Itır Erhart Yazio: “Patron Seni Tatilde de mi Çalıştırıyor?”

Bir haftadır Marmaris Sögüt’te tatildeyim. Sabah 07.00’de kalkıyorum. Koşuya çıkıyorum. Bazı günler yokuş yukarı manzaraya doğru; bazı günler arazide, taşların üzerinden atlayarak… Koşu sonrası yarım saat yüzüyorum. Sonra kahvaltı edip deniz-ofise geçiyorum. Deniz-ofis kaldığım otelin restoranında, hemen yanında çoklu priz olan bir masa. Masanın üzerinde bilgisayarım, not defterim, kalemlerim, telefonum, su mataram, kahvem. Fonda dalgaların sesi, karşımda deniz, okaliptüs ağaçları ve uzayıp giden sahil… 

“İş”ler çeşitli. Referans mektupları yazıyorum, zaman bulamadığımdan cevaplayamadığım mesajlara dönüyorum, faturalar geldikçe ödemeleri yapıyorum, tezler, senaryolar, proje başvuruları okuyorum, makaleler üzerinde çalışıyorum… Öğrencilerimle, çalışma arkadaşlarımla, proje ortaklarımla, paydaşlarımızla çevrimiçi toplantılar yapıyorum. 17.00-18.00 gibi de “ofis”i kapatıyorum.  

Tahmin edebileceğiniz gibi, yanıma gelip “sen ne iş yapıyorsun?” ya da “patron seni tatilde de mi çalıştırıyor?” diye soranlar oluyor. “Bir türlü tatil yapamadın” diye benim için üzülenler… “Kapitalist dünyada para kazanmak zor, dinlenmeye hakkımız yok” diye sistem eleştirişi yapanlar…

Bugün ofisi biraz daha erken kapattım bana sorulan sorular, yapılan yorumlar, yönelen bakışlar ve verdiğim cevaplar, açıklamalar üzerine düşünmeye başladım:

“Sen ne iş yapıyorsun?”

(Heyecanla) “Akademisyenim, ortağı olduğum, içinde olduğum girişimler var… Bir de çok sayıda proje var dahil olduğum. Harika projeler…”

“Hiç tatil yapamadın…”

“Her sabah koşuyorum, yüzüyorum, bütün günü deniz kıyısında geçiriyorum, akşamları annem, kızım, teyzelerim, kuzenlerimle yemek yiyorum… Çok güzel bir tatil değil mi bu?”

“Patron seni çok çalıştırıyor…”

(Gülerek) “Ben kendi isteğimle açıyorum ofisi… Keyfim çok yerinde…”

Yüzlerindeki ifadeden, tüm açıklamalarıma rağmen benim için üzülmeye devam ettiklerini hissedebiliyorum.   

İş ülkesi ve tatil ülkesi                     

Sanki İş ve Tatil arasında bir sınır varmış ve ben ya İş’ten ayrılmaktan çekindiğim için ya da birileri bana pasaport vermediği için İş ülkesinden Tatil ülkesine geçemiyormuşum gibi…

Oysa ben hiç böyle bir sınırın varlığını hissetmedim. “İş” günleri sohbetinden çok keyif aldığım koridor arkadaşlarımla yemek yiyorum, yarışlar yaklaşırken sabah 2-3 saat koştuktan sonra “iş”e gidiyorum ya da gün doğmadan “iş”e gelip akşamüstü sergiye gidiyorum, bir ofisimden çıkıp diğerine geçiyorum; gün ortasında lise öğrencileri ile buluşup sürdürülebilirlik, cinsiyet eşitliği üzerine sohbet ediyorum. 

 İş benim için bir süreliğine, aynı metafordan devam edersek, sınırı geçtiğim an geride bırakmak isteyeceğim bir ülke değil. Bana enerji veren, huzur veren, beni heyecanlandıran çok sayıda aktiviteden ve insandan oluşan, nereye gidersem gideyim yanımda taşımak istediğim koskoca bir dünya. 

Benim için üzülüyorlar.

Oysa ben çok mutlu ve şanslı hissediyorum. 

Belki de onun için bana “hangi bölümler revaçta?”, “ne okuyalım”, “nerede çalışalım”, “sizce geleceğin meslekleri neler?” diye sorunlara, “mümkünse sizi heyecanlandırmayan, sizde merak uyandırmayan bir bölüm ya da iş tercih etmeyin”, “mümkünse değer görmediğiniz, ait hissetmediğiniz bir yerde çalışmayın” diyorum. 

Instagram

Twitter

Facebook

Popüler İçerikler

"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler
Kanseri Yenen Eski Arka Sokaklar Oyuncusu Dizi Setlerine Yeniden Dönme Kararı Aldı
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
YORUMLAR

Zaten işin acınası yanı sizin sabah koşuya gitmeniz, mutlu mutlu işler yapmanız değil. O başlıkta yazdığınızı gerçekten yaşayanlar var. Ben de sandım bu durumu içeren bir yazı yazacaksınız :) Aman nazar değmesin diyelim o zaman... Sizin için üzülenlere de artık dersiniz. Siz kendinize üzülün... Ben hayal ettiğiniz hayatı yaşıyorum diye...

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