilerek ve özenilecek bir şeymiş gibi sunulduğu ve ödüllendirildiği bu çağda, ben size hatırlatayım, bilinçli bir biçimde, göz göre göre, bile bile işlenen iş cinayetleri ve katliamlarından sonra bu psikopatlar kendi aralarında ne konuşuyorlar:

- Kan parası öder çözeriz. 

- Kaza, tesadüf, fıtrat, kader, şehit der, dinle oyalar geçeriz! Hep yaptığımız şey değil mi yahu?

- Göstermelik birkaç gözaltı yapar, dava açar, yasa / Yargıtay üyesi / savcı değiştirir, asıl sorumluları ve suçluları serbest bırakıp daha da ödüllendirir, açığımızı yakalayanları da mimleyip hapse tıkıveririz! 

- Sansür yasası çıkarttık ya! Zira bu millet balık hafızalı! 

- Aman, bir iki 'ah vah' ederler unuturlar.

Nitekim öyle de oldu.

"Aşağıda ölüm var, yukarıda açlık. Aşağıdaki ölüm olasılık, yukarıdaki açlık kesin."

diye her gününün kömür karası geçtiğini anlatan Zonguldak'taki bir madenci dahi bu mesleklerin vahametini, herkesin kendi göçüğünde kaldığı, yoksulluk sınırının 23.559 Türk Lirası'na çıktığı, yerin altına batan bir ülkenin son çığlıklarını bize anlatamadı.

Tarih 4 Ocak 1990…

Emeğin başkenti Zonguldak’ta yerin yüzlerce metre altında çalışan madenciler, Genel Maden İşçileri Sendikası önderliğinde iş, aş ve hak arayışlarını kazanmak için Zonguldak'tan Ankara’ya 300 km yürüdü. 100 bin kişinin katıldığı ve Türkiye’nin en büyük ve en geniş işçi hareketi olan Büyük Madenci Yürüyüşü’nü başlattı. 4 Ocak 1990 Büyük Madenci Yürüyüşü, emekçi ve işçi sınıfının bir hak arayışı mücadelesiydi.

Her yıl yaklaşık 3 milyon kişi iş kazalarında hayatını yitiriyor.

Türkiye'de bu rakam yıllık ortalama 1100 kişi. 2013 yılında en az 1235 işçiyi kaybettik! İş kazası nedeniyle meydana gelen ölümlerin %70'i inşaat, nakliyat, ve kömür madenciliğinde oluyor. 2003-2021 yılları arasında taş kömürü ve linyit madenlerinde toplam 152 bin 698 kişi iş kazası geçirdi, en az 921 işçi öldü. Türkiye'de 100 kişiden 6'sı iş kazalarında yaşamını yitiriyor. AKP döneminde iş cinayetleri nedeniyle yaşamını yitiren emekçi işçi sayısı 20 bini aştı. İş bu hal, denetim raporlarına rağmen önlem alınmayan bu tür katliamlara kader değil cinayet denir.

Son yıllarda Madenci Cinayetleri:

2004 Küre: 19 işçi

2009 Mustafa Kemalpaşa: 19 işçi

2010 Dursunbey: 17 işçi

2010 Zonguldak: 30 işçi

2014 Soma: 301 işçi

2014 Ermenek: 18 işçi

2016 Şırnak: 16 işçi

2022 Amasra: 41 işçi

Soma Maden cinayeti olduğunda Amerika'da manateelerle dalışa gidiyordum.

Bir kömür madeninde çalışan çocuk maden işçileri, Pensilvanya, ABD, (1910)

Sayıştay'ın, patlama meydana gelen Bartın'ın Amasra ilçesindeki maden işletmesine yönelik 2019'da 'ani gaz degajı ve grizu patlama riski artıyor' uyarısında bulunduğu, Amasra Maden'i cinayeti olduğunda yine Amerika'dayım. Sadece Meksika üzerinden 3 yılda 21.965 Türkiye vatandaşının iltica ettiği Amerika'da, öyle büyük kültür şoku yaşıyorum ki her gün Türkiye gündemi sayesinde. Amerikalılarla Türkiye'de olanları her konuştuğumda ise ne kadar ölümcül bir sistem içinde hepimizin yaşamımızı şansa bırakarak yaşamış olduğumuzu her defasında daha iyi anlıyorum. Sansür yasasıyla da gerçekleri iyice yazamayacağımız günlere uyanıyoruz. Oysa ki tarih ders alınmadığında tekerrürden ibarettir.

Sayıştay, 2019 yılına ait raporunda katliamın gelmekte olduğunu zaten tespit etmiş.

