Kader ve Yazgı Arasındaki Fark Nedir? Kendi Yazgını Yazmak

Hareket etmezsen zincirlerini fark edemezsin.

Tolstoy

İnsanın kendisiyle ilgili bütün olan bitenleri, olmakta olanları ve gelecekte olacakları önceden ve planlanmış bir biçimde düzenlediğine inanılan bilinçdışı güç “yazgı”dır. Yazgı, çocuklukta yaşanan travmalar sonucunda insanın iç dünyasına yerleşerek kendini tekrar etmek ve gerçekleştirmek için uygun koşulları yaratmaya çalışan bir “düzenek”tir.

Ancak yazgı, “ezelî takdir, yazı, alın yazısı, mukadderat, takdir-i ilâhî” olarak da adlandırılan “kader”den ayrı bir kavramdır. Türkçe sözlükte “kader” sözcüğünün karşılığı “yazgı” olarak seçilmiş olmakla birlikte, bu iki sözcükte farklı anlamlar yüklüdür. Kaderin en genel anlamı “değiştirilemez ve boyun eğilmesi gereken alın yazısı” olarak açıklanırken, diğer bir anlamı olarak da “kaçınılmaz olan kötü talih” ifadesi kullanılır. İşte bu ikinci anlamı karşılayan sözcük “yazgı”dır.

Bütün olayların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan doğaüstü güç, ezeli takdir olarak bilinen kader kavramı bütün dinlerde ilgi odağıdır ve kaderin sınırları sürekli bir tartışma konusudur.

Kader, geniş anlamda insanın yeryüzündeki varoluş sürecinde yaşamını yönlendiren ve iradesiyle kontrol edemediği etkilerin tümüdür. Bu etkilerle oluşan iki tür kader vardır: insanın boyun eğmesi gereken irade ve “insani irade”. Kader olarak bilinen irade, hayat gerçekleridir. Kader hiçbir güç, tedbir ve gayretle değiştirilemez. İnsanın bilgisi ve isteği dışında oluşan kaderin kapsamına, içinde doğulan memleket, dönem, aile, eş seçimi, çocuklar, ölüm vakti, deprem gibi yaşamı derinden etkileyecek ve şekillendirecek olaylar girer. İnsani irade ise, insanın kendi özgür iradesini kullanarak kendi kaderini ve yaşamını şekillendirmesi olarak açıklanabilir. 

İnsani iradenin kapsamına, kişinin özel zevkleri, merakları, ikili ilişkileri, olaylar karşısında verdiği tepkiler, bu tepki ve davranışlarını kontrol etme becerisi girer. Boyun eğilmesi gereken iradeyi, futbol oyunundaki değiştirilemez kurallara benzetecek olursak, insanın yaşamını şekillendirebilmesine izin veren insani iradeyi de futbolcuların futbol oynarken gösterdikleri, ustalık gerektiren kişisel becerilerin tümüne benzetebiliriz. Bir futbolcu yetenekli bir oyuncu değilse, oyun süresince aldığı iyi paslar gol atmasına ve takımının maçı kazanmasına yetmeyecektir. Öte yandan iyi gol pası gelmese bile usta bir futbolcu yeteneği sayesinde gol atabilir ve takımına maçı kazandırabilir.

İnsanın boyun eğmesi gereken iradenin önceden takdir ettiği şeylerin zamanı gelince gerçekleşmesine “kaza” adı verilir. Kader, kurgulanan bir plandır. Kaza ise bu planın uygulanması anlamına gelir. İnsanın boyun eğmesi gereken bir irade vardır ama insan herhangi bir işi yapıp yapmamakta özgürdür, yani seçme hakkı ve özgürlüğü vardır. İnsan bu irade ile iyilik yapmayı seçebilir ve gücünü bunu gerçekleştirmek için kullanabilir. İnsanın yaptığı işlerden sorumlu olmasının nedeni, işte bu seçme özgürlüğüne sahip olması ve gücünü tercih ettiği şeyi yapmak için kullanmasıdır.

Türk kültüründe kader, “alınyazısı” veya “yazgı” olarak bilinir. Dünyadaki birçok kültürde insanın yaşayacaklarının önceden doğaüstü ve insanüstü bir güç tarafından belirlendiğine ve bazı kültürlerde de bunun bir yere bir şekilde yazılmış olduğuna inanılır. Türk kültüründe, bu yazının insanın alnında olduğu düşünülür. Alına yazılanlar, çocuklukta bilinçdışına yerleşmiş bir düzenek, Freud’un geçmişi tekrar etme zorlantısının dışavurumu olarak ifade edilebilir. Gönül kapınızı kimin çalacağını bilemezsiniz, buna kader denir ama gönlünüze kimi buyur edeceğinize siz karar verirsiniz, buna da yazgı denir. İnsan kaderin sunduğu ile imtihan olur ama seçimleriyle ve özgür iradesiyle kendi yazgısını kendisi belirler. Freud’un geçmişi tekrar etme zorlantısına hizmet eden yazgıda insani irade, seçim ve sorumluluklar vardır. 

