Kadın ve Hayvan Cinayetleri Sistemden Bağımsız Olarak Düşünülemez!

Koleksiyon yapmak, bir koleksiyonun parçası olmak sorun değildir. Sağlıksız da değildir. Ancak burada bu koleksiyona dâhil olan parçalar durumdan zarar görüyorsa durum değişir. Bizler, toplumun içinde farklı siyasi görüşleri içinde barındıran, bireyleriz. Toplumsal bir koleksiyonun küçük birer parçasıyız. Hangi siyasi görüşü benimsersek benimseyelim, farklılıklarımızın içinde ortak olarak etkilendiğimiz durumlar vardır. Bu anlamda içinde bulunduğumuz koleksiyonun bir kelebek koleksiyonu olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Hepimizin kanatları birbirinden farklı ve güzel. Ancak bunun karşılığında ödediğimiz bedel kafamıza bir toplu iğne batırılması…

Problemin kaynağından bağımsız öfke patlamaları

Son zamanlarda; kendinize, çevrenizdeki insanların davranışlarına ve sosyal medyadaki yazılara, yorumlara hiç dikkat ettiniz mi? Gergin, sürekli tehdit altında hisseden, problemin kaynağından bağımsız olarak nereye saldıracağını şaşırmış, öfkesini boşaltmanın yolunu arayan kalabalıklar…

Nedeni: Normal olmayanı normalleştiren ve problem yokmuş gibi kabullenmeye yönlendiren manipülasyonlar!

Olay örgüsünün hiç değişmediği her gün, her hafta bir yenisinin eklendiği iki temel gündemimiz var. Biri kadın cinayetleri, diğeri ise hayvan cinayetleri... İkisinde de, temel sorun; bir katilin varlığı, geciken veya hiç verilmeyen cezalar, hatta medyaya yansımadığı sürece olayların normalleştirilmeye çalışılarak üstünün kapatılmaya çalışılması. Sonuç; hayatını kaybeden katili dışarıda gezen bir sürü insan, hayvan ve geride kalan manipüle edilmiş bir şeylerin normal olmadığının farkında olsa bile elinden bir şey gelmeyen ya da eylemleri engellenmiş haklı olarak öfkeli bir toplum… Peki, bunu nasıl yapıyorlar?

Bilişsel davranışçı bakış açısı   

   Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür… 

   Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür… 

   Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür… 

   Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür… 

   Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür… 

   Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür… 

   Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…

-Gandhi 

Gandhi’nin sözlerinin bilişsel davranışçı bakış açısının iyi bir özetini sunduğunu düşünüyorum. Kaderinizi belirleyenin kendiniz olduğunu söylememe gerek yok sanıyorum. Şimdi buradan yola çıkarak problemi pekiştiren ve normalleştiren süreçleri inceleyelim.

Bilişsel davranışçı bakış açısının temelinde; otomatik düşünceler vardır. Bilişsel davranışçı terapilerin kurucusu olarak kabul edilen Beck’e göre; otomatik düşünceler, doğruluğu yeterince değerlendirilmemiş, kişinin zihninde ani ve otomatik olarak beliren düşünce, imaj veya seslerden biridir. Kişiye özgü deneyimlerle ortaya çıkan bir düşünce akışını tarif eder. Araştırmalar sıradan bir insanın 16 saat boyunca zihninden 40.000 düşüncenin geçtiğini göstermektedir. Düşüncelerimiz, her zaman gerçeği yansıtmaz. Beynimiz gerçeği yansıtmayan bağlantılar kurarak sistematik düşünce hataları oluşturur. Elbette ki, bunu yaparken çevreden aldığı bilgileri de kullanır.

Bir canlıya şiddet uygulamayı normal karşılayan ve bunu davranışa döken birini düşünelim; karşısına sürekli şu maddeler çıkıyor;

- İyi hal ve haksız tahrikten indirim aldı. 

- O da o saatte o kıyafetle dışarı çıkmasaymış.