Raporda Bartın Amasra'daki 'üretim derinliğinin -300 metreye ulaşmasının, ani gaz degajı ve grizu (belirli konsantrasyonlara eriştiğinde patlayıcı hale gelebilen, zehirli bir gaz) patlamasını getirebileceği, çalışılan damarlarda gaz içeriğinin yüksek olmasının riski arttırdığı' belirtilmiş. Dahası tesis daha 10 gün önce denetlenmiş! Nasıl bir denetlemeyse artık! Madende çalışan işçilerin, uzun süredir, bu risklerden endişe ettiklerini ancak geçim derdi nedeniyle korkarak madene girmek zorunda kaldıklarını da öğrenmiş bulunuyoruz.

Sayıştay raporunu dikkate almayan, her gün yaralanan, hastalanan, ölen emekçi işçilerin hayatını hiçe sayan, Sayıştay'a henüz 5 ay önce 'Açıklarımızı aramayın!' diye talimat vermeye kalkan (cumhur)başkan, faciayı siyasallaştırmayın diyen devlet ve şirket yöneticileri, ve bu tesisi daha 10 gün önce denetleyenler hakkında soruşturma başlatılmadığı sürece de tarihin tekerrür ettiğini her gün daha da göreceğiz.

Kaynak: Sayıştay TTK 2019 Yılı Denetim Raporu

Deprem mi öldürür kötü yapılmış bina mı? Maden mi öldürür tedbirsizlik mi? İş mi öldürür ihmal mi?

Soma'da şirket patronu para hırsından üretimi 2.5 kat arttırmıştı. Çünkü hiçbir iş güvenliği kuralına uymadan binlerce maden işçisi çalıştırıyordu. Yargılama sonucunda Yargıtay Dairesi patron Can Gürkan'ın 'Olası Kast' suçundan yüzlerce yıl hapsine karar verdi. Fakat karar aylarca yerel mahkemeye gönderilmedi. Hatta bunun yerine Yargıtay Dairesi'nin 5 üyesinden 3'ü değiştirildi ve bürokrat kökenli üyeler atandı. Yargıtay'ın 3 yeni üyesi daireden çıkan kararı değiştirdi ve suçu 'Bilinçli Taksir' e çevirip, Soma Maden şirketinin patronu Can Gürkan'ı kurtardılar.

Bu katliamın sorumlularının cezalandırılması için mücadele eden avukat Can Atalay, toprağın altındakilerin adalet; üstündekilerinse umut mücadelesinin cansiperane savunucusu, katıksız bir hak savunucusu, işçilerin güvendiği dağı, mağdurların sesi, Soma, Aladağ, Çorlu ve Hendek'te yok olan ailelerin sesi, Can Atalay ise yaşanabilir bir çevreyi savunduğu için Anayasa’ya aykırı bir biçimde, siyasallaşan intikam yargısının emriyle haksız yere tutuklanıp, Gezi Davası'ndan hapse atıldı.

Yoksul işçileri ölüme terk eden psikopat devlet ve şirket yöneticileri hala özgür ve daha da zenginleştirilir iken, yoksulların sesi olan savunucular, avukatlar ve gazetecilerin hapse tıkıldığı bu berbat sistem içinde;

Bu yüksek ağır koşullu mesleklerin, hayatları hiçe sayacak, hayatları satılığa çıkartacak denli tehlikeli olduğu bilinir iken, berbat siyaset şekilleri, daha fazla hep daha fazla paradan başka gözü başka şeyi görmeyen, üretim zorlaması, alt işverenlik uygulaması içeren yine psikopatik şirket yönetim biçimleri ile, denetimsizlik ve ihmaller ile önlem alınmaksızın, ölüm oranları bile bile kat be kat arttırılıp doğal afet denip, bir de üstüne kader, talih, fıtrat denilip geçilir iken, neden sürekli en çok izlenen ve meşhur edilen Dahmer gibi romantize edilir bir biçimde sanki özendirerek belgeselleri yapılan ve  bu psikopat seri katilleri, bu tür en ağır işlerde çalıştırmak yerine peki neden hala hapishanelere tıkıyoruz?

Madem bu denli yaşam riski içeren bu tür işlerde, neden bu tür psikopat insanları çalıştırmıyoruz? Neden yoksul - zengin, işçi - yönetici sınıf ayrımını bu tür psikopat - sağlıklı zihniyetleri belirleyip sağlıklı bir sistem içerisinde oluşturmuyoruz? Asıl sınıfsal ayrımı yapılması gereken yerde neden yapmıyoruz? Ve neden seri katillerden hiç bir farkı kalmayan bu psikopat yöneticileri bu işlerde kullanmıyor, tüm bu berbat sistemi oluşturagelen mesleklerin en başına getiriyoruz? 

Instagram

Facebook

Popüler İçerikler

Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Kasımpaşa’nın 18 Yaşındaki Futbolcusu Yasin Özcan 8 Milyon Euro’ya Aston Villa’ya Transfer Oluyor
Gazeteci Fulya Öztürk'ün Azerbaycan Milletvekiline Ağladığı Anların Beden Dili Analizi Çok Konuşuldu
YORUMLAR
27.10.2022

şahane bir anlatım.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