Bilinçdışı bir düzenek olan yazgıyı değiştirmek, danışanı ebeveynlerinin ve geçmişinin bir kopyası olmaktan çıkarır ve orijinal yapar. Her insan eşsiz ve orijinal biri olarak doğar, bir kopya olarak ölmek zorunda değildir. Yazgı bilinçdışının gücüdür. Kader ise insanın boyun eğmesi gereken iradenin gücüdür, kadere müdahale edilemez. Kaderin kuralları asla değiştirilemez. Psikoterapi veya kişisel gelişim ile değiştirilebilir ve müdahale edilebilir olan yazgı ise insanın çocuklukta yaşadığı travmalara ve hayata karşı aldığı pozisyondur. İnsan bu noktada tamamen özgürdür, yaptıklarından ya da yapmadıklarından, kısaca hayatta aldığı pozisyondan kendisi sorumludur.

İnsan yaşamını, yazgısına göre, yani çocuklukta iç dünyasına yerleşen, kendini tekrar etmek ve gerçekleştirmek için uygun koşulları yaratmaya çalışan bir düzeneğe göre algılar. Örneğin, aynı filmi seyreden herkesin aklında kalan sahne farklıdır. Çünkü herkes kendi yazgısıyla ilişkili kısmı görür ve ondan etkilenir. Bir anlamda yazgı, insanın gözüne taktığı bir gözlüktür. 

Gözlük ne renkteyse insan dünyayı o renkte görür. İnsanın yazgısı zihnine düşünceler gönderir ve tetikleyici bir durum karşısında, yazgısının gönderdiği düşünceye göre düşünür. Bu nedenledir ki herkes aynı durum karşısında aynı tepkiyi vermez. Yazgının yarattığı düşüncelerin bu tetikleyici unsurlarla nasıl ortaya çıktığının araştırılması psikanalitik psikoterapinin alanıdır. 

Anne-babayı, yetişkin olana kadar içinde yaşanan aile ve toplumu seçememe gibi müdahale edilemez olan kader, insanın yazgısını olumlu ya da olumsuz olarak doğrudan belirleyen bir kavramdır. Ancak insanın yetişkinlikte yaşayacakları kendi iradesine bağlıdır. İnsanın iradesini ve seçim yapma hakkını sağlıklı bir şekilde kullanabilmesi için “zihinselleştirme” ve “duygu regülasyonu” yaparak geçmişini analiz etmesi, farkındalık ve iç görü geliştirmesi ve içine yerleşen düzeneği, yani yazgısını keşfetmesi gerekir. 

Bu keşif, bazen acı verici ve yorucu olabilir. İnsanın seçimleri, söylemleri ve davranışlarıyla şekillenen yazgı, insanın yaşamına yön veren bilinçdışı ve gizemli bir güçtür. Yazgı, “bilinçdışının geçmişi tekrar etme zorlatısı”dır, çocuklukta iç dünyaya yerleşen bir düzenektir, rastlantı ya da alınyazısı sonucu gibi görünen benzer kötü olayların dönem dönem ortaya çıkışıyla belirginleşen ama gerçek nedenleri bilinçdışı süreçler olarak ortaya konabilen bir tür “nevroz”dur.

Sofokles, başyapıtı Kral Oidipus'ta yaşamı üstün başarılarla geçen Oidipus’un bilinçdışı yazgısını anlatır. Bu yazgıda Oidipus babasını öldürecek, annesiyle evlenecek ve ondan çocukları olacaktır! Oidipus bir şekilde öğrendiği bu uğursuz yazgıdan kurtulmak için yurdundan kaçar. Bir dedektif gibi hayatını sorgulayarak seçimlerini gözden geçirir ve gerçekleri bilmediği için hata yapar, kendini köşeye sıkıştırır ve sonunda aradığı suçluyu bulur. Suçlu kendisidir ve gerçeği göremediği için kendi gözlerini kör eder. Kral Oidipus efsanesindeki gibi bir kehanet, insanın ruh dünyasına çocukluk travmalarıyla yerleşebilir. 

Yazgısında kimse tarafından sevilmeyeceği ve daima terk edileceğine dair güçlü bir inancı olan kişi, psikoterapi ile gerçeği keşfedebilir ve sürekli tekrar eden bu yazgısına son verebilir. Yazgıda insan, hayatında kendine biçilen rolleri çaresizlikle oynayan bir “nesne” konumundayken, psikoterapi veya kişisel gelişim ile kazanacağı farkındalık ve iç görüyle kendi hayatında özgür iradesiyle geleceğine yön veren bir “özne” olabilir.

