İsmail Altıntaş Yazio: Biraz Geç Oldu ama Merhaba Alfa Kuşağı!

Meslekteki ilk günümüz aklımıza geldiğinde ister iyi geçsin isterse kötü, hafif bir tebessüm belirmez mi yüzümüzde? O iki dirhem bir çekirdek halimizle, kalbimiz ağzımızda geçirmedik mi o günü? İşte o gün başladı benim varoluş destanım. 

Mersin Muhsin Yanpar İlköğretim Okulu. İlk dersimden sonra merdivenlerinden inerken ilk zaferini kazanan Gılgameş’ten hiçbir farkım yoktu. Bahçe kapısına kadar bu büyüklükte yürümüştüm. Hatta kapıda binaya doğru hafifçe döndüm ve dedim ki: “İyi ki bilgisayar öğretmeniyim!”

Çünkü küçüklüğümden beri pek anlaşamamışımdır bu hayatla. Çocuk aklımla bile karşımda duran koca dünyayla ne kavgalar ettim bir bilseniz. Bunun önemli nedenlerinden biri de sanırım doksanlarda Doğu Anadolu’da çocuk olmaktı. Bir emniyet mensubu çocuğu olarak akıllara gelebilecek en kötü olaylara şahit olmak. O zamanlarda bana en iyi gelen ise şey okulumdu. Terapi gibiydi. Dış dünyayla bağlantım tamamen kopuyor arkadaşlarımla birlikte en sevdiğim şeyi yapıyordum: Hayal kurup icat çıkartıyordum!

Ama sonra, birileri hayallerimizi sevmemeye başladı. Siz hiç sevilmeme korkusu yaşadınız mı?

Ben ilk kez o zaman yaşadım, o berbat korkuyu. Ne yapıyordum biliyor musunuz? Tam bir zihni sinir projesi. Havai fişek. İzlemekten acayip keyif alıyordum. Bunun için kendi havai fişeklerimi yapıp istediğim zaman fırlatıp keyfime keyif katmak istiyordum. Havada önce ışıklarını saçıp sonra da patlama sesi geliyor ya en çok da onu merak ediyordum. Bunun ilk önce patlayıp sonra ışıklarını saçması gerekmez mi diye. İnternet yok tabi o zamanlar. Salonda baş köşede duran ansiklopedilere gömüldüm. Bir şeyler buldum. Ama altıncı sınıf öğrencisi olduğum için teknik terimlerden hiçbir şey anlamadım tabi. Nasıl yapacağım diye kara kara düşünürken şimşekler çaktı kafamda.

 Hani bir zamanlar ortalığı inim inim inleten torpiller, kız kaçıranlar var ya, imdadıma yetişti. E deneyimimiz de var tabi. Projeyi güzelce çizdim. Kaç tane füzeye, torpile, kız kaçırana, kaç santimetre fitile ihtiyacım var hepsini belirledim. Paramı da biriktirdim malzemeleri almak için. Her şey hazırdı. Tam uygulamaya geçecekken bu benim tamamlanamayan son çocukluk projem yani, hayalim olarak kaldı. Ama tüm detaylarıyla 19 yıldır aklımda biliyor musunuz? Az kaldı, kızım ve oğlumla yapıp fırlatacağım gün yakın.

Projeleri bırakıp sadece ders çalışmaya odaklandım ondan sonra. Sorun şu ki notlarım yükselmiyordu. Aksine daha da düşüyordu. Sürekli yüz aldığım matematik sınavlarım yetmişlere kadar düştü. Çok geçmeden anladım, amacımı elimden almışlardı benim. Sıkışmışlık hissiyle de böylece tanıştım. Fen kitaplarında gördüğüm deney fareleri gibi hissediyordum kendimi. Denileni yap, sınırların içinde kal. Çok iyi biliyorlardı çünkü her şeyi! Bu rahatsız edici durumdan acilen kurtulmalıydım. Yedinci sınıftayım, tüm olanlara sayıp saydırmak istiyordum ama yapamıyordum. 

Denizler Altında 20000 Fersah’ı okumuşsunuzdur. Hani gemileri batıran bir canavar var sonra onun bir denizaltı olduğu anlaşılıyor. Bunu okuduğumda kafamda ışıklar yandı. Başladım yazmaya. Defterin ilk iki sayfasına istediğim dünyanın haritasını çizdim önce. İklimi, dağları, kara girinti çıkıntıları, doğa üstü yaşam şekilleri hepsini işledim haritaya. Kimse gerçekten yaşadıklarımla bir bağ kuramamalıydı. Ana karakterim elbette beni temsil eden bir çocuk, kötü karakterim ise o, yani bu dünya. Sonra mı, istediğimi istediğim gibi söyleyebildiğim maceralar, maceralar. Bilmeden fantastik edebiyata da merhaba demişim böylece. Gizli gizli dört beş yıl boyunca yazdım. Ama sırada üniversite hazırlık diye bir macera vardı. Sınavdan beklentiler büyük ve ekmek kaygısı da hat safhaya ulaşmıştı benim için. Üniversite sınavından bir sene önce edebiyat sınavında son fantastik eleştirel yazımı yazdım, Eşek Hayali! 

Artık öykünmek yoktu, çözüm üretme vaktiydi. Ben çektim çocuğum çekmesin derler ya! İşte bu nedenle dijitale doğacak çocuklara ulaşmak için okudum bilgisayar öğretmenliğini.

O minik özgürlük savaşçılarıyla çalıştıkça yavaşlattım zamanı. Onlar sayesinde anladım Gılgameş’in ölümsüzlük otunu yanlış yerde aradığını.

Ardından da misyonumu yazdım. Ulaştığım hiçbir çocuğun proje hayali yarım kalmayacak!

Tabi bunu yapabilmek için her neslin özelliklerini doğru anlamak gerekirdi. Çünkü hepsinin kendine has özellikleri vardır. 

Haydi en yeni nesil olan alfa kuşağının (2013 ve sonrası doğan çocuklar) bazı özelliklerini inceleyelim. Eminim sizin ya da en yakınınızın bu yaş grubunda bir çocuğu vardır. Hatta konuşma yetisini tam kazanmadan ekran kullanma becerisi kazandığına bizzat şahit bile olmuşsunuzdur. Peki, sordukları sorular bir yana soruların içindeki kelimelerle ilk kez karşılaştığınız hiç oldu mu? Elbette oldu. 

Biraz da açalım.

Ankara Medical Journal’da pandemi nedeniyle okullar kapanmadan dört gün önce yeni neslin ekran kullanım süresini içeren bir makale yayınlandı. Bilgisayar, telefon, tablet ve televizyonu içeren ortalamalara göre;

0 – 2 yaş grubunun günde 142 dk

2 – 4 yaş grubunun günde 157 dk

4 – 6 yaş grubunun günde 145 dk

ve

6 – 8 yaş grubunun günde 138 dk 

vakit geçirdiği tespit edildi.

Bu verilere göre 8 yaşını tamamlayan bir çocuğun toplam 7.080 saat dijital araç pratiğine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bir buçuk yıllık pandemi döneminde yapılan uzaktan eğitimini de eklersek bu ortalama rahatlıkla 10.000 saati bulmakta. Öyle kritik bir süreye öyle kısa bir zaman diliminde ulaştı ki bu çocuklar.

Malcolm Gladwell, Outliers adlı kitabında başarıya ulaşmada yapılan pratik süresini araştırarak bazı sonuçlar ortaya koydu. Bu sonuçlara göre bir alanda öğretici olmak için 4.000 saat, gerçekten iyi olmak için 7.000 saat ve profesyonel olmak için ise en az 10.000 saat pratik yapmak gerekmektedir.

Ürpertici değil mi?

İşte karşımızda yeni nesil dijital profesyoneller.

Laf aramızda bu yaş grubu bir çocuktan teknolojik destek almadım diyen var mı aranızda? Biz de yetişkinler olarak buna alışacağız.

Yetişkin demişken;

Yetişkin eğitimi teorisinin benimsenmesiyle ünlü akademisyen Malcolm Knowles yetişkin öğreniminin temel unsurlarını şöyle sıralamaktadır:

• Neden öğrendiklerini bilmeye ihtiyaç duyarlar.

• Kendi kendilerini yönetme ihtiyacı duyarlar.

• Öğrenme sürecine sonuç odaklı bir yaklaşım tarzıyla girerler.

• Öğrenmeye iç ve dış unsurlar vasıtasıyla motive olurlar.

• Öğrenme ortamına daha fazla tecrübe getirirler.

Bu maddelerden, yetişkinler için hazırlanan eğitimin olabildiğince kişiselleştirilmesi gerektiği sonucunu çıkarabiliriz.

Bu maddeleri göz önünde bulundurarak yeni nesil çocuklardan iki örnekle Knowles’ın temel unsurlarını inceleyelim.

Tibet, 7 yaşında ve ikinci sınıf öğrencisi. Birinci sınıfa başladığında söylediği söz;

“Ben kalem kullanarak yazı yazmayı öğrenmek istemiyorum! Tuşlara basarak ya da dokunarak yazı yazmak hem çok kolay hem de çok hızlı.”

Cihan, 6 yaşında ve birinci sınıf öğrencisi. Okula başlamadan kurduğu cümleler ise; 

“Benim acilen okumayı öğrenmem gerek. Oyunlarda metni sese çevirme özelliği yok. Kimse olmadan da oynamak istiyorum!”

Sadece okumayı mı öğrenmek istiyorsun?

“Matematik de öğrenmek istiyorum.”

Peki matematik öğrenmeyi neden istiyorsun?

“E oyun yaparken lazım. Kapının açılması için kaç elmas olduğunu daha hızlı bulmam gerekiyor. Büyük, küçük, eşittir çok karışıyor.” (Kendi dijital oyununu tasarlayıp, programlama sürecinden bahsediyor.)

Knowles’ı tekrar hatırlayalım mı?

• Neden öğrendiklerini bilmeye ihtiyaç duyarlar.

• Kendi kendilerini yönetme ihtiyacı duyarlar.

• Öğrenme sürecine sonuç odaklı bir yaklaşım tarzıyla girerler.

• Öğrenmeye iç ve dış unsurlar vasıtasıyla motive olurlar.

• Öğrenme ortamına daha fazla tecrübe getirirler.

Bu unsurlar yetişkinler içindi değil mi? Neden çöktü peki? 10.000 saat kuralı. Knowles’ın tüm unsurları yetişkinlerin bilgi ve tecrübesi üzerine kuruluydu. Ve yeni nesil 10.000 saatlik tecrübesiyle bize, bunun çok daha iyisini benim için de uygulayacaksın demekte.

Daha iyisi ne olabilir diye araştırdığımda karşıma çıkan sonuçları Prof. Dr. Uğur BATI bir konuşmasında “Gelecek iyi gelecekse kesinlikle hayal gücü iktidara gelecek!” diyerek özetlemektedir. Mevcut durumumuzu ise okul öncesi çocukların hayal gücü performansının sınıf düzeyi ile maalesef ters orantılı ilerlediğini, lise sonda ise bundan eser kalmadığını yapılan araştırmalar ortaya koymaktadır.

Yeni neslin sahip olduğu tecrübe ve bu tecrübeler ışığında geliştirdiği hayal gücünün de dijital odaklı olduğunu hepimiz görmekteyiz. Öncelikle içerik olarak bu çocukların videolar ve oyunlar içinde boğulmasının önüne geçmemiz gerekmekte. Bu nedenle hedefimizi dijital okuryazarlıktan daha üst seviyelere çıkarmak zorundayız. Dijital oyun geliştirme, dijital hikaye üretme, robotik tasarım ve programlama, yapay zeka uygulamaları erişim imkanı sunulduğunda yeni neslin kendisini ifade etmekten en mutlu oldukları alanlardır. Ancak bu geniş yelpazede çocukların bireysel istekleri doğrultusunda öğretim programları hazırlanması ve bu kazanımlardan sonra kendi alanlarında takım çalışmalarına katılması da oldukça önemlidir. Çünkü günümüzde yaşanan bilgi patlamasına paralel olarak artan alan uzmanlıkları nedeniyle birlikte çalışmanın önemi her geçen gün artmaktadır.

Asıl önemli olan ise geleceğin, makine öğrenmesi, yapay zeka ve robotların insanları mekanikleştiği bir kara senaryodan ibaret olmayacağıdır. Bu nedenle yeni neslin duygularını yönetebilen, ifade edebilen, empati kurup yaşadığı dünya ile organik bağlar kuran bireyler olarak yetişip mutlu bir yaşam sürmeleri için sorunları hikayeleştirip programlama becerisiyle dijital ürün geliştirmesi her geçen gün önemini artırmaktadır.

Çünkü insan, beşer üzerine inşa edilendir. 

Vicdandır, merhamettir. 

Kadim topraklar üzerinde

Kadim kültürler biriktirendir.

Vicdan mahkemesini topraktan gökyüzüne,

Şefkat ve merhametle kurandır.

İsmail ALTINTAŞ

Popüler İçerikler

Erkekler Verilen Komutları Yerine mi Getiremiyor Yoksa Beceriksiz Rolü mü Yapıyor?
Temsilcimiz Ege Karabenli İlk 10'da: Mr. World 2024 Erkek Güzellik Yarışması'nın Birincisi Belli Oldu!
Doğu Ekspresi Seyahatinin O Kadar da Romantik Olmadığını Söyleyen Adam Bilinmeyenleri Anlattı