Kader Bölüm 2: Eğer İnsan Sınavdaysa, Alın Yazısı Yoktur, Olmaz da!

Sevgili okurlar,

Önceki bölümde de belirttiğim gibi insanların kader inancı ile Kur'an'ın tanımladığı kader, neredeyse taban tabana zıttır. Maalesef tüm toplumlarda özellikle yönetenler tarafından istismar edilmiştir. Bu konunun hassasiyetinden dolayı kader konusunu birkaç bölümde tamamlayacağım. Haliyle bölümlerde biraz uzun olacaktır. Sabırla okursanız sevinirim. İlginize teşekkür ederim. Şimdi sorulara geçelim.

S-Kaderin zamanla olan ilişkisinde saniyelerin öneminden ve belirleyici süreler olduğundan bahsettiniz. Sanırım zaman konusu çok önemli. Önce bunu biraz açalım sonra ayrıntılara geçelim.

Gerçekten de kader konusunda zaman çok önemlidir. Çünkü Kur’an, kâinat ve içerisindeki her şeyin yazılı olduğu korunan bir kitaba göre var edildiğini ve tüm hareketlerin ona göre düzenlendiğini söylüyor. Öyleyse bu kitapta yazılanlar yaratılışa nasıl yansımış, neler olmuş bunların bilinmesi gerekir ki kaderi daha doğru anlayalım. Tabi, öğrenmek için de mecburen yüzümüzü bilime çevireceğiz. 

Şimdi Amerikalı kozmoloji profesörü Neil deGrasse Tyson’un kitabından evrenin başlangıcıyla ilgili bilgileri aktarayım. Tyson, zamanın, BigBang’in başlangıcındaki Planck dönemi olarak bilinen dönemden bahsederken şu bilgileri vermiştir:

“(Planck dönemi) Bu dönem başlangıçtan sonraki saniyenin 10 üzeri eksi 43 (on milyon trilyon trilyon trilyonda) birine denk gelir.”

Tyson, bir saniyeden trilyonlarca daha küçük olan Planck döneminde önce birleşik olan kuvvetlerin Yerçekimi, Zayıf ve Güçlü nükleer kuvvet, Elektromanyetik güç olarak dört temel kuvvete bölündüğünü ayrıntılarıyla yazmış ve şu cümleyle bitirmiştir:

“Evrenin oluşumu üzerinden daha saniyenin trilyonda biri kadar zaman geçmişken farklı bir şekle bürünmüş güçlerin her biri kozmosu kendi temel özelliklerine bürümüştü.” Neil deGrasse Tyson, Donald Goldsmith (Kozmos)S.25-26

Burada şu bilgiyi vereyim. Kuvvetler dörde ayrılmış ama öyle eşit şekilde dört adet oluşmamıştır. En güçlüsü olan elektromanyetik kuvvetle en zayıf olan yerçekimi arasında trilyonlarca kat güç farkı ile bölünmüştür. Kısaca Tyson’un da dediği gibi, temel kuvvetler tamda bu evrenin olması için gerekli oranlarda bölünmüştür. Bu güç oranlarında minicik bir fark bile olsa bu evren olmazdı. Bunun daha kolay anlaşılması için fizik profesörü Stephen Hawking’den alıntı vereyim: 

Eğer Büyük Patlamadan bir saniye sonra genişleme oranı on milyarda bir kadar küçük olsaydı evren birkaç milyon yıl sonra tekrar geriye çökmüş olurdu. Bu eğer on milyarda bir kadar büyük olsaydı evren birkaç milyon yıl sonra neredeyse boş kalırdı.” Stephen Hawking-Roger Penrose (Zamanın ve Uzayın Doğası S.103)

Daha anlaşılır şekilde söylersek; Hawking, 'başlangıcın ilk saniyesinde genişleme oranı çok hassas bir şekilde ayarlanmış olmalı ki bu evren var' diyor. Aksi halde İlk saniyedeki genişleme oranında artı veya eksi on milyarda bir bile fark olsa mevcut evrenimizin var olamayacağını belirtiyor. Yani yıldızlar, dünya, bizler var olamazdık. Görüldüğü gibi, bilime göre doğadaki tüm olaylar, kendi fizik şartlarını belirleyen yasalara göre, tam da olması gerektiği gibi oluyor.