Kendini doğrulayan kehanet

Budistlerin de dediği gibi, “İnsan zihni ne kadar doluysa yeni hislere ve bilgilere o kadar kapalı olur.” Çünkü önyargılar ve koşullanmalar her şeyi doldurur. “Yazgı çağırma!”, “Sakınan göze çöp batarmış!”, “Kırk gün deli dersen deli olur!”, “Ben sana demiştim!” türünden ifadelerin işaret ettiği “kendini doğrulayan kehanet” kavramı, “Bir durumun yanlış tanımlanması, yanlışı doğru hale getiren yeni bir davranışa yol açar!” saptamasını yapan Kolombiya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Robert K. Metron tarafından geliştirilmiştir.

Bu kavrama göre, doğru ya da yanlış herhangi bir inanç veya beklenti, bu tanımlamayı doğrulayacak yeni bir davranış ortaya çıkarmakta ve bu olayın sonucunu veya kişinin davranışını etkilemektedir. Diğer bir deyişle, uygun olmasa da herhangi bir beklenti oluştuğunda, kişiler beklentileri ile uyumlu hareket etmeye çalışırlar. Sonuçta, beklentiler gerçek olur. Sanki sihirli bir güç sayesinde beklenti doğrulanır. Örneğin, bir kişiyi suçlu diye nitelemek ve ona bu şekilde davranmak, suçlu olduğu beklentisine karşılık kişinin içindeki suçlu davranışları ortaya çıkarmasına neden olabilmektedir. 

Buradaki süreç, gerçek olduğuna inanılan şeylerin gerçekleşmesi olarak açıklanabilir. Böylece bilimsel olarak başlangıçta gerçekliği olmayan bir şey gerçekleşmiş olmaktadır. Örneğin, sevgilisine sürekli “Sen beni sevmiyorsun!” ya da “Biliyorum, bir gün beni terk edeceksin!” diyen bir kişinin sevgilisi gerçekte onu seviyor olsa da zamanla sevmez olur ya da onu terk eder. Çünkü bilinçli veya bilinçsiz olarak kişiler karşısındakiler ile ilişkilerini beklentileri doğrultusunda yürütür ve davranışlarına beklentilerini açığa çıkaracak ipuçları yüklerler. Karşı taraftaki kişiler de bu ipuçlarından faydalanarak davranışlarını beklentiler ile uyumlu hale getirerek gerçekliği algılama biçimlerine uygun davranmaya gayret gösterirler. 

İnsanlar, algıları ile farklı davrandıkları takdirde ruhsal gerilim yaşarlar. Eğer kendinizi yetersiz hissediyorsanız, algılarınızda uyumsuzluğa neden olmamak için yetersiz davranır ve sonuçta beklentinizin gerçekleştiğini görürsünüz. İnançlar, mevcut bilgiler ve hisler hayatta yaptığınız seçimleri etkiler ve bu seçimler sonucunda kendinize güveninizi kazanır ya da kaybedersiniz. Kendinize duyduğunuz güven sürekli olarak artıp azalabilir ve bu kendini doğrulayan kehanet haline gelir. Ne kadar başarılı olursanız, başarı beklentiniz o kadar yüksek olur ve bu şekilde başarı, başarı beklentisini izler. Unutmayın, ancak başarabileceğinize inanırsanız başarmak için hareket edebilirsiniz.

İnsanlar çevrelerinde olup biten her şeyin kontrolleri altında olmasını isterler, bu nedenle olaylar ve kişiler hakkında beklentiler oluşturma eğiliminde olurlar. Beklentiler insanın olduğu her yerde varlığını gösterir ve davranışları yaratır. Bu nedenle istenilen sonuçlara ulaşmanın yolu düşüncelerin ve beklentilerin kontrol altına alınmasından geçer. Beklentilerinizi kontrol altına alırsanız yaşamınızı da kontrol altına almış olursunuz. Çünkü insanlardan, olaylardan, genel olarak hayattan beklentilerinizin analizini yaparak sahip olacağınız bilinç sayesinde hayata karşı olumlu bir tutum içinde olursunuz. 

Karl Wallenda adında bir ip cambazı senelerce başarılı gösteriler yaptıktan sonra ipten düşerek hayatını kaybetti. Ölümünden sonra eşi tarafından yapılan açıklamadan Karl Wallenda’nın, ölümünden önceki üç ay boyunca tek düşüncesinin ipte yürümek yerine ipten düşmek olduğu öğrenildi. Tüm enerjisini ipte yürümek yerine ipten düşmemek üzerine yoğunlaştırmıştı. 

Sonuç olarak, başarısızlıktan korkulduğunda tüm düşünce, enerji aslında bu noktaya yoğunlaştığından başarıya ulaşmak zorlaşmakta, belki de imkânsız hale gelmektedir. 

Instagram

Facebook

Twitter

YouTube

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!
Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi