J.K. Rowling'in Açıklamaları, Feminist - Transaktivist Çatışması, Kimlik Politikaları... Yepyeni Bir Gündem Yükseliyor!

2020 yılı öyle bir yıl ki... Adeta dünya yanıyor! Her yerinden farklı gündem fışkıran bu çılgın dönemin en ilginç konularından biri ise Birleşik Krallık'tan yükseliyor. Şimdi sizinle son zamanların en tartışmalı, en kafa karıştırıcı, en alengirli konusunu etraflıca masaya yatıracağız. İddia ediyoruz; bu kimlik tartışması, önümüzdeki yılların da en gündem konularından olacak.

J.K. Rowling geçtiğimiz günlerde Twitter hesabı üzerinden uzun, detaylı bir yazı paylaştı.

Ağırlıklı olarak transaktivizmin son dönemlerdeki politikalarına eleştiri getirdiği bu yazısının içerisinde kendi deneyimlerinden ve geçmişindeki şiddet, cinsel saldırı gibi travmalarından bahsettiği bölümler de vardı. Dolayısıyla da, magazinsel dili pek seven Türkiye basınında, bu olay yaratan yazı yüzeysel bir şekilde, 'Rowling cinsel saldırıya uğradığını açıkladı!!!!' gibi başlıklarla yer buldu.

Adeta işaret ettiği yere değil, işaret eden parmağa bakıldı, anlayacağınız. Rowling'in yazısında masaya yatırdığı konu, sayesinde akademik ve lgbt çevrelerinden dünya gündemine taşındı.

Yazının başlığı "TERF savaşları"...

İlgili twit silinmiş ya da sahibi tarafından gizlenmiş.

Rowling'e TERF yaftasını yapıştıran ilk olay: Maya Forstater'in işsiz bırakılması...

Maya Forstater, İskoçya'da yaşayan bir araştırmacı. Mesleği gereği ekonomi ve kadınların iş hayatındaki yeri üzerine yazıp çizerken; düşüncelerini de Twitter üzerinden bol bol paylaşıyordu. 

Bir gün Philip Bunce isimli 'non binary' (yani kendisini kadın ya da erkek olarak tanımlamayan) bir bireyin, Financial Times'daki 'İş hayatında en etkili 100 kadın' listesine girmesini eleştiren tweet'ler yazdı. Bunce'un kadın olmadığını, dolyaısıyla bu listede yer almasının da, kadınlara haksızlık olduğunu - listede olmayı hakeden kadınların hakkını yediğini iddia etti.

Bunun üzerine Maya Forstater'a adeta savaş açıldı.

Oysa, görselde görmüş olduğunuz Philip Bunce'un 'kadın' olduğuna dair bir beyanı yoktu.

Non-binary olduğunu söylüyordu. Sadece bazı günlerde işe giderken kadın kıyafetleri giyiyor ve peruk takıyordu. Geri kalan günlerde takım elbisesi ile CEO olarak mesleğine devam ediyordu. 

Maya'yı işsiz bırakacak yorum, öncelikli olarak Philip'in kadın olmamasıydı.

Bunun üzerine bir diğer non-binary birey Gregor Murray, Maya Forstater'a tepki gösterdi.

Maya Forstater, kendisini non-binary olarak tanımlayan Murray ile tartışırken 'he/him' zamirlerini kullanınca ise olan oldu ve Murray, Maya Forstater'a nefret suçu işlediği sebebiyle dava açtı.

"He/him" zamirleri sebebiyle açılan nefret davasını, Murray isimli birey kazandı. Maya Forstater işsiz kaldı.

Rowling de buna sessiz kalmadı. #MayanınArkasındayım etiketine

'İstediğin gibi giyin, istediğin gibi mutlu yaşa, istediğin herkesle rıza dahilinde birlikte ol; ama bir kadını biyolojik cinsiyetin gerçek olduğunu söylediği için işsiz bırakmak mı?' diyerek destek verdi. 

İşte hikayemiz de burada başlıyor.