Bu bilimsel verileri anlatmamın kaderle ilgisi şudur; Yaratıcı tüm işlerini çok hassas ölçeklerle olayların gelişiminde küçücük bir sapma olamayacak şekilde yapıyor. Öyleyse insanın tüm hal ve hareketlerini de aynı hassasiyetle tasarlamış, yaratmıştır. Oysa insanların inandığı kadere bir bakarsanız; hep kişinin başına gelen bir olay olduktan sonra “alın yazısı buymuş, onun kaderi böyleymiş” şeklinde değerlendiriliyor. Halbuki, böyle bir kader olsa bile, öyle kabul edildiği gibi, sadece insanın başına bir şeyler geldiğinde dönüp bakılacak bir yazı olamaz. Çünkü nedensellik (sebep sonuç) ilkesine göre, her olay zorunlu olarak kendinden önceki gelişimlerin sonucudur. Dolayısıyla alın yazısı sadece sonuç üzerinden değerlendirilemez. Sonuç öncesi olaydaki tüm gelişmeler sonuca etki eder sonucu belirler.

S- Bu bilgilerden, Kainatın yaratılışının çok hassas ölçülerle olduğu anladık. Ki zaten bilim insanları bu durumu ince ayar (Fine tuning) olarak tanımlıyorlar. Bu durumun kaderle ilişkisine gelince, demek ki bir olayın birkaç saniye öncesi bile olsa, sonucun değişme ihtimali var. Öyleyse daha önce verdiğiniz ayak takılması örneğinden devam edelim.

Tamam ayağınızı takılıp düşme örneğine tekrar gelelim. Evvela o anda o yolda olmanız zorunlu sebeplerden dolayı mı yoksa tesadüfen mi olduğuna bakalım. Çünkü bu durumu değiştirir. Önce tesadüfen şöyle bir evden çıkıp dolaşma isteğiyle çıktığınızı var sayalım. O zaman sizin o yola gelmemenize sebep olacak başka tercihleriniz olabilirdi. Örneğin üşenir yola çıkmaz evde otururdunuz. Yahut bir nedenden dolayı başka bir yolu tercih eder o yoldan hiç geçmezdiniz.  Ya da evden çıkarken bir başka fikir aklımıza gelir veya birisi arar o yoldan vazgeçer başka yere gitmek zorunda kalırdınız. Ve kaderinizdeki ayağınızın takılması olayı gerçekleşmezdi. Uzatmayayım, böyle sayısız ihtimal vardır. 

Şimdi de zorunlu bir nedenden dolayı o yoldan mecburen gittiğinizi varsayalım. Örnekte sizin ayağınızın takılıp düşmenize karşıdan gelen arkadaşınızın dikkatinizi dağıtması olduğunu söyledik. İşte şimdi kader konusunda hiç akla gelmeyen can alıcı bir noktaya geldik! 

Unutmayın ki arkadaşınız da bir insan, öyleyse onun da bir alın yazısı var demektir. Yani arkadaşınızın da sizin gibi sınavda olduğu için, onun da seçip, seçmeme inisiyatifi var. Bu da demektir ki, sizin düşme kaderinizin gerçekleşmesi için, onun tam orada olma sebebi de onun kaderinde yazılı olmalıdır. Çünkü onun kaderinde de orada olmasına engel olacak sayısız ihtimaller var. Bu engellerin tümü devre dışı bırakılıp tam zamanında sizinle karşılaşmasının sağlanması gerekir. Aksi halde bir nedenle oraya gelmeyebilir. Yani tam o anda, orada olmazsa sizin dikkatiniz dağılmaz ve siz düşmeyebilirsiniz. Böylece bu kaderiniz gerçekleşmez, siz de yolunuza devam edersiniz. 

S-Burada araya gireceğim. Çünkü kader konusunda madalyonun öbür yüzü ortaya çıktı. O da her insanın bir alın yazısı olduğu ve herkesin sınavda olduğudur. Gerçekten de bu çok önemli bir durumdur. Ama nedense hiç akla gelmez ve hesaba katılmaz. 

Gerçekten de gözden kaçan çok önemli bir durumdur. Öyle ya, eğer alın yazısı varsa, bu doğan, yaşayan her insanın alnında kendi kaderi yazılı demektir. Bunun önemi şudur. Düşünün etrafınızda yaşayan onlarca yüzlerce milyonlarca insan var. Bunların her birisinin de ayrı ayrı kaderi var ve iç içe birlikte bir yaşam sürdürüyorlar. Her birinin kararı bir diğerinin etkisinde olabildiği gibi kendi kararları ve hareketleri de başkasının seçimini etkileyebiliyor.

Biliyoruz ki Kur’an’a göre insana hareketlerinde seçme inisiyatifi verilmiş. Seçim insana bırakılmış ama görülüyor ki, İnsan, tüm hareketlerinde çok fazla olayın etkisinde kalıyor. Üstelik birçok karar ve davranışlar kendi isteği, kendi tercihi değildir. Çoğu kez içinde bulunduğu şartlar içerisinden tercih yapar. Sosyal sorumlulukları, mesleki sorumlulukları, çalıştığı iş yerinin şartları, amirleri vs. kişinin kararlarında önemli etkiye sahiptir. Kısaca, kişiler kendi planında olmayan yani kendi seçimi olmayan sayısız işler yapmak zorunda kalabilir. Hareketlerindeki seçimleri de tercihleri de buna göre şekillenir. Ve de bu durum milyonlarca insanın her gün her saniye birbiriyle olan ilişkileri için geçerlidir. 

Kaldı ki, insanlar sadece birbirinden de etkilenmiyor. İnsanın çevresindeki her şey, yaşam şartları, doğa şartları, alışkanlıkları, hatta bağımlılıkları vs. bunların hepsi insanın kararlarını, tercihlerini, hareketlerini etkiliyor. Kısaca, insan iyisiyle kötüsüyle doğru veya yanlış her saniye her dakika, her gün seçim yapıyor veya yapmak zorunda kalıyor. Konuyu kadere getirirsek; daha önce dediğim gibi, kesin bir alın yazısının gerçekleşmesi için, herkesin alnında trilyonlarca olasılık barındıran bir kader yazısı olması gerekiyor. Ve her olayda bu sayısız olasılıkların kişilerin kaderi olarak gerçekleşecek son şekline indirgenmesi diğerlerinin engellenmesi gerekir.

S-Gerçekten de basitçe kader diyoruz ama bir arada yaşayan her insanın da kendi kaderi olması yeni bir durum gerçeği. Üstelik de birbirlerini etkiliyor olması alın yazısı inancını çok karmaşık hale getirdi. Ancak burada şu soru akla geliyor. Yukarıda verdiğiniz bilimsel verilerden yaratıcının sonsuz gücü olduğu vurgulanıyor. Acaba Allah böylesine karmaşık görülen bir kaderi tam da inanıldığı gibi alın yazısı şeklinde düzenleyemez mi?

Elbette Yaratıcı böyle bir kaderi düzenleyebilir. Ama yapmamış, yapmaz da! Çünkü insan sınavda. Yaratıcı, insanın sınavda olduğunu ve bu yüzden hareketlerindeki seçimi insana bıraktığını defalarca söylüyor. Dolayısıyla insan sınavdaysa alın yazısı olmaz. Mantığa aykırıdır. Bunu bir metaforla açıklamaya çalışayım.

