İzlemeniz gereken birbirinden sağlam seri katil filmlerini sizin için derledik. İyi okumalar!
İzlemeniz gereken birbirinden sağlam seri katil filmlerini sizin için derledik. İyi okumalar!
David Fincher imzalı 'Se7en', türün en iyi örneklerinden biri olarak haklı bir şöhrete sahip. Cinayet masasından iki dedektif bir seri katilin peşine düşer. Bu katil, cinayetleri dünyayı yedi ölümcül günahtan temizlemek için işlemektedir. Bu günahları işleyenlerden bir liste yapan katil, kendini tanrının görevlisi sayar ve kurbanlarını acımasızca öldürür.
Seri katil filmlerinden bahsedip de, Jonathan Demme'nin klasikleşmiş filmine değinmeden olmaz. 'Kuzuların Sessizliği', 1992 yılında 7 dalda Oscar’a aday olmuş, yönetmeni ve başrol oyuncularına altın heykelciği getirirken 'En İyi Film' ve 'Uyarlama Senaryo' dallarında da ödüle hak kazanmıştı. Akademiden mezun olmuş genç FBI ajanı Clarice Starling, FBI ajanı kurbanlarının derilerini yüzen sapık bir katilin elinden bir kadını kurtarmaya çalışır. Clarice, katile ulaşmak için başka bir psikopat olan ünlü doktor Hannibal Lecter ile yakınlaşır. Lecter’dan bilgi alması için önce onun güvenini kazanması gerekmektedir.
'Sapık', yönetmen Alfred Hitchcock’un başyapıtı olarak kabul edilir. Marion Crane’e patronuyla iş yapan zengin bir adam para emanet eder ve ardından Marion yola koyulur. Polisler Marion’un şüpheli davranışları üzerine peşine takılır. Ancak Marion’un peşine takılan sadece polisler değil, aynı zamanda tanıdıkları da Marion’un peşindedir. Sevgilisi ile buluşmayı planlayan Marion geceyi bir otelde geçirmeye karar verir. Otelden içeri girer girmez garip şeyler olduğunun farkın varan Marion uyumadan önce otel sahibi Norman Bates ile tanışır...
Güney Kore 90'lı yılların sonlarında askeri bir yönetimin baskıcı tavrının altındadır. Ülkede sansürler ve baskı her gün ağırlaşarak devam etmektedir. Bir gün bir tecavüze uğramış olan bir kadın vahşice bir cinayete kuran gider. Olayı çözmek için işin başına lokal bir polis dedektifi olan Park Doo-Man getirilir. Ancak uyguladığı tüm yöntemler onu cinayetten uzaklaştırır. Bunun üzerine görevin başına getirilen Seo, önceki dedektiften daha başarılı olmak için elinden geleni yapacaktır. Film, 'Parasite' ile Oscar ödüllerini silip süpüren Bong Joon Ho'nun imzasını taşıyor.
1959 yılında, çok sayıda insanı öldürmüş bir katil olan Kit (Martin Sheen) ile yeni kız arkadaşı Holly (Sissy Spacek), Güney Dakota'dan Montana'ya giderken suç ve cezanın hayal alemine dalmış kendi halinde bir çifttir. Gerçek mermi kullanırlar ve insanları öldürürler ama her şey aslında onlar için bir oyundur.
San Francisco’da bir seri katil, mektuplar ve şifreli mesajları ile polis ile alay etmektedir. Dedektifler, gazete muhabirleri, bu katili yakalamaya ant içmiş dört kişi filmin esas karakterleridir. Katilin ardında bıraktığı izleri takip eden takıntılı dört adam, ne yazık ki aslında katilin adımlarını izler biçimde şekillenmektedir. Bu katil yıllarca görünmedikten sonra yine ortaya çıktığında sadece öldürdüğü insanlar için değil tüm şehrin kabusu haline gelecektir. Yedi, Oyun ve Dövüş Kulübü gibi filmlerle gerilim alanında sağlam bir yer edinen David Fincher, son derece başarılı bir biçimde perdeye aktarıyor bilinen hikayeyi.
Timothy Evans Londra’da iş arayan Galler’li bir işçidir. Karısıyla birlikte kalacak yer ararken John Chrisie ile tanışırlar. Christie onlara 10 Rillington Place’de kalacak bir yer ayarlar. Evans’ın eşi hamile kalınca Christie durumu fırsat bilerek kürtaj yapmaya kalkışır. Ancak tek yapacağı bu mudur? Film John Christie adlı seri katilin komşusu Tim ve Beryl ile arasında geçen gerçek olayları konu alır.
'Der Totmacher', 'Hanover kasabı' lakaplı ünlü Alman seri katil Fritz Haarmann'ın yakalanma ve sorgulanma sürecine odaklanıyor.
Caz piyanisti ve müzik hocası Marcus Daly, kanlı bir cinayete şahit olduktan sonra, cinayetin ardındaki gizemi araştırmaya başlar. Zamanla cinayetlerin sayısı artmaya başlar ve Daly cinayetlerle kendisi arasındaki bağlantıdan yola çıkarak, katilin kim olduğunu bulmaya çalışır. Katile giden yol, sırlarla dolu bir bulmacayı andırmaktadır.
Suspiria’nın yönetmeni Argento’nun Suspiria’ya göre daha az bilinen ama hayranları tarafından el üstünde tutulan korku başyapıtı.
Belçikalı 3 sinema öğrencisinin yönettiği “C’est arrivé près de chez vous” (İngilizce adıyla 'Man Bites Dog'), bir katil olan Benoit’nın hayatından kesitler sunan bir kurmaca belgesel. Remy, Andre ve Patrick adında üç sinema öğrencisi ödev olarak Benoit’nın günlük yaşamını ve günlük yaşamın parçası olan cinayet alışkanlığını filme almak isterler.
Zaman ilerledikçe farkederler ki Benoit, diğer katillerden farklıdır. Zeki, entelektüel ve sosyal bir insandır, oldukça normal bir yaşamı ve mutlu bir ailesi vardır. Bir yandan bütün olağanlığı ile Benoit’nın günlerini ve işlediği cinayetleri filme alan ekip, diğer yandan bu cinayetlerin bazılarına yardım ederler.
'Ben doğanın bir hatasıyım, deli bir hayvanım”
'Yaptıklarımı cinsel bir tatmin için değil, daha çok huzur bulabilmek için yaptım'
Bu sözlerin sahibi Andrei Romanovich Chikatilo, Sovyetler'in 'tek' seri katili.1978-1990 yılları arasında 53 cinayet işlemiş olan Chikatilo'nun bu süreçte nasıl yakalanmadığını ve komünist düzende 'seri katil' anlayışını konu alan bir yapım Citizen X.
Gerilim filmlerinin en büyük ustası olarak kabul edilen Alfred Hitchcock'un 1972 tarihli filmi, kurbanlarına tecavüz ettikten sonra onları öldüren sapık bir katilin terör estirdiği Londra'da geçiyor. Polisin uzun süre yanlış adamı kovaladığı 'Frenzy', usta yönetmenin izleyiciyi diken üstünde tuttuğu güçlü filmlerinden biri. Henüz filmin başında katille tanışan izleyici öykünün gelişimi boyunca polislerden bir adım önde olacak ve bunun bedelini de hiç eksilmeyen bir gerilimin yarattığı sinir harbiyle ödeyecektir!
Seri katil Aileen Wuornos'u bir 'canavar'a dönüştüren zorlu hayat şartlarını ve Selby adlı genç kadınla yaşadığı ilişkiyi işleyen 'Monster', Wuornos rolünde mükemmel bir oyunculuk sergileyen Charlize Theron'a Oscar ödülünü getirmişti. Doksanlarda çoğunun 'nefsi müdafaa' kapsamında olduğunu iddia ettiği cinayetleriyle gündeme gelen Wuornos'un hikayesini başarıyla aktaran filmin yönetmeni, sonradan 'Wonder Woman'ı yöneterek haklı bir ün kazanan Patty Jenkins.
Yaşlı bir kadını öldürme suçuyla dört yıl hapiste yatan bir adam hapisten çıkar. Çıkar çıkmaz da tekrar öldürme planları yapar ve olası kurbanları aramaya başlar. Önce araba kullanan bir şoförü öldürme girişiminde bulunur; fakat başaramaz ve kaçar. Bir ailenin yaşadığı bir eve gelir ve bir yandan sorunlu çocukluğunu düşünürken, bir yandan da evdekileri akıl almaz zevk ve hazlarına kurban eder.
Film, en iyi seri katil filmlerinden olarak gösterilirken, türünün diğer örneklerinden farkını katilin iç dünyasına, düşünce ve duygularına yer vermesi ile ortaya koydu. Ayrıca yaratıcı çekim teknikleri, Erwin Leger'in başarılı oyunculuğuyla ve müziğiyle de takdir topladı.
Byeong-Soo (Sol Kyung-Gu) eski bir seri katildir. Şimdi ise Alzheimer hastasıdır. Kurbanlarından birinden aldığı Eun-Hee'yi (Seol Hyun) kızı gibi büyütmüştür. Bir gün, Eun-Hee'nin erkek arkadaşın Tae-Joo'nun (Kim Nam-Gil) Eun-Hee'yi öldürmek için yaklaştığını hatırlar. Bunun üzerine Eun-Hee'yi korumak için Tae-Joo'yu öldürmeyi planlar ve anılarını kaybetmemek için kendisi ile savaşmaya başlar.
Hapishaneden çıkmış olan katil Henry, birkaç yıl önce burada tanıştığı arkadaşı Othis ile birlikte, Chicago'da yaşamaktadır. Başlarda Henry'nin cinayet dürtüsünden haberdar olmayan Othis, iki fahişeyle birlikte arabalarında ilerlerken fark eder. Henry, ortada hiçbir sebep yokken, iki kadını acımasız bir şekilde öldürür. Böylece Othis, ev arkadaşının karanlık yüzüne şahit olmaya başlar. Cesetlerden kurtulmaya çalışırken Othis'in tek kaygısı yakalanmaktadır. Bu görev başarıyla sona erer ve Henry, arkadaşına seri katillik sanatı adını verdiği bu dehşeti tanıtmaya başlar...
Spike Lee'nin yazıp yönettiği 'Summer of Sam', 1977 yazında işlediği seri cinayetlerle New York'ta terör estiren 'Sam'in oğlu' lakaplı seri katil David Berkowitz'in hikayesini bir grup İtalyan asıllı Amerikalının gözünden anlatıyor.
Avustralyalı yönetmen Justin Kurzel’in 2005 yılında çektiği Blue Tongue’dan sonraki ikinci filmi Snowtown, Cannes’da bu yıl FIPRESCI Ödülü’nü kazandı. Film, Avustralya’nın Adelaide kentinin kenar mahallelerinde iki erkek kardeşi ve annesiyle birlikte yaşayan 16 yaşındaki Jamie’nin etrafındaki şiddetten kurtulmak için farkında olmadan azılı seri katil John Bunting’le yakınlaşmasının öyküsünü anlatıyor.
Katil profilleri konusunda uzman psikiyatrist Dr. Helen Hudson, seri katil Peter Foley’nin işlediği cinayetler karşında şaşkına dönmüştür. Helen geçmişte yaşadığı korkunç bir olay yüzünden kapalı yerde kalmaktan korkar. Helen evine hapsedilmiştir. Katil, ileride ünlü bir seri katil olabilmek için, bu durumu cinayet girişiminde kullanmak istemektedir. Dedektifler, Monahan ve Reuben Goetz, katili cinayeti gerçekleşmeden yakalamak zorundadır.
Çocukluğunda annesi tarafından cinsel tacize maruz kalan Frank Zito, zamanın en ürkütücü psikopatlarından biri olmuştur. Yıllardır dinmeyen öfkesini masum kadınlardan çıkaran Zito, New York şehrini korkuya boğmaktadır. Kurbanlarının kafa derilerini yüzen psikopat katil kurbanların saçlarını toplayıp bu saçlardan mankenleri için peruk hazırlayacak derecede ürkütücü bir zihne sahiptir. Polis ise tüm uğraşlarına rağmen katile erişememektedir. Bir gün, Zito, Anne D'Antoni isimli genç bir fotoğrafçı tarafından resmedilir. Zito, Anne'ın adresini bulduğunda ise olaylar yön değiştirir. Aralarında başlayan arkadaşlık Zito'nun yaydığı vahşete son verebilecek midir? Filmin 2012 yapımı yeniden çevrimi de seyredilmeye değer.
Bir videografiker, Craigslist sitesindeki bir reklama cevap verir. Ölmekte olan bir adam mesajlarını videoya çekilmesini istemektedir. Videografikerin bu bir günlük iş için dağ tepesinde bulunan kasabaya gitmesi gerekir. Adam işi kabul edip kasabaya doğru yola çıkar. Müşterisi ile tanışıp biran önce videoyu çekmeye başlar. Fakat işi bittiğinde bir takıp terslikler fark eder. Anahtarını bulamayan adamın bu sırada kendisine gelen bir telefonla müşterisinin aslında göründüğü gibi biri olmadığından şüphelenmeye başlar.