- O da yanlış bir insan seçmiş. Seçmeseymiş.

- Ne yapmış da “adamı” delirtmiş. 

- Öldüren eski sevgilisiymiş. Durup dururken olmaz böyle şeyler! 

- Kurbanı nasıl öldürdüğüne dair detayların en ince ayrıntısına kadar verilmesi.

- Olay unutulmaya yüz tutarken verilen geciktirilmiş “formalite” cezalar.

- Şikayetçi olduktan sonra hiçbir önlem alınmadığından öldürülen kadınlar 

- Aldatılma, terk edilme sonucu işlenen cinayetlerin toplumun bir kesimi tarafından yüceltiliyor olması.

Burada kadın cinayetleri sonucu ortada dolaşan düşünce uçuşmalarını ve adeta bir promosyon gibi sunulan “ceza paketlerini” görüyoruz. Sizce, bunları okuyan ve kadına şiddeti meşru olarak gören birinin otomatik düşünceleri ne olur? 

- Nasıl olsa az yatar çıkarım.

- Kaybedecek bir şeyim yok. 

- Ama o da ile başlayan ve kurbanı suçlamaya yönelik toplumda da karşılık bulan cümleler… 

Peki, bunun sonucunda şiddet gören kadınların otomatik düşünceleri ne olur? 

- Can güvenliğim yok. 

- Öldürülürsem veya şiddet görürsem, fail değil, ben suçlanabilirim.

- Eğer şikayette bulunursam, daha çok sinirlenir ve kimse beni korumaz. 

- Geç saatte dışarıdaysam, yakınlarımdan birine konumumu atmalıyım. 

- Geç saatte döneceğim günler giyimime dikkat etmeliyim. 

- Boşanamam veya ayrılamam. Bu onu daha da sinirlendirir. 

Kabullenmeyi istemesek de yasalar ve sistem bizi kabullenmeye zorluyor. Ataerkil, yozlaşmış sistemin ayakta kaldığı yapay bir doğal seçilim sürecinden geçiyoruz ve kimin hayatta kalacağı belirsiz… 

Şimdi de hayvanlara yönelik şiddeti meşrulaştıran- normalleştiren maddelere bakalım:

- Kuduz köpek ya da saldırgan köpek X’e saldırdı. Çocuk ağır yaralandı. Haberin sunuluş şekli bir köpeği katil ilan ederken, sorumluluğu insandan alıp, köpeğe veriyor. 

- Başıboş köpek tehlike saçtı. 

- Sokak hayvanlarının yeri barınaklardır. Hayır! Sokak hayvanları yoktur. Sokaklar zaten hayvanların ve tüm canlılarındır. Köpekler 15.000 yıl önce, kediler ise 5000 yıl önce insan tarafından ve kendi çıkarları için evcilleştirilmiştir. Bu nedenle bu iki hayvan türünün kendi yemeğini bulması ve zor hava şartlarına dayanması çok düşük bir ihtimaldir ve bunun sorumluluğu insana aittir. 

- Köpek veya kediden “korktuğu için” şiddet gösterdi. Burada da şiddetin normalleştirmeye çalışıldığını görüyoruz. Hayvanlardan korkmak, yaklaşamamak bir fobidir ve tedavisi de mevcuttur. Hayvanlarla daha önce yakın ilişki kurmamış veya kurduğunda kötü bir deneyimle karşılaşmış olan bireylerde veya küçükken ebeveynlerinde hayvan fobisi olan çocukluk geçirmiş bireylerde görülebilir. Ancak bir canlıya bunun sonucunda şiddet göstermek “normal” değildir ve kabul edilemez. Fobi sebepli kaçabilirsiniz veya yaklaşmayı tercih etmeyebilirsiniz. Şiddet antisosyal bir eğilimdir. 

Şimdi de bu maddelere maruz kalan birinin aklından geçen otomatik düşüncelere bakalım:

- Bana da saldırabilir. Çocuğuma da saldırabilir. O zaman savunmaya geçmeliyim. (İnsanın savunmaya geçeceği en hassas olduğu nokta çocuğudur ve maalesef ki haberler de buradan vuruyor ve düşünmeden içgüdüsel olarak savunmaya geçilmesine sebep oluyor.)