Feminist oluşumlar ve LGBT gruplar yıllardır aynı yolu kolkola yürüseler dahi; aynı değiller!

Uzaktan bakanlara ve bu konulara pek hakim olmayanlara hemen hemen aynı görünse de; iki mücadele elbette ki farklı.

LGBT gruplar eşcinsel, trans ve interseks bireylerin hakları üzerine mücadele verirken;

feminist oluşumlar ise kadın haklarına odaklanıyor.

Elbette ki feminizm; eşitliği savunurken LGBT ile de dayanışıyor; LGBT de aynı şekilde... Kısacası kolkolalar, dayanışmaları bariz fakat aynı değiller.

Zamanın akışında değişmeyen şey yok! Feminizm mücadelesi de nesilden nesile dalga dalga değişiyor, gelişiyor...

Çalışma hakkı için mücadele veren büyükannelerimiz, o hakkı söke söke aldılar. Şimdilerde günümüz feministleri de eşit ücret için mücadele veriyorlar örneğin.

Mücadelenin çeşitleri ve yöntemleri değişse de odağı aynı: KADIN.

Kaçıncı dalga, hangi fraksiyon olursa olsun; odağında daima kadın olan feminizm...

... kadınların sırf cinsiyetleri sebebiyle uğradıkları ayrımcılıklara karşı mücadele veriyor, malum. Peki her şey bu kadar basit görünürken, feministler transaktivistlerle hangi noktada ters düştüler?

Şöyle ki; feministler kadınların 'dişi' bedeni sebebiyle tarih boyunca ezildiklerini, 'daha çok tecavüze uğrayan, daha çok köleleştirilen, daha az özgür olabilen' cins olduklarını savunuyorlar. Bu durumda, erkeklerin avantajlı doğduklarını iddia ediyorlar. Peki trans kadınlar hayata 'erkek bedeninde' başladıkları için, onlar da 'erkek ayrıcalığına' sahip oluyorlar mı?

İşte tartışma tam olarak bu noktada başlıyor. Yani biyolojik cinsiyet konusunda...

Durum birazcık "mağduriyet yarışı"na da dönüyor diyebiliriz...

Trans kadınlar, erkek bedeni ile doğdukları ve erkek çocuğu muamelesi gördükleri için belki de kız çocuklarına yani biyolojik kadınlara oranlara daha iyi eğitim fırsatlarına, özgürlüğe ve özgüvene sahip olabiliyorlar.

Fakat bir taraftan da 'yanlış bedende olmanın' rahatsızlığı ve dayatılan cinsiyet kalıplarının baskısı oluyor üzerlerinde...

Ayrıca 'trans' olarak açıldıklarında ve cinsiyet geçişi yaptıklarında toplum tarafından feci şekilde dışlanıyor, seks işçiliğine mahkum ediliyorlar. Bu da bir gerçek.

Bu durumda, 'kim daha dezavantajlı?' kavgasından çok; iki tarafın da birbirinden farklı sıkıntıları ve dolayısıyla da mücadeleleri olduğunu kabul etmek gerekebilir.

Feminizm şemsiyesi altında itişmeler...

Kadınlar ve trans kadınlar arasında deneyimler ve talepler farklı olmasına rağmen, 'trans kadınlar kadındır' sloganı ile iki grup da 'kadın mücadelesi' yani feminizm şemsiyesi altında buluşuyor ve bu noktada çatışmalar yaşanıyor.Feministler, örneğin, 'erkek çocuklarının, kız çocuklarına kıyasla hayata daha avantajlı başladıklarını' iddia edemez hale geliyorlar artık çünkü bunu söylemek trans kadınların da avantajlı olduğunu iddia etmek demek ve pek de avantajlı bir grup sayılmazlar, değil mi?

Ayrıca regl, kürtaj, jinekoloji gibi feminizmin odağına aldığı konular da trans kadınlar tarafından 'kadın olmak üreme organlarından ibaret değildir' tavrı ile pek hoş karşılanmıyor. 

Bunlar sadece bazı örnekler; kısacası tüm bu kavganın sebebi biyolojik cinsiyet diyebiliriz.