Alın yazısı şekildeki düzen, raylı sistemde hareket edebilen lokomotife benzer. Lokomotif raylar nereye götürürse oraya gider. Bu yüzden lokomotiflerde direksiyon yoktur, gerekmez. Tıpkı alın yazısı düzeni gibi yalnızca önceden döşenmiş rayları izler. 

Ancak Allah insana seçme hakkı vermiş, bir başka deyişle direksiyon vermiştir. Dolayısıyla insanın kaderi otomobile benzer. Yani belirlenmiş, önceden döşenmiş raydan değil, çeşitli yollardan gidebilir. Yaratıcı her yöne gidilebilecek yollar ve yol şartlarına göre kurallar oluşturmuş. Ve doğru yolu da tarif etmiş, seçimi de şoföre bırakmış, ister kurallara uyar isterse uymaz. Direksiyonu istediği yöne, yola, sokağa kırabilir, sonucuna da katlanır. Durum bu kadar basit.

Tabi, bu arada iş bununla bitmiyor. Bu konuda asıl gözden kaçan çok önemli bir başka ayrıntı daha var. Düşünün bir kere, eğer yaratıcı insanı, alın yazısı şeklinde bir kadere tabi olarak yaratmış olsaydı ne peygamber tayin ederdi ne de kitap falan gönderirdi! Nedense bu hiç kimsenin aklına gelmiyor!

S-Gerçekten de akla gelecek bir durum değil. Hadi “Kur’an’ göre, eğer insan sınavdaysa, alın yazısı olamaz.” durumunu anladık. Ancak “Eğer Allah insanı alın yazısına tabi olarak yaratsaydı, Peygamberler ve de ilahi kitaplar göndermezdi.” yorumu çok ekstrem bir tespit. Ama düşününce mantıklı da.

Bu o kadar da karmaşık bir durum değil. Zaten açıklaması da kendi içinde. Öncelikle şunu unutmayın: Eğer Allah insan için, böyle bir kader tasarlasaydı, bu kader, tıpkı doğa yasaları gibi kesinlikle milim değişmezdi ve yazılan ne ise o gerçekleşirdi. Çünkü yaratıcının tüm planladığı işler böyledir. RUM-30. “Allah'ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur.”

 Bu durumda, eğer alın yazısı varsa, Yaratıcı başta Kur’an olmak üzere, içeriğinde emirler, yasaklar, nasihatler olan kitapları neden göndersin? Öyle ya!  Nasıl olsa insanın alnında ne yazıyorsa o gerçekleşecek, dolayısıyla da emirlerin, nasihatlerin hiçbirisi sonucu değiştiremeyeceğine göre niye kitap göndersin ki! Göndermez.  

Aynı şekilde Kur’an, Peygamberlerin uyarıcı ve müjdeleyiciler olduklarını söyler. İnsanları uyarınca yazı değişmeyeceğine göre niçin peygamber gönderip uyarsın? Allah kendi yasasını, planını bilmez mi? Elbette bilir.  Dolayısıyla Yaratıcı asla gereksiz işler yapmaz. 

Ama bilindiği gibi Allah hem peygamberler hem de kitaplar göndermiş. Bu da demektir ki yaratıcı insanı yaratırken onu alın yazısı, kader gibi belirleyici bir yasa içerisinde tasarlamamış.

Bu konuya ve ecel (insana biçilen ömür) meselesine gelecek bölümde devam edeceğim.

Instagram

Twitter

Facebook

LiknedIn

'Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio' 

Popüler İçerikler

TÜİK, Ekim Ayı Enflasyonunu Açıkladı: Yıllık 48,58'e Geriledi! Kira Zam Oranı da Belli Oldu
Deha Dizisinden Dilan Polat ve Sıla Doğu'nun Olaylı Dansına Gönderme
Prof. Dr. Celal Şengör'ün Atatürk ile İlgili Sözleri Gündem Oldu: "Atatürk'e Laf Edenin Şempanzeden Farkı Yok"