- Zaten hayvanları sevmiyorum ve korkuyorum. Hepsi toplatılsın. 

- Eğer bir canlıya zarar vermekten haz duyuyorsa, nasıl olsa cezası yok. Öldürme hazzını bu şekilde bastırabilirim diye düşünebilir. (Tabii sonrasında bir insana zarar vermeyeceğinin bir garantisi de yok.) 

Hayvanların temel ihtiyaçları tıpkı bizde de olduğu gibi beslenme, barınma ve güvende olmaktır. Şu anda aklınızdan “ama saldırıyor” “zarar veriyorlar” diye geçiyor olabilir. Ancak bu sebep değil bir sonuçtur. Kısırlaştırılmayan, yeterli beslenemeyen ve sürekli itilip kakılan hayvan saldırgan ve sinirli olur. Bunun da sorumluluğu biz de ve belediyelerdedir. “ Öldürme Yaşat!” mottosunun benimsenmesi dileğiyle…

Toplumsal yan etkiler

Yukarıda bahsettiğimiz gündem konuları son derece kötü ve şiddet içeren durumlardır. Bilişsel davranışçı terapilerde, fobi gibi korkulan, kaçınılan olayın alarm durumundan çıkması ve tehlike arz etmediğine dair bir düşüncenin yerleşip nesne veya durumla ilgili normallik algısının oluşması için “Maruz Bırakma” dediğimiz teknik uygulanır. Danışanlar en az rahatsız olacakları seviyeden, en fazla rahatsız olacakları seviyeye kadar fobik duruma maruz bırakılırlar ve zamanla korkulan olay ya da nesne bir tehlike ve alarm durumu olmaktan çıkar. Haberlerde de maruz bırakma durumu söz konusu. Ancak burada maruz kaldığımız olaylar aslında bizde alarm durumu yaratması gereken durumlar olmakta. Normal olmadığının farkındayız. Ama normalleştirilmesine de engel olamıyoruz. Ancak şimdi fark etme zamanı…

Hayvanlarla, kadınları bir tutarak yazmış diyecek olanlarınız olabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, hepimizin bir canlı olduğu ve kadın da olsak hayvan da olsak yasalardan ve sistemden kaynaklanan sorunlar sebebiyle zarar görüyor ve öldürülüyor olduğumuz… Bu ülkede çocuk, kadın ve hayvan olmanın zorluğu asıl odak noktası olmalı. Kadınların ataerkil ölüm kamplarından, hayvanların da tıpkı bir mezbahayı andıran ölüm barınaklarından kurtulması dileğiyle… Tek başımıza elimizden bir şey gelmiyor gibi görünebilir. Ancak hep birlikte hareket etmek sistemi değiştirmenin en büyük adımıdır. 

Bu yazıyı bana bir canlıyı ayırmadan sevmenin ne demek olduğunu öğreten, evimizin çocukları; Bitter, Köpük, Latte, Ponpon, Sakız ve Çıtır’a ithaf ediyorum…

Instagram

Popüler İçerikler

"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
Demet Akalın 'Laiklik' Açıklamasıyla Gündem Olan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e Ateş Püskürdü!
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
YORUMLAR
27.11.2022

Kadın, çocuk, hayvan ve bitki, canlılar zincirinin en korunmasız üyeleridir. Kapitalizm, ataerkil ve din sistemleri birlikte tek hedefe odaklı: güç ve yönetim. Güç ve yönetim de zayıfları altına alarak kuvvetlenir, büyür. Zayıfları ezerek beslenir, kuvvetini, gücünü gösterir

27.11.2022

Ne ilginç, sürekli hayvanların zarar verdiği insanların haberlerini pompalayan siz, bu paylaşımla günah çıkarıyorsunuz ve beğeni umuyorsunuz

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