Konu biyolojik cinsiyetten açılınca ise Judith Butler'ın kuyuya attığı bir taş var ki...

Judith Butler, Kuir Teori ile tanınmış ünlü felsefeci. Akademik seviyede, enine boyuna üzerine çalışmadan hakkında konuşmak elbette zor fakat Butler'ın ortaya attığı ve transkativizmin şu anki politikalarına şekil veren iddialarını şöyle tarif edebiliriz:

Malum, 'kızlar pembe sever, erkekler ağlamaz' gibi cinsiyet rollerini, cinsiyetlere dayatılan davranış kalıplarını yıkıp geçmek feminizmin konusu.

Butler ise 'sadece cinsiyet rollerini değil, cinsiyetleri de kıralım' diyor ve biyolojik cinsiyeti de, 'erkek insanın penisi olur, dişi insanın vajinası olur' iddialarını da yıkıp geçelim diyor. Cinsiyetlerin gözlemlenme biçiminin de cinsiyetçi, patriyarkal bir algıyla yapıldığını söylüyor.

İşte günümüzde transaktivistlerin pek çoğu da, biyolojik cinsiyetin, Butler'ın iddia ettiği gibi, bir sosyal kurgu olduğunu savunuyor.

Peki biyolojik cinsiyet gerçekten de koca bir yalan olabilir mi?

Bu iddiayı ortaya atan Butler'ın bir felsefe profesörü olduğunu hatırlayalım öncelikle. Şimdiye kadar hiçbir kayda değer biyologdan bu konuya dair açıklama gelmedi - ciddiye alınmadı diyebiliriz.

Peki biyolojik cinsiyetin yalan olduğunu iddia eden bilim insanları oldu mu? Evet oldu. Bunun en büyük dayanağı da 'çift cinsiyetlilik' olarak halk arasında bilinen interseks'lerdi.

Fakat bu durumların hepsi 'anomali' olarak zaten biliniyordu. Örneğin; elbette altı parmak ile doğan insanlar vardır ve altı parmaklı insanlar da insandır. Fakat insan, beş parmaklı bir türdür. Tek göz ile doğan, tek göz sahibi insanlar da vardır fakat insan türü iki gözlüdür.

İnterseks ve transeksüellik konusunda detaylar için daha önce hazırladığımız içeriğe bakabilirsiniz.

Ulu Orta Sorulmasın Diye! Transeksüellik ve İnterseksüellik ile İlgili En Tabu Soruları Cevaplıyoruz!

Jessica Yaniv olayı!

Kanada'da yaşanan bu olay, adeta tüm dünyayı sardı ve feministler-translar arasında büyük tartışmalara sebep oldu.

Jessica Yaniv, Kanadalı bir trans kadın. Güzellik salonlarına gidip, bikini bölgesi ağdası olmak istiyor fakat penis sahibi olduğu için bu salonlardaki kadın ağdacılar tarafından reddediliyor. Bu reddedilişlerin birden çok sebebi var; bazı ağdacılar bir penisi ağdalamanın farklı yöntemleri olduğunu ve bunu beceremeyeceklerini söylüyorlar. Kimileri ise bir penis görmek, bir penise dokunmak istemediklerini söylüyorlar. İşte dananın kuyruğu burada kopuyor: Jessica, kendisini reddeden her güzellik salonunu teker teker dava ediyor. Ayrımcılık ve nefret suçuyla!

Çünkü eğer 'trans kadınlar kadınsa', kadınlar da penis sahibi olabiliyorlarsa; bu kuaför kadınların yaptığı düpedüz ayrımcılıktır! 

İşte bu emsal davada; bazı feministler, biyolojik cinsiyet hakikatini hatırlatıyorlar ve tartışmalar yine yükseliyor.

Biyolojik cinsiyetin reddi ise bir diğer tartışmalı konuyu getiriyor: Kişisel beyan!

E tabi şimdi soruyorsunuz: 'Madem biyolojik cinsiyet diye bir şey yok, neye göre kendimize kadın/erkek/nonbinary diyeceğiz?'

Son derece haklı bir soru. 

Neye göre? Kendi beyanınıza göre, arkadaşlar. Şimdi şöyle; ülkemizde de, dünya genelinde de resmi olarak cinsiyet geçişi yapmak için uzuuuun süreçler, doktor ve psikiyatri kontrolleri, operasyonlar ve hormonlar gerekiyordu. Fakat Birleşik Krallık, geçtiğimiz sene 'self id' konusunu gündeme getirerek, bir insanın herhangi bir işleme ya da kontrole ihtiyaç duymadan resmi olarak cinsiyet beyanında bulunabileceğinin yolunu açmaya çalıştı.

Yani şöyle örnekleyelim: Türkiye'de bir transeksüel, gidip istediği gibi hormon alabilir, silikonlar dolgular gibi operasyonlar yaptırabilir ama resmi olarak 'kadın' olarak geçişinin yapılması için heyet raporları, uzun yıllar lazım. Peki bu neden önemli? Evlenebilmesi, hapse düşerse kadınlar koğuşunda kalabilmesi, ve benzeri şeyler için. 

Birleşik Krallık'ta ise bu 'self id' ile, bir insan hiçbir operasyona, kontrole ihtiyaç duymadan kendini 'kadın' ya da 'erkek' olarak beyan edebilecekti ve evet, dolayısıyla da örneğin hapishanelerde kadınlar koğuşuna girebilecekti. 

Bir transeksüel kadının erkekler koğuşunda kalması ne kadar korkunçsa; 'self id' ile 'trans kadın' beyanı vermiş bir erkeğin kadınlar koğuşuna girmesi de o kadar korkunç oldu. Karen White isimli bir trans kadın, kadınlar koğuşunda kalıyordu ve iki hücre arkadaşına tecavüz etti.

Dolayısıyla feministler ve transaktivistler çatışması toplumsal seviyede daha da sert bir şekilde devam etti.

Spor konusu...

Yeni Zelanda, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Birleşik Krallık; transeksüel sporcuların resmi müsabakalarda yarışmaya başladığı ülkelerden başlıcaları.

Örneğin, Yeni Zelanda'da, görselde görmüş olduğunuz trans kadın halter sporunda şampiyon oldu ve hatta rekor kırdı. Buna yorumu size bırakıyoruz.

Kanada'da rekorlar kıran şampiyon bisikletçi de bir trans kadın. Önümüzdeki olimpiyatlarda pek çok transgender sporcu yer alacak.

E haliyle feministler bu konuda da hak ihlali olduğunu düşünüyorlar. Çünkü ergenlikte vurmaya başlayan hormonlar; erkek çocuklara hayatları boyunca fiziksel avantaj sağlayacak kemik yoğunluğu, kas gücü, yüksek kırmızı kan hücreleri, büyük kalp ve ciğerler gibi değişimler katıyor. Kısacası yetişkin olduktan sonra hormonlara başlayan bu atletlerin kesinlikle biyolojik kadın atletlere karşı çok avantajlı olduğunu düşünüyorlar.

Trans çocuklar konusu ise tam bir savaş alanı!

Çok hassas bir konu olduğu için fazla yorum yapmayacağım, direkt bilgileri vereyim:

- Trans bireyler arası intihar oranı gerçekten çok yüksek. Özellikle de gençler arasında bu böyle. İşte bu yüzden, trans çocukların hormon baskılayıcı ilaçlar kullanarak ergenliklerini geciktirmeleri hayat kurtarıcı olarak gözüküyor. Yani, bir trans çocuk, sesi ergenlikte kalınlaşmadan, sakalları çıkmadan cinsiyet geçişi yapabilirse daha çok 'feminen' görünüme sahip olacak ve bu da bir trans için hayati bir mesele.

- Özellikle kız çocukları başta olmak üzere, çocukların %60-70 kadarı ergenlikten sonra 'beden disforisi'nden kurtuluyorlar ve bedenleriyle barışıyorlar. 

- Ergenlik süresinde gelen hormonlar, insanı sadece 'feminen-maskülen' yapmakla kalmıyor; beyin gelişimi, kemik güçlenmesi gibi pek çok işe daha yarıyor. Bu hormonları baskılamak, bedensel sağlığı riske atmak demek. 

- Hormon baskılayıcı ilaçlar, maalesef ki henüz doğru düzgün hiç test edilmedi.

İşte bunlar konunun artıları ve eksileri. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık yani... Zor bir konu!

Bunun çocuk istismarına girdiğinin iddiasının yanında, hukuki açıdan da feministler-translar arası çatışmalar var:

Örneğin Amerika'da belli eyaletlerde, kız çocuklarının sünnet edilmesinin önüne geçmeye çalışan bir oluşum, 18'inden küçük çocukların cinsel organlarına cerrahi müdahalenin suç kapsamına alınıp cezalandırılması için büyük çaba harcadı. Böylece kızlarını sünnet ettiren ebeveynler, karşılarında mahkemeyi bulacaklardı. Fakat transaktivistler, bunun 18 yaşından küçük transların geçiş ameliyatlarını engelleyeceği endişesiyle önüne geçmeye çalıştılar.

Daha da bitmedi... Bir de "cinsel yönelim" kavgası var!

Lezbiyenler, kadınlardan hoşlanan kadınlar... Ama 'biyolojik cinsiyet yok' dediğimizde ve kadınların da penisi olabileceğini söylediğimizde; bazı lezbiyenlerin penis sahibi trans kadınlarla olmak istememeleri 'transfobi' olarak görülüyor. Bu da çatışmalara sebep oluyor işte.

Kısacası Rowling, işte tüüüüm bu konulara değinmiş ve endişelerini dile getirmişti. TERF ilan edilmesinin sebebi de buydu.

İşte böyle çatışmalar... Üniversitelerden güzellik salonlarına, muayenehanelerden sokaklara taşan bir tartışma bu. Kardeş gibi olan iki mücadele, birbirlerine düştüler.

Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Yorumlarda buluşalım!

Popüler İçerikler

Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
YORUMLAR
14.06.2020

cinsiyet özgürlüğünü ben desteklıyorum. bi ınsan nasıl mutluysa oyle yasamalı. ama transcocuk nedır arkadas. yuhh. o kadar da değil. bunların ana babaları kafayı fln mı yemıs anlamadım yanı. bu cocuga nasıl ergenlıge gırmeden horman baskılama yapılır. bunu bı doktor nasıl kabul eder. ıcerıkte de yazıldıgı gıbı hormon sadece meme buyutmuyor yada ses kalınlaştırmıyor! beynın bı cok fonksıyonu o salgıladıgımız hormonlarla gelısıyor, bağışıklık sıstemı o hormonlarla şekıllenıp guclenıyor falan fılan. allah akıl fıkır versın ne dıyım.

Pasif Kullanıcı
14.06.2020

bir gay olarak cidden şu tartışmaları saçma buluyorum ve sıkıldım. Kim ne bok yerse yesin. Gündemde kalmak için herkes LGBTyi kullanmaya başladı.

14.06.2020

Şu tipleri görünce biz Kemalist-Türkçü kimselerde muhafazakarlar ile saf alacağız gibi gözüküyor. Götten uydurma cinsiyet zırvalarını kabul etmediğin için işinden oluyorsun... Sözün bittiği yer burası sanırım. Liberalizm'in çöküşü de böyle başladı zaten. Kendi beğendikleri düşünceleri ifade özgürlüğü adı altında yayarak muhalifleri "nefret söylemi" adı altında işten çıkarma, linç girişimi ve Psikolojik baskı yolu ile yıldırmaya çalışıyorlar. Bende kendimi Tanrı gibi hissediyorum. Herkes bana tapınsın istiyorum. Tanrılığımı inkar eden de bana karşı nefret suçu işleyen Tanrıfobiklerdir. Nasıl güzel mi?

TÜM YORUMLARI OKU (28)