Bu sorunun cevabını bulmak için İslamcılık akımının hakimiyete bakışını irdelemek gerekecek. İslamcılık, İslam toplumlarının 19. yüzyıldaki yenilgisini, yenme, birleşerek ve ittihad ederek hakimiyet kurmayı hedeflemiştir. Bu hedef gerçekten İslam'ın hedefi midir sorusunun cevabını vermek gerekir. İslamcılara göre yenilginin tek devası vardı o da sadece ve sadece yenmek ve hakim olmaktı. Baştan yanlış bir kurgu yapılınca sonradan ortaya çıkan anormal doğumlara şaşırmamak gerekir.
İslamcılık ortaya çıkışıyla dinin temel ilkelerinden çok siyasi hedeflerini öncelemeye başladı. Dinin ve temsilcisi olan peygamberlerinin adalet ve hak kriterleri yerine zafer, hakimiyet ve iktidar kriterleri esas alınmaya başlandı. Bunlar siyasi bir düşüncenin, ideolojinin olmazsa olmazı olabilir ancak dinin hedefi olan insanın adalet üzere mutluluğu, asliyeti ile bütünleşmesi ilkelerine ters düşeceği apaçık ortadaydı.
'Müslümanlar hakim olacak ve onların muhalifleri mutlaka İslamcıların hakimiyetini yıkmaya çalışacak' içgüdüsüyle hareket ederseniz başkasının isteklerini, hak ve özgürlüklerini tehlike olarak görmeye başlarsınız.
İslamcılar hakimiyete o kadar odaklanmışlar ki iktidardan muhalefete düşme seçeneğini düşünemez duruma geliyorlar. Komplolarla, ayak oyunlarıyla iktidardan düşürülenlerin mağlubiyetinin geçici olduğunu halkın teveccühünün ana belirleyen olduğu tarihi gerçeğini hatırlayamıyorlar. Muhalefete düşmeyi tehlikeli bulmakla yanılıyorlar.
İslamcıların günümüzdeki en önemli yumuşak karnı iktidarı kaybetme kaygısıdır. Oysa İslam tarihine, peygamberler tarihine baktığımız zaman zahiri zafer kazanımları yerine ilkeli ahlaki duruşların Kur'anı Kerim'de yüceltildiğini görürüz.
Peygamberler tarihine baktığımız zaman ezici çoğunluğu teşkil eden elçilerin kavimleriyle uzun yıllar süren mücadelelerini kaybettiğini görürüz. Pek azı mücadelelerinde zafere ulaşmıştır. Toplumunu ikna edip hakimiyet kuramadığı için üzülen elçilerini Allah'ın ' adalet ve hakkaniyetle davrandın , görevini yaptın' diyerek teselli ettiğini görürüz. Hakka ve adalete çağırdığı halde parlak bir zafer kazanamadığı için görev alanını terk edenlerin Allah tarafından azarlandığını görürüz. 'Senin için doğru yol, hak ve adalet üzere olmadır, zalimlerle ortaklık yapmaman, zalimleşmemendir, iktidar kriterin değildir' hatırlatmasını görürüz.
Peki zafere odaklanmak ve iktidarda kalma yerine adaletten ayrılmamayı öğütleyen bir dinin üyeleri niçin bu kadar iktidara odaklanmış durumdalar? Çünkü dini bir ideoloji haline getirerek meydana sürdüğünüz zaman kaybetme fikrinin kötü oluşundan başka bir seçenek kalmıyor elinizde. İslamcılar aslında zulme ve zorba yöneticilere karşı ilkeli, hakkaniyetli ve herkese örnek olacak bir duruşu gösterdiklerinde hep kazandılar. Görünüşte mağlup olsalar bile toplumlarının büyük takdirini kazanarak kazandılar. Görüntüde mağlup idiler ancak gönüllerde kazanmışlardı. Ezilenlerin özlemini, umudunu kazanarak kazanmışlardı. Somut bir zafer kazandıkları da oldu ama bu zaferlerinin devamı zulme karşı çıkışlarındaki samimiyet ve süreklilikle doğru orantılı oldu.
İslamcılar hakimiyete odaklanmayan tüm İslami cemaatleri de küçümsedi ve dışladı. İçinde bulundukları toplulukları tektipleştirici bir dönüşüme tabi tutma isteği ötekileştirici ve tekfirci bir anlayışı beraberinde getirdi. Şu anda bu, dini bir dil ile yapılmıyor olabilir ama 'küresel operasyon, dış güçler, vatan hainleri' kelimeleri artık bunu ifade ediyor.
İslamcılar hatalarını kabul etmeme eğiliminde olduğu için özeleştiriyi çok fazla akıllarına getirmiyor. Özeleştirinin hakimiyeti sarsabilecek bir yaklaşım olduğu düşünülüyor. Özeleştiri mantığı üzere hareket eden beyinlerden hiç hazzedilmiyor. Özeleştiri yapanlar iktidar olma içgüdüsü ile hareket edilerek hemen dışlanıyor ve 'karşı tarafın adamı' olmakla itham edilebiliyor. Bu kısır döngü, içine düştüğü hastalığı tedavi etmek yerine hastalığı daha da derinleştiriyor.
Hakimiyete odaklanma bazen öyle bir hal alıyor ki dini görüntülü ama faşist ruhlu yayın organlarının ahlaksızlığına göz yumuluyor ve onların yaptığı kabul edilemez ahlaksızlıklar hakimiyet sevdası uğruna normalleştirilebiliyor.
Ak Parti her ne kadar elbise çıkardığını söylese, muhalifleri onun yozlaştığı ve İslamcılık üzerinden tarif edilemeyeceğini söylese de çekirdek kadronun belirleyiciliği ile İslamcıdır. Son zamanlardaki yönelişiyle de İslamcı kodlarına geri dönmekte mahzur görmediğini adeta ilan etmiş durumdadır. Bu yüzden Ak Partiyi İslamcılık üzerinden değerlendirmek gerçekçi bir yaklaşımdır.
Başta sorduğumuz sorunun cevabı ortaya çıkmıştır sanırım. Hakimiyete odaklanmış bir düşünceden başınızı kaldıramazsanız muktediri kayıtsız şartsız desteklemekten başka bir seçeneğiniz yoktur. İslamcılık bu hastalığını, bu yumuşak karnını başkasının hakkını hukukunu korumayı ilke edinmiş bir anlayışı önceleyerek ve iktidara odaklanma yerine 'iyi örnek olma' alternatifini seçerek yenebilecektir. O zaman gerçekten yeni bir medeniyet örneği sunacağını görecektir. Yoksa sürekli bir mazeret üretme ve gerilemeden başkası onun için görünmemektedir.
T24 | Ömer Garuk Gergerlioğlu