Bizim gençliğimizde “Türk Polisi”nin değişmez bir görevi vardı: Komünist yakalamak. Başka işler de olurdu ama onlar teferruattı. “Birinci Şube” siyasete bakar. “Siyaset” deyince, “C Masası” falan, böyle şeyler de kurulmuş, ama varsa yoksa Komünizm.
Kimin sol fikirli olduğu da aslında bilinirdi. Şunun şurasında, toplasan kaç kişi zaten? Arada bir bunları toparlayıp içeri atmak gerekirdi. Onların şunu bunu yapmasından ötürü değil, başka bir işe paravan olacak bir “sansasyon” yaratmak için.
Her türlü “polisiye” davada tek bir “polisiye yöntem” vardı; işkence! Yatır falakaya, söylet. Bunun da genellikle iki amacı olurdu. Ya polis bilmediği bir şeyi öğrenmek için işkence yapardı (“konuşturmak” üzere); ya da, kendi kurduğu bir hikâyeyi birilerinin “Ben yaptım” diye üstlenmesi için (“kabul ettirmek” üzere).
Şüphelinin ardına adam takmak, telefonunu dinlemek gibi yöntemler vardı, ama ikincil şeylerdi bunlar. “Polis” demek, “işkence” demekti. Burada “ileri teknoloji” de, elektrik vermek olmuştu